HEDEP Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan: Siyasi darbeler devam ediyor 2023-11-03 11:02:00   ANKARA - Gündemdeki gelişmeleri değerlendiren HEDEP Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan,  4 Kasım 2016’da siyasi soykırımın üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen inatla mücadeleye kaldıkları yerden devam ettiklerini söyledi. Ayşegül, bugün DGM’lerin olmadığını ama uygulamaların aynı şekilde sürdüğünü ekledi.    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, gündemdeki gelişmelere dair, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Genel Merkez binasında basın toplantısı düzenledi.    ‘Önce halkların iradesi gasp edildi ve sonra bir dava kurgulandı’   Konuşmasına, yıllardır seslerin, sözlerin bir şekilde perdelenmeye çalışıldığını belirterek başlayan Ayşegül, hakikat ve adalet mücadelesinin sesi olmanın yalnız kendi çabalarıyla gerçekleşebilecek bir durum olmadığını, bu sesin, birlikte çoğaltılacağı ve büyütüleceğini söyledi. Ayşegül, “4 Kasım 2016 tarihinde hepimizin malumu olduğu üzere hatırlatmak ve unutturmamak ve bir daha vurgulamak için düzenledik bu basın toplantısını. Bir gece yarısı operasyonuyla partimizin Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, Grup Başkanvekillerinin de olduğu, yine milletvekillerinin de olduğu, 12 milletvekili gözaltına alındı ilk etapta, sonra 10 vekil tutuklandı. Daha sonra tutuklu HDP vekil sayısı arttı 15’e çıktı.  Önce halkların iradesi gasp edildi ve sonra bir dava kurgulandı. Sonra kurgulanmış bu dava HDP’nin kapatılmasına gerekçe yapıldı. Bu gayretin ve kurgulanmış bu dava üzerinden neden hala sürmekte olduğunu görüyoruz” dedi.    ‘7 yıldır devam eden bir siyasi darbe var’   Birkaç gün önce HDP eski milletvekili Hüda Kaya’nın Kobanê soruşturması iddiasıyla gözaltına alındığını anımsatan Ayşegül, Hüda Kaya ile bir gazeteci olarak söyleşi yaptığında 28 Şubat’ta yaşadığı mağduriyeti anlattığını hatırlattı. Ayşegül, “Ama bugün geldiğimiz noktada en son 28 Şubat darbecileri tarafından hapsedilen Hüda Kaya bugün o günleri değiştireceği iddiasıyla iktidar yolculuğuna çıkan iktidar tarafından tekrar hapsedildi. Yalnızca bu bile bu davanın neden ve nasıl kurgulandığını anlatmak için önemli. 7 yıldır hız kesmeden devam eden siyasi bir darbeden bahsediyoruz. Bir partiyi yok etme, çökertme operasyonundan bahsediyoruz. Bu nedenle de Kobanê Davası’na kumpas davası diyoruz. Siyasetçilerimiz uzun tutukluluk sürelerine rağmen hala hapisteler. AİHM ve AYM kararları tanınmıyor. Bu artık yalnızca HDP’lilere ya da HDP’de siyaset yapmış ya da yapmak isteyenlere yönelik bir operasyon dalgası olmaktan da çıktı. Bir kartopu gibi büyüyor ve ülkenin her yerine yayılıyor” diye belirtti.    4 Kasım öncesi neler yaşandı?   4 Kasım 2016 tarihinde neler olduğunu aktaran Ayşegül, siyasi darbe öncesi 2013 çözüm süreci ve 7 Haziran 2015 seçimlerinin hatırlanmasında fayda olduğunu ifade etti. Ayşegül, “2013’te Türkiye’de belki ilk defa yıllar sonra, yani 90’lı yıllar, 2000’li yılların başında da bir takım çözüm arayışları olmuştu ama yıllar sonra ilk defa Kürt meselesinin çözümünde çok aktörlü, asıl muhataplar dikkate alınarak ve onlarla görüşülerek bir diyalog zemini oluşturulmaya çalışılmıştı. Ve bu zemin 7 Haziran 2915 seçimlerinde HDP’nin de yüzde 13’leri aşan bir oy potansiyelini ortaya çıkardı. Bu ülkede demokrasi, özgürlük, eşitlik, hakikat, adalet için mücadele edenler 7 Haziran 2015’de çok önemli bir şeye imza attılar. Yıllarca Kürtler ve demokrasi güçleri ile onların temsiliyeti parlamentoda yer almasın diye bu ülkede dünyanın en yüksek barajı uygulandı. Ve o baraj alaşağı edildi. Şimdi tam böyle bir iklimde iktidar çoğunluğu kaybedince ne oldu? 7 Haziran seçim sürecini ve seçim sonuçlarını tanımadı. Yeniden bir seçim yapıldı, çözüm süreci cumhurbaşkanının deyimiyle ‘buzdolabına kaldırıldı’, DBP’li 102 belediyeden 94’üne kayyım atandı, açık bir kayyım rejimine geçildi, kentlerde aylarca süren sokağa çıkma yasakları ilan edildi, yüzlerce parti çalışanı ve siyasetçi tutuklandı” sözlerini kullandı.   ‘4 Kasım ile birlikte otoriterleşme zemini oluşturuldu’   Yapılan ikinci seçimin ardından, ülkedeki bütün derneklerin, sivil toplum örgütlerinin potansiyel bir hedef haline geldiğini, çocuk ve kadın dernekleri olmak üzere gazetelerin, radyoların, televizyonların kapatıldığına değinen Ayşegül, “Akademisyenler ihraç edildi, siyasetçiler ve gazeteciler hapsedildi. Bütün bunlar neyin göstergesi; çok ciddi bir savaş konsepti yeniden güncellendi ve bütün ülke adeta yeniden bir ateşe atıldı, çatışma ortamına sürüklendi, savaş siyaseti tekrar temel bir siyaset haline getirildi. Suruç, Diyarbakır ve Ankara katliamlarıyla ülke demokrasisinin, özgürlüklerin ve hukukun askıya alındığı yeni sürece girdi. 4 Kasım siyasi darbesini takiben Kobanê kumpas davası ve HDP’nin kapatılması davası ile bugün yaşadığımız otoriterleşme zemini oluşturuldu. Seçilmişler başta olmak üzere yüzlerce arkadaşımızın hala rehin tutulduğu bu darbe bir yanıyla da yüz yıllık Kürt sorununun çözümünde ısrarın sembollerinden biri haline geldi” ifadelerini kullandı.   Ayşegül’ün konuşmasının satır başlıkları şöyle;   “Bakın 30 yılda 10 parti. Gelip geçen 42 başbakan, 12 cumhurbaşkanı var. Sadece 90’lardan bugünlere gelmeye çalışırsak, 94’te DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı ve zorla gözaltına alınarak parlamentodan hapishaneye gönderildiler. Ve bu hapsedilme hali halen aydınlatılamayan 90’lar karanlığını daha da koyulaştırdı, daha derinleştirdi. 2 Mart 1994 darbesi olarak hatırladığımız darbe de, o dönem bir çözüm arayışının akabinde gelişti. Burada 1993 ateşkesini tekrar hatırlatmak isterim. Ve ne oldu? O günkü çözüm arayışı da köy yakmalarla, faili meçhullerle, insanların zorla yerinden göç ettirilmesiyle ve daha başka karanlık pek çok olayla birlikte yeniden sekteye uğratıldı, sabote edildi ve hala aydınlatılamayan o karanlık başka bir pratiği daha ortaya çıkardı.   Partimize selam verenler operasyonlarla karşı karşıya kaldı   İlk defa Türkiye’de bugün aşikar gibi görünen ama tekrar ediyorum aşikar değil henüz mafya devlet ilişkisi işte bugün en çok konuştuğumuz konulardan biri olarak, o günlerde en sık kullanılan yöntemlerden biriydi. Akabinde ne oldu? Oslo sürecine gelelim. 2009’da bu sefer KCK tutuklamalarıyla karşı karşıya kaldık. Belediye başkanlarımız, il genel meclis üyelerimiz, yöneticilerimiz neredeyse bu partiye selam verenler, sempatizanlar, yıllar süren bir operasyon dalgası ile ya tutuklandı ya sindirilmeye çalışıldı ya hapsedildi ya da sürgüne gönderildi, sürgün edildi. Demokratik siyasetin büyümesine tahammül edemeyenler işte bu karanlıktan beslenmeyi tercih edenlerdir. HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP, HDP, Yeşil Sol Parti ve son olarak da HEDEP. Tüm bu partiler niye kuruldu? Demokratik siyaset, diyalog, müzakere ve Kürt sorununda barışçıl çözüm istedikleri için. Eşit, özgür, adil, demokratik bir ülkede onurlu yurttaşlar olarak yaşamak istediğimiz için. Bunlardan dolayı partilerimiz kapatıldı, halkların iradesi ile seçilmiş vekillerimiz hapsedildi, sürgün edildi.    Siyasetimizin özeti vazgeçmemek ve inattır   Bu ülkede neredeyse yarım asır boyunca Kürtler ve demokrasi güçleri işte bu parlamentoya giremesinler, seslerini büyütemesinler, çoğaltamasınlar diye umudumuzu, güvenimizi ve dayanışma duygumuzu çalmaya çalıştılar. Bununla beraber pek çoğumuzun hayatına da kastedildi. Büyük bedeller ödeyerek bin bir emekle demokratik siyasetin önüne konulan bu engeller tek tek aşıldı ve bir tarih yazıldı. Demokratik siyasette ısrar ederek parlamentoya halkların, kadınların, gençlerin, emekçilerin, engellilerin sesi taşındı. Halklarımız yerel yönetimlerde söz, yetki ve karar sahibi oldu ve kendi kentlerini kendileri yönetmeye başladı. Özcesi Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak siyasetimizin özeti vazgeçmemektir, inattır, kararlı mücadele ve duruştur.   Kürt korkusu    4 Kasım 2016’nın yarın 7. yılını geride bırakacağız. Yıldönümü vesilesiyle bir kez daha vazgeçmeyeceğimizi, inadımızı sürdüreceğimize, bu kararlı mücadele ve duruşla geride bıraktığımız 30 yılda tüm engellere rağmen, kapatılan partilere, değişen iktidarlara, değişen savaş yöntemlerine rağmen bu vazgeçmeyişin hikayesini sizlerle paylaşmak istedik. Bizler acısını çekerek çok iyi biliyoruz ki Türkiye’nin yüzyılına damga vuran en önemli konu ise demokratik siyaset konusudur. Başka bir deyimle ifade etmek gerekirse bu korku yüzyıldır öteki olarak gördüğü kabul ettiği herkesi siyaset dışında tutmak için adeta bir kurum olarak canla başla çalışıyor. Korku yalnızca konuşmamızı engellemiyor, dayanışma duygumuzu ve bir araya gelişimizi de uzak tutmaya çalışıyor. Ne yazık ki bu durumun en açık biçimde görüldüğü alan da Kürt korkusu. Devlet tüm kriz anlarında ‘kendi normalini hissetmek’ için bu korkuyu devreye koyuyor. Kürtleri ve Kürtlerle birlikte Türkiye demokrasi güçlerini sürekli iç düşman olarak yaftalayıp onları siyasal alanın dışına itmeye çalışıyor. Kitleleri düşmanlığı etrafında toplayarak vaziyet almaya çalışıyor.   Kürt sorunu Türkiye’nin turnusol kağıdıdır   Kürt siyasetinin barışa yönelik bütün çabalarını çıkmaza sürerek bununla da kalmayıp cezalandırarak bu seferberlik diline tutunarak ‘kendi bekasını korumaya çalıştığını’ iddia ediyor. Kürt sorunu Türkiye’de demokrasinin turnusol kağıdıdır ve 30 yıldır bize bunu çok açık ve net bir şekilde göstermiştir. Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye’nin demokratikleşmesi imkansız bir hale gelmiştir artık. Yani esasında Kürt sorunu Türkiye’nin demokratikleşmeme sorunudur. Görmezden gelinerek çözülemeyeceği de bunca yaşanmışlıktan sonra hala anlaşılmamış olabilir mi olamaz. Dolayısıyla demokratik siyasetin büyümesine tahammül edemeyenler, rahatsız olanlar ısrarlı bir biçimde hala bu savaş konseptinden beslenmek istiyorlar.    Meclis Araştırma Komisyonu’nun raporunu hatırlattı   28 yıl önce 2 Mart 1994’te yaşananlara dair, Meclis Araştırma Komisyonu bir rapor hazırladı. Raporda 90’lı yıllarda terörle mücadelede, gayri nizami harp düzenine geçildiğine dikkat çekiliyor. Bundan daha açık bir tanımlama olamaz. Kürt sorununda çözüm umutlarının da tükenmesine yol açtığını söylüyor bu rapor. Meclisi Araştırma Komisyonu’nun raporuna rağmen bugün Kürt siyasetçiler, Türkiyeli siyasetçiler HDP’li siyasetçiler, seçilmişler, üyeler neden hala içeride? Bir 28 yıl daha mı beklemek için? Ya da raporlar yazıp bu tür itirafları yapmak için mi? Kobanê bir kumpas davası değilse ne davası olabilir. Bir intikam aracı olarak kullanılmıyorsa hukuken Kobanê davasını anlatmak mümkün değil. Onlarca duruşmasını takip etmiş gazeteci olarak da ve şu anda da HEDEP Sözcüsü olarak bir kez daha söylüyorum ki Kobanê  özellikle bazı süreçlerin siyasetine dönük bir intikam aracı olarak devreye konuluyor. Hukuken tarif etmek mümkün olmadığı gibi Kobanê kumpas davasını savunan avukatlar hukuken neredeyse savunma yapamayacak hale gelmiş durumdalar. O kadar absürt bir dava ile karşı karşıyayız. Bilinçli olarak sürdürülen, kaldırılan idam yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis gibi bir ceza getirildi.   DGM’ler yok uygulamalar aynı   Bir dönemler Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) vardı. O zamanlar, DGM’lerde DEP milletvekilleri yargılandı. Bugün DGM’lerin adı yok ama uygulamalar aynen olduğu gibi devam ediyor. İddianameleri yan yana koysanız yargılama süreçlerine baksanız o gün itirafçılar eliyle yapılanlar, korucular eliyle yapılmak istenenler bugün gizli tanık eliyle yapılmaya çalışılıyor ya da devletin neredeyse tüm kurumlarının davaya müdahil olmak istediği bir şekilde yapılmaya çalışılıyor. İşte tam da böyle bir günde bu tarihsel süreci ve vazgeçmeyişi yeniden hatırlatmak istedik.”