Ayşe Acar Başaran: İmralı’nın Türkiye tarihindeki yerini de biliyoruz 2018-10-13 09:01:01   Sibel Özalp   İZMİR - İmralı Cezaevi’nin Türkiye tarihindeki yerini bildiklerini belirten HDP’li Ayşe Acar Başaran, “Hem siyaseten tasfiyenin hem de fiziki olarak tükenişin sağlanması için kurulan bir cezaevi ve bir sistem olarak karşımızda duruyor. Bugün tecridin derinleştirilmesi ve İmralı’dan başlayarak bütün topluma yaygınlaştırılmasının sadece AKP iktidarının inisiyatifi ve sorumluluğunda olmadığını düşünüyoruz” dedi.    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın avukatları tarafından 2008 yılında yapılan “işkence ve kötü muamele” başvurusunu reddetti. Abdullah Öcalan, İmralı Cezaevi'ndeki hücresinde 7 Ekim 2008 tarihinde yapılan arama sırasında, gardiyanlarca kötü muamele ve işkenceye maruz kaldığı gerekçesiyle 21 Ekim 2008'de avukatları aracılığıyla Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyet dilekçesi verdi.    Bir cezaevi yöneticisi ve 2 gardiyan hakkında başlatılan disiplin soruşturması ise takipsizlikle sonuçlandı. Ocak 2009'da Mudanya Cumhuriyet Başsavcılığı da adli soruşturmayı sonlandırdı ve "Öcalan'ın her gün uzmanlarca muayene edildiğini, bu muayeneler sırasında doktora bu yönde bir şikâyet belirtmediği" ifade edilerek takipsizlik kararı verdi. Bu karara yapılan itiraz da Yalova Ağır Ceza Mahkemesince reddedilince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru yapıldı.   ‘İmralı tecrit sistemi lağvedilmeli’   Kararı değerlendiren Halkların Demokratik Partisi (HDP) Batman Milletvekili ve İnsan Hakları ve Hukuk Komisyon Sözcüsü Ayşe Acar Başaran,  AİHM’nin bu kararla Türkiye'nin uyguladığı anti demokratik, hukuk ve ahlak dışı tecrit sistemini onaylamış olduğunu söyledi. Ayşe, "Tecridin bu kadar derinleştirilmesi ve uzun süredir Sayın Öcalan'dan haber alınamaması, şimdi de alınan bu kararla hem toplumda hem de bizde büyük kaygı uyandırmaktadır. Ne oluyor İmralı'da? Nasıl bir yönelim var? Kaygımız her geçen gün büyüyor. Özellikle Kürt halkı açısından da bu kaygının her geçen gün arttığını biliyoruz. Tehlikeli bir boyuta gelmeye başladı. İmralı tecrit sisteminin bir an önce lağvedilmesi gerektiğinin daha yüksek sesle dile getirilmesi gerekiyor” dedi.    ‘İmralı’nın Türkiye tarihindeki yerini de biliyoruz’   Ayşe, “Sayın Öcalan 9 Ekim 1998’de uluslararası bir komployla Suriye’den çıkarıldı. 15 Şubat 1999’dan bu yana da 20. yılını devirecek bir İmralı tecrit sistemiyle karşı karşıyayız. Dönemsel olarak aile ve avukat ziyaretleri, heyet ziyaretleri yapıldı ama 20 yıldır Sayın Öcalan İmralı Adası’nda mutlak bir tecrit sisteminde, mutlak bir tecrit altında tutulmaktadır. Türkiye tarihi açısından İmralı’nın yerini de biliyoruz. İmralı, Türkiye tarihinde politik kişiliklerin infazının gerçekleştirildiği hem siyaseten tasfiyesinin hem fiziki olarak tükenişinin sağlanması için kurulan bir cezaevi ve bir sistem olarak karşımızda duruyor” dedi.   ‘Tecrit derinleştirilip tüm topluma yaygınlaştırılıyor’   En basit ve sıradan hükümlünün bile aile görüşmelerinin yapılması, avukat görüşmelerinin sağlanması, dışarıyla bir şekilde iletişiminin gerçekleştirilmesi gibi temel hakları olduğunu dile getiren Ayşe, şöyle dedi: “Bu haklar hiçbir şekilde engellenemez. Bunlar hem Türk hukuk kurallarıyla hem de uluslararası hukuk açısından koruma altına alınan hak ve özgürlüklerdir. Ama bugün özellikle 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana sadece bir defaya mahsus olarak Sayın Öcalan ile görüşme yapıldı. Bu da siyasetçilerin açlık grevinin gerçekleşmesi sonucunda oldu. 11 Eylül 2016 tarihinden bu yana 2 yıldan fazla bir süredir Sayın Öcalan ile hiçbir görüşme yapılmamaktadır. AİHM kararından sonra ailenin görüşme talebi de başsavcılık tarafından reddedildi. Bu karar disiplin cezasına bağlanıyordu. Sayın Öcalan zaten tecritte ama bunun içinde birde disiplin cezası uygulandığı şeklinde bir karar var elimizde. Bu iki kararın aynı döneme denk gelmesi tesadüfi değildir. 1998 yılında Sayın Öcalan’ın Suriye’den çıkarılışı bir uluslararası komplo ise veya Türkiye’ye teslim edilmesi Türkiye’nin derin devleti, Ergenekoncuları ve o dönemin iktidarı ile ortaklaşa geliştirilen bir komploysa; bugün tecridin derinleştirilmesi ve İmralı’dan başlayarak bütün topluma yaygınlaştırılmasının sadece AKP iktidarının inisiyatifi ve sorumluluğunda olmadığını düşünüyoruz.”    ‘Uluslararası komplo halkları birbirine kırdırma politikasıdır’   Tecridin sadece İmralı’da uygulanan bir sistem değil Türkiye’de uygulanan bir sistem haline geldiğini vurgulayan Ayşe, “Aslında özünde tecrit konusu da Kürtler üzerinde gerçekleştirilen soykırım politikaları, Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’daki savaşın, çatışmanın derinleştirilmesi üzerinden birçok gücün ortaklaştığının göstergesi olarak karşımızda duruyor. Bugün halkların bir arada yaşama umudu, halkların gelecekteki barış umudu, halkların çözüm umudu tecrit altındadır. Öcalan hem uluslararası komployu değerlendirirken hem kendisinin İmralı’da kalışını değerlendirirken bunun kendisine yönelik bir saldırı olmasının yanında halkları birbirine kırdırma politikasının bir parçası olduğunu kendi sözleriyle ifade etmişti. Bunun ne kadar gerçekçi olduğunu bir kez daha görmüş olduk” ifadelerini kullandı.    ‘AİHM’in kararı geri alması gerekiyor’   AİHM’in kararı geri alması gerektiğini belirten Ayşe, sadece Türkiye’ye, AKP iktidarına değil uluslararası kurum ve kuruluşlara da seslenmek gerektiğini dile getirdi. Ayşe, “Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) görevini ve sorumluluğunu bilerek Sayın Öcalan’ın da sıradan bir kişilik olmadığını, milyonlarca kişinin iradesi olarak kabul ettiği bir kişilik olduğunu, Ortadoğu ve Kürdistan’daki çözümün anahtarı olduğunu bilmesi ve derhal harekete geçmesi gerekiyor. AİHM’in bu kararı geri alması gerekiyor. Bu karar, hukuksuzluğun meşrulaştırılması anlamına geliyor. Hukuki olarak meşrulaştırabilirler belki ama toplum nezdinde meşru olmayan bir durumdur” diye konuştu.