Gülistan Kılıç Koçyiğit: CPT işkenceyi izleme komitesine dönüşüyor 2024-02-27 14:30:29     ANKARA - DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, birinci gündemlerinin PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit olduğunu belirterek CPT’nin işkenceyi izleme komitesine dönüştüğüne dikkat çekti.    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında gündemdeki konuları değerlendirdi. Gülistan en temel ve değişmez gündemlerinden birinin cezaevleri gündemi olduğunu özellikle de İmralı Cezaevi’ndeki 25 yıllık tecrit hali ve son üç yıllık mutlak iletişimsizlik halinin temel gündemlerinin başında geldiğini belirtti.    ‘Tecrit kaldırılmalı’   Kürtler ile ülkedeki demokrat ve gerçek muhalif kesimlerin tecridin kalkması için mücadele verdiğini kaydeden Gülistan, tecridin hem Türkiye’nin ulusal hukukunda hem de uluslararası hukukta bir hukuksuzluk içerdiğine dikkat çekti. Gülistan, “Bunun için de tecrit hızlı bir şekilde ortadan kaldırılması gerekiyor” dedi.    ‘Öcalan asli ve birinci muhataptır’   Gülistan, açıklamasında devamında sözlerini şöyle sürdürdü: “Kürt halkı ve dünya halkları sayın Öcalan’ın sağlığını ve güvenliğini merak ediyor. Çünkü sayın Öcalan sıradan biri değil. Kendisi Kürt sorununun demokratik çözümünde asli muhatap ve birinci muhataptır. Kürt sorununun çözülmesi için tecridin kalkması gerekiyor. Bunun olması için de hem cezaevlerinde hem de sokaklarda, meydanlarda bir eylemsellik olduğunu ifade etmek gerekiyor.    Barış çağrılarına duyarsız bir iktidar var    Biliyorsunuz cezaevlerinde başlayan ve bugün 93’üncü gününe varan açlık grevi eylemi var. Barış Annelerinin  açlık grevleriyle dayanışmak için başlattığı Adalet Nöbeti eylemleri var. Yine partimizin de içinde olduğu birçok partinin, demokratik kitle örgütünün 1-15 Şubat tarihleri arasında yaptığı ‘Özgürlük Yürüyüşü’ vardı. Bununla birlikte uluslararası hukukun bu kadar duyarsız kalmaması için AİHM’ye yapılan 9 başvuru var. Yani 74 ülkede başlayan ve gittikçe büyüyen uluslararası düzeyde bir yürüyüş var; ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” kampanyası var. Yine Türkiye’de aydınların, yazarların, sanatçıların içinde olduğu ‘Barışa Ses Ol’ kampanyası başlamıştı ve bununla beraber Diyarbakır’da Kürt sorununun çözülmesi için STK ve demokratik kitle örgütleri yan yana geldi. Bu çağrılar çok çeşitli mecralardan, kanallardan ve toplumun hemen hemen her kesimden yükselen çağrılar. Ne yazık ki, bütün bu çağrılara duyarsız ve bu çağrıları görmezden gelen bir iktidar var.    Kürt sorunu demokratik yollarla çözülmelidir    Yarın 28 Şubat ve Dolmabahçe Mutabakatının yıldönümü. Dolmabahçe Mutabakatı’nın fotoğrafını hep beraber hatırlayalım. Türkiye’de barışa dair umudun nasıl yükseldiğini, Türkiye’de yaşayan bütün halkların bütün inançların, bütün toplumsal kesimlerin barış umudu etrafında, barış ikliminde nasıl buluştuklarını hatırladığımızda; aslında bugün AKP’nin tecritle ne yapmaya çalıştığını da görüyoruz. Evet, barış umudunu yok etmek, barış iklimini ortadan kaldırmak istiyorlar. Ama biz ifade edelim; Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözmelidir.  Bunun yolu da Sayın Öcalan’a yönelik uygulanan tecridin ortadan kaldırılmasıdır. Kürt sorununda birincil asli muhatap olarak yeniden masanın kurulması ve masaya tarafların oturmasıdır. Bu çağrımızı yenilemek istiyoruz. Tabi tecridin çok boyutlu olduğunu ifade ettik, en önemli boyutlarından birisi de aslında uluslararası toplumda, uluslararası kurumların buna yönelik itirazları artarken bir kurumun sessizliğini anlamakta gerçekten zorlanıyoruz.    CPT işkenceyi izleme komitesine dönüşüyor   Geçenlerde CPT heyeti Türkiye’ye gelmişti. Ama ne yazık ki CPT heyeti İmralı Ada Cezaevi’ne gidip oradaki mahpuslarla bir görüşme gerçekleştirmedi. CPT neydi, işkenceyi önleme komitesiydi. Ama CPT giderek işkenceyi izleme komitesine dönüşüyor. Bu da tabi ki bizim kaygılarımızı arttırıyor. O anlamıyla özellikle Avrupa’daki uluslararası toplumun Türkiye’deki hukuksuzluklara göz yuman, Türkiye ’yeki hukuksuzlukları görmezden gelen, özellikle de tecride sessiz kalan halini aslında bizzat evrensel değerleri ortadan kaldırdığını ve bu değerlerin bu kurumlar eliyle altının oyulduğunu, altının boşaltıldığını da ifade etmem gerekiyor. Bir kez daha demokratik kamuoyuna uluslararası topluma bu ülkede barıştan, adaletten, eşitlikten yana olan herkese çağrımızı yenilemek istiyoruz. Gelin Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümü için elimizi taşın altına koyalım. Gelin tecridin kalkması için hep beraber yan yana duralım ve mücadele edelim.    Pratikte ne yaptığını aktaracağım    AKP yargı paketleriyle hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını, temel hak ve özgürlükleri paketleyip götürdü. Meclis gündeminde bu hafta yargı paketi var. AKP 41 maddelik yargı teklifini AKP yine torba şeklinde hazırlayıp getirdi. Ama bunun öncesinde metinden size alıntı yaparak AKP’nin aslında metinlerde neler yazdığını, nasıl bir vizyon çıkarmaya çalıştığını, pratikte ne yaptığını aktaracağım. Adalet Bakanlığı’nın Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde şöyle bir açıklama var;  ‘Hukuk devletinin güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, etkin ve hızlı işleyen bir adalet sisteminin oluşturulması amaçlanmıştır’ Yine yargı reformu strateji belgesinde öne çıkan önemli birkaç başlık; ‘Hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesi, sistemin şeffaflığının artırılması, yargısal süreçlerin basitleştirilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması, savunma hakkının güçlendirilmesi ve makul sürede yargılama hakkının korunması..’ Ne kadar güzel. Muazzam sözler değil mi? Peki pratikte ne oluyor? Bu reform kapsamında 8’inci Yargı Paketi Türkiye Meclisi’ne getirildi. Bu paketlerle hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını, temel hak ve özgürlükleri AKP paketleyip götürdü. Peki gelen paketler neye yaradı? Bedenden et koparırcasına hak ve adaletin koparılması, bir parçanın daha yitirilmesine yol açtığını ifade edebiliriz. Bırakın hak ve özgürlükleri geliştirmeyi. Her gelen paket hak ve özgürlükler sınırlandırıldı ve aslında temel haklarımız askıya alındı.    Paketin içinde ne var?   8’inci Yargı Paketi’ni getirirken çok ağdalı laflar edildi peki paketin içinde ne var.  AYM’nin iptal ettiği bütün maddeler daha farklı şekilde ifade edilerek, paketin içerisine yedirildiğini görüyoruz. Meclis şuanda anayasasızlığı alet edilmiş. Yargı darbesi Meclis eliyle devam ettirilmeye çalışılıyor. Ve AKP bu yargı paketlerini getirerek, aslında AYM’yi tanımadığını, AYM’nin şu maddede düzenleme yapın demesine rağmen o maddelerde ısrar ettiğini görüyoruz.   Önemli madde     Fakat önemli olan ve altını özellikle çizmek istediğim bir madde var. 220/6 maddesi. Yani ‘örgüte üye olmamakla beraber örgüt adına suç işleme’ Bu madde ne zaman getirilmişti? Zamanın cemaatçileri etkinken beraber o yolları yürüdüklerinde bu düzenlemeleri getirildi. Sonrasında 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Cemaatçiler şimdi cezaevlerinde. Ama cemaatin aklı AKP’nin devamında. AKP şu an cemaatin aklıyla yol yürüyor. Yeni bir nizam, yeni bir düzen oluşturmaya çalıştığını biliyoruz. 220/6. maddeye baktığımız zaman toplumun en temel haklarının askıya alınmasının maddesi olduğunu ifade edebiliriz. Basın toplantısına katılmaktan yürüyüş yapmaya yani anayasal bütün haklarını kullanan kişiler, AKP’nin hoşuna gitmediği zaman çok hızlı bir şekilde sanık sıfatıyla kendilerini adliyede, mahkeme salonlarında buluyorlar. Ve bunun üzerinden demokratik siyaset dizayn ediliyor. . Bu anlamda tüm bu düzenlemeye bakıldığında; toplum yararına olmadığını yeniden ifade edelim.   Kesinlikle kabul edilemez    Paket içerisinde önemli bir düzenleme daha var ve Truva atı gibi toplumdan gizlemeye çalışmışlar. Düzenlemeye göre; fıkra içerisinde sayılan suçlarda bir şirketin faaliyetleri çerçevesinde işlendiğine dair yargısal bir süreç başlattığında; şirkete TMSF tarafından yönetici atanabilecek. Bu yöneticiler fon yönetimince atanan kayyımlara AİHS başta olmak üzere anayasaya ve en nihayetinde hukukun temel ilkelerine aykırılık da tam sorumsuzluk zırhıyla kuşanmış oluyorlar. Ne demek istiyorum? Yani bir şirkete ki geçmişte de oldu; biliyorsunuz cemaatin birçok şirketine kayyım atandı. Sonrasında bütün bu kayyımların yaptığı işlemlerin aslında korunduğunu görüyoruz. Yani bir kişi o suçlardan beraat etmiş olsa da, o şirket o suçtan beraat etmiş olsa bile döndüğünde mal varlığını harcamış, kayyımın hepsi. Malvarlığını tasfiye etmiş olsa, şirketini zarara uğratmış olsa bile bunlara yönelik bir soruşturma ve kovuşturma açılmadığını ve aslında tam bir yargı zırhıyla korunduklarını, neredeyse bir dokunulmazlar haline getirildiklerini görüyoruz. Bunun kesinlikle kabul edilemez olduğunu ifade edelim.    YSK darbesi   Son başlığımız YSK darbesi. Yargı darbelerine alıştık ama artık yavaş yavaş YSK da darbe yapmaya heveslendi. Baktı ki ortamda adalet yok, hukuk yok kendine durumdan vazife çıkarmış olmalı ki bizim Iğdır’daki adayımızın başvurusunu hukuksuz bir şekilde engelledi. Mehmet Nuri Güneş’in adaylığını reddetti. Ne için reddetti biliyor musunuz? Mehmet Nuri Güneş daha önce örgüt üyeliğinde ceza almış, sonrasında memnu hakların iadesi belgesini almış, YSK’ya başvurmuş. Normal şartlarda adaylığı önünde herhangi bir engel yok ama oradaki YSK diyor ki ‘evet sen memnu hakların iadesi belgesini almış olabilirsin ama ben senin adaylığını uygun görmüyorum.  Çünkü sen bir zamanlar örgüt üyeliğinden ceza almışsın diyor’ Ve aslında bu ülkedeki bütün hukuksal düzenin ortadan kaldırıldığının fotoğrafını da çekmiş oluyor.    Tüm itirazlarımızı yaptık    Sadece Iğdır Belediye Eş Başkan adayımız değil, aynı zamanda Hoşhaber Belde Belediye Eşbaşkan adayı Emine Yöndem Kartal ile 4 İl Genel Meclis adayının başvurularını da reddetti. Biz bütün itirazlarımızı, başvurularımızı yaptık. Bu hukuksuzluğun elbette ki tüm itiraz süreçleriyle takipçisi olacağız ama şunu da söylemek gerekir; YSK bu hakkı nereden buluyor? YSK kimdir? Bu cüreti nereden buluyor? Daha önce de bu tarz şeyler yapıldı. Bizim birinci olduğumuz, kayyımlarla elimizden alınan, gasp edilen belediyelerimize 50 bin kaçak seçmen taşınmış. 50 bin güvenlik gücü getirilmiş. Oradaki halkların iradesine darbe vurulmaya çalışılıyor. Ve bütün itirazlarımıza mevcut YSK sessiz kalıyor. Bunlar haksızdır, hukuksuzdur, kentin iradesinin yansımasının önünde engeldir. Bu nedenle de bu sahte seçmenleri iptal ediyorum demiyor ama memnu haklarını iade belgesi olduğu halde bizim belediye Eş Başkan adayımızın adaylığını iptal ediyor.  Sarayın memurları çok. YSK’nın sarayın emrinde olduğunu, AKP’nin emrinde olduğunu iyi biliyoruz.    Sokakta mücadelemizi sürdüreceğiz    YSK ve saray şunu iyi bilsin ki biz ne YSK’nin ne sarayın ne AKP’nin ne de onun emir eri haline gelen yereldeki mülki idari amirlerinin baskılarına boyun eğecek değiliz. Halkımız dün    Geceden beri Iğdır’da halk sokağa çıkmış durumda.  Bu hukuksuzluk giderilinceye kadar da sokakta mücadelemizi devam ettireceğiz. Elimizden geleni yapacağımızı, mücadele edeceğimizi, asla teslim olmayacağımızı da buradan bir kez daha belirtmek istiyorum. Ve direnen, iradesine sahip çıkan belediye sevgili eş başkan adayı Mehmet Nuri arkadaşımızın yanında duran Iğdır halkına da partililerimize de buradan selam ve sevgilerimi göndermek istiyorum. Aynen onların söylediği gibi; hak verilmez alınır, bu mücadeleyle olur, bu hukuksal direnişle olur ve bütün bu oyunları boşa çıkararak olur.”