'Kürt meselesinin çözümsüzlüğü darbe mekaniğini canlı tuttu' 2024-01-05 11:06:13   ANKARA - DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, Yargıtay’ın tutuklu TİP Hatay Milletvekili Can Atalay kararını değerlendirerek, “30 Ekim 2014 tarihindeki MGK kararı ve ardından 24 Temmuz 2015 tarihinde barış ve çözüm sürecinin yok edilerek yeniden Kürt sorununda güvenlikçi anlayışın devreye girmesiyle başladığını ifade etmek gerekiyor” dedi.   Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, gündemdeki gelişmelere ilişkin Meclis’te düzenlediği basın toplantısında konuştu. Toplantıda, Silopi’de katledilen üç Kürt kadını anarak başlayan Gülistan, Koç Üniversitesi’nde Kürt-Alevi olduğu için işkenceye uğrayan üniversite öğrencisi ile iletişimde olduklarını belirtti. Gülistan, “Bu olayların münferit olmadığını sistemin aslında sistematik olduğunu ve bu şiddet üretenin de en başında AKP-MHP iktidarının geldiğini biliyoruz. Her gün Kürt’e, Alevi’ye, sosyaliste, devrimciye, kadına ve LGBT+ bireylerine yönelik nefret söylemlerinin bu ülkedeki şiddeti olağanlaştırıp yaygınlaştırıldığını ve hayatın her alanını şiddetle kuşattığını göstermesi açısından da önemli” dedi.   ‘Yargıtay yargısal darbeye bir kez daha imza attı’   AYM’nin verdiği kararların Yargıtay tarafından uygulanmamasına ilişkin “Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi bir yargısal darbeye imza atarak haddini ve sınırlarını aşan bir karara imza koymuş oldu” diyerek,  “Biz bu darbe sürecini çok uzun bir süredir yaşıyoruz. Aslında Kürt sorunundaki çözümsüzlük meselesinin sürekli darbe mekaniğini canlı tuttuğunu çokça ifade ettik bu kürsülerde. Ama bu darbe mekaniğinin bugün son 7-8 yıllık sürecin başlangıcını oluşturan 30 Ekim 2014 tarihindeki MGK kararı ve ardından 24 Temmuz 2015 tarihinde barış ve çözüm sürecinin yok edilerek yeniden Kürt sorununda güvenlikçi anlayışın devreye girmesiyle başladığını ifade etmek gerekiyor. Bu başlangıcın bir gerekçesi de HDP’nin 7 Haziran başarısı olduğunu altını çizmek gerekiyor. Bu ülkede Kürtlerin, demokratların, sosyalistlerin ittifakıyla 80 milletvekilinin Meclis’e girmesi müesses nizamı ve onun bekçilerini oldukça ürküttü. Hızlı bir şekilde kırmızı alarm vererek Kürt düşmanı bir ittifakı hayata geçirdiler ve o gün bugündür de başta Kürt halkı olmak üzere demokratik siyasete ve tüm alanlara saldırılar olduğunu biliyoruz. Ne yapıldı? 20 Nisan 2016 tarihinde bu Meclis anayasaya aykırı olduğu halde milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırdı. O zaman anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz diyenlerin bugünkü anayasal krizi de devlet krizi de emeklerinin olduğunu aslında payları olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. O gün bu yargısal darbeye bu hukuksuzluğa geçit verilmeseydi sırf Kürt’tür diye, sırf demokratik siyaseti temsil ediyor diye HDP’li milletvekillerini, bizim arkadaşlarımızın dokunulmazlıkları kaldırılmasaydı bugün belki de bunları konuşmuyor olacaktık” sözlerini kullandı.   ‘Bizim dışımızda bu karanlığı aydınlatmaya çalışan yok’   AKP-MHP iktidarının yargı darbelerini sıralayan ve tutuklamaları hatırlatan Gülistan, “İşte bu nedenle bu ülke 7 Haziran 2015’ten sonra büyük bir karanlığın içine gömülmüş durumda. Bu karanlığı bizim dışımızda da aydınlatmaya çalışan bizler yani DEM Parti, HDP, demokratik toplumun dışında buna karşı duranlar olmadığını ne yazık ki görüyoruz. Bütün bunları yakından takip ediyoruz. Bu nedenle bu kadar darbeye maruz kalmış, yargısal darbelere maruz kalmış bir parti olarak bugün yaşanan sürecin aslında çok önceden geldiğini ifade etmiştik. Bugün de bunun altını bir kez daha çizmemiz gerekiyor. Tabi ki yargıdaki mesele sadece bize yönelik kumpaslar ve darbelerle sınırlı değil. Aslında liyakatsizin başını alıp gittiği, çürümenin, çeteleşmenin ve artık borsaların yargıda borsaların konuşulduğu bir yargısal çürüme sürecinin içinden de geçtiğimiz ifade etmemiz gerekiyor” diye belirtti.   Gülistan devamında şöyle konuştu:    “Bu anlamıyla, Kürtlerin Gezi davası eliyle Türkiye'deki muhaliflerin, Boğaziçi Üniversitesi'nin, bu ülkenin aydınları ve demokratik yüzlerine yönelik bütün bu saldırılar bugün artık sona gelmiş durumda. Mehmet Uçum’un müjdelediği şekilde ifade ederken ki biz satır aralarından okuyoruz şöyle diyor. ‘Biz başkanlık sistemine geçtik kendimiz açısından yeni bir düzeni kurduk ama bu düzenin içerisinde hali hazırda önümüzde engeller var. AYM bazen hoşumuza gitmeyen kararlar alıyor onun için AYM’nin de Anayasa’nın da değiştirilmesi gerekiyor.’ AYM’nin itibarsızlaştırılması, yetkilerinin gasp edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Mehmet Uçum bunu kimin adına söylüyor. Çünkü dün AKP sözcüsü Ömer Çelik’in bir açıklaması vardı. Yine Erdoğan’ın da aynı şekilde yaptığı açıklaması vardı. Bu tartışma ve çelişkide iki yüksek yargı kurumu arasındaki çelişkide hakemim diyordu. Bu bir maç değil, bu bir maçsa bu topluma karşı oynadığınız bir maç. Bütün toplumun muhaliflerin elini kolunu bağlamışsınız, kaleciyi kale duvarına sabitlemişsiniz ve tek taraflı oynadığınız şikeli bir maçtır. Eğer hakemsen ‘Mehmet Uçum’un açıklamalarını kim yazıyor, Mehmet Uçum adına kim konuşuyor’ sorusunu da sormamız gerekiyor.   Siyasi mühendislik   Sadece yeni bir hukuksal düzenin kurulması gerektiğini ifade etmiyor. Henüz HDP kapatma davasında karar vermediği için son yerel seçimde HDP’ye yapılan hazine yardımı nedeniyle AYM’yi terörün finansmanıyla suçlayacak akıldan, izandan, sağduyudan yoksun açıklamalar yapıyorlar. Bir karar vermeleri gerekiyor bu tartışmanın içinde Saray’ın nerede durduğunu çok iyi biliyoruz. Saray bizzat taraftır. Kendi yeni rejimini kurmak, tek adam rejimini sağlamlaştırmak açısından bu iktidara dikensiz gül bahçesi yaratmak açısından Saray’ın taraf olduğunu Erdoğan’ın taraf olduğunu biliyoruz. Tek taraf olanlar onlar değil özellikle grup ve kürsü konuşmalarında AYM’ye parmak sallayanlar partimizin kapatılması için oradan emir ve talimat verenler ve bugün aslında Yargıtay’ın birçok dairesinde ve özellikle 3’üncü Ceza Dairesi’nde etkin olduğunu bildiğimiz siyasi partinin de bu işin bir tarafı olduğunu siyasi mühendislik yaparak ülkeyi başka bir yere taşımaya çalıştığını da çok iyi biliyoruz.   Artık ortada bir anayasasızlık hali var   Artık ortada bir anayasasızlık hali var. Ne yazık ki AYM de bu anayasasızlaştırma meselesinde bir taraftı, bu sürece katkı koydu. Bu sürecin parçalarını oluşturan bir yerde duruyordu ama gördüğümüz meselenin çok daha ileri boyuta gittiğini, Yargıtay’ın sadece AYM’ye değil, aynı zamanda halka meclise, Meclis Başkanına da parmak sallayan had bildiren bir noktaya taşındığını görüyoruz. Bunu kabul etmek buna sessiz kalmak mümkün değil. Biz de bunu kabul etmeyeceğiz, sessiz kalmayacağız. Bu anlamıyla, bu siyasi krizin bizim açımızdan bir yönüyle de aslında yaratılmak istenen bir kriz olduğuna dair de açıkçası şüphelerimiz olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Yani bir danışıklı dövüşün, bir kavganın seyircisi pozisyonuna da bütün toplumu ve siyasi getirmek isteyen bir anlayışı olduğunu da görüyoruz.   Faşizmi kurumsallaştıran bir anayasa yapmak istiyorlar geçit vermeyeceğiz   Ömer Çelik’in açıklamalarında bütün bu krizin asıl nedeninin mevcut anayasa olduğunu mevcut anayasa durduğu sürece bu krizlerin de artarak devam edeceğini ifade etmiş. Şunu söyleyelim, yeni bir anayasa tartışması Türkiye’nin en temel tartışmalarından biridir. Biz de yeni demokratik çoğulcu, özgürlükçü, özgürlükçü laiklik ilkesine sahip bir toplumsal sözleşmenin, anayasanın yapılması gerektiğini çokça ifade ettik. ama bu anayasa meselesinde AKP’nin kafasının arkasındaki anayasanın asla çoğulcu demokratik anayasa olmadığını tam da bu sürecin içerisine bakarak görebiliriz. Yapmak istedikleri şey yeniden 12 Eylül anayasasını aratacak daha otokratik, daha despotik daha bütün temel hak ve özgürlükleri tırpanlayan bir anayasa yapmak istiyorlar. Bu, yeni yönetimi daha kalıcı hale getiren, faşizmi gittikçe kurumsallaştıran bir anayasa yapmak istiyorlar. Bu anlamıyla da bu krizi yeniden Allah’ın bir lütfu olarak gördüklerini ve bu kriz üzerinden de yeni anayasa tartışmalarını ilerletmeye çalıştıklarını açık ve net bir şekilde görüyoruz. Bu anlamıyla da buna geçit vermemek gerektiğini ifade edelim.   Gelin bu darbeye hep beraber direnelim!   Şimdi bu bir karanlık dehliz, bu bir karanlık eşik. Türkiye çok yakın dönemde aslında birçok dönemeçten geçti, birçok kritik aşamadan geçti. Örneğin; 7 Haziran 2015 bu eşiklerden birisiydi. Bir taraftan barışın, demokrasinin aslında tercihini yapmıştı bütün Türkiye halkları ve gerçekten o yoldan gidilseydi bugün Türkiye bambaşka bir yerde olurdu. Ama diğer taraftan güvenlikçi, savaştan, askeri operasyonlardan medet uman, yeniden Kürt sorununun çözümsüzlüğünden beslenen bir yol vardı. Ne yazık ki AK iktidarı bu yolu tercih etti. O gün bugündür de Türkiye ne yazık ki düze çıkamıyor. Şimdi yeni bir yol ayrımındayız. Ya hep beraber bu ülkedeki yurttaşlar olarak, bu ülkedeki siyasetçiler olarak, bu ülkedeki her bir yurttaşın temel hak ve özgürlüklerini savunacak, anayasal devlet düzenini savunacağız ya da bu büyük karanlık ve kötülük kendini gittikçe büyütecek ve bütün ülke sathına yayılarak yeni bir anayasal düzeni bize dayatacak. Bunun içerisinde her birimiz kaybolup gideceğiz. O anlamıyla biz bütün çağrımızı bütün Türkiye halklarına yapmak istiyoruz; gelin bu darbeye hep beraber direnelim. Bu çağrımızı Meclis’e yapmak istiyoruz. Meclis iradesine, halkın kendisine verdiği temsile sahip çıkması gerekiyor. Meclis’in onuruna sahip çıkması gerekiyor. Bugün Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi Meclis’e parmak sallıyor. Bugün Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, Meclis’e kayyım olarak atanmak isteniyor. Bu kayyımcı anlayışa karşı biz Meclis’in de onuruna, haklarına toplum adına Türkiye halkları adına sahip çıkması gerektiğini ifade ediyoruz.   Meclis Başkanı’na çağrı: Yargıtay’ın kararı Meclis’te okunmamalı   Bu yargısal krizin Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin kararının geçmişteki darbe muhtırılarından bir farkının olmadığını altını çiziyoruz. Bu kararın 28 Şubat muhtırasından 27 Nisan e muhtırasından hiç bir farkı olmadığını ifade edelim. O gün ‘bize karşı darbe yapılıyor diye bağıranlar ve o günün mazlumlarının bugünkü darbenin başında olup bütün topluma darbe yapıyor. Sayın Numan Kurtulmuş'a çağrı yapıyoruz, asla ama asla Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin kararı bu Meclis’te okunmamalıdır. Sizden de Meclis iradesini sahip çıkacak bir tutumu beklediğimizi ifade etmek istiyoruz. Bu işin bütün bu sürecin mağduru olan Hatay halkının iradesi olan Can Atalay var. Can Atalay hali hazırda hepimiz gibi seçildi, milletvekili olarak seçildi ama ne yazık ki yemin edemedi, milletvekili görevlerini yerine getirmiyor. Neden tutuluyor? AKP’nin aslında emelleri için AKP’nin bir yeni Türkiye inşası için aslında orada cezaevinde rehine pozisyonunda tutulmaya devam ediyor. Burada da bir kez daha AYM kararının derhal uygulanması ve Hatay milletvekili Can Atalay'ın derhal serbest bırakılması çağrısını yenilemek istiyoruz. Bu ülkedeki bütün toplumsal kesimleri darbeye karşı demokratik barışçıl gösteri hakkını, darbeye karşı direnmeye, ülkeyi karanlıktan çıkarıp aydınlığa taşımak için elin taşın altına koymaya davet ediyorum.”