Sebahat Tuncel: Özgürlük isteyen herkes tecride karşı çıkmalı 2023-10-10 09:01:09     Habibe Eren   HABER MERKEZİ - Komplonun yıl dönümünde değerlendirmelerde bulunan siyasetçi Sebahat Tuncel, “AKP- MHP-Ergenekon ittifakı Türkiye'nin 2’inci yüzyılına Kürtsüz girmek ve 2’inci yüzyıl anayasasını Kürtlerin inkarı üzerinden şekillendirmek istiyor. Bu politika ise Türkiye'deki ekonomik siyasi krizi derinleşmesine kutuplaşmaya bir arada yaşama olanaklarının heba edilmesine yol açıyor. Türkiye'de demokrasi ve özgürlüklerin güvenceye alınmasını isteyen herkesin tecride, savaş politikasına karşı ses çıkarması gerekiyor” dedi.   PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo sonucu Türkiye'ye getirilişi üzerinden 25 yıl geçti. Bu süre zarfında Ortadoğu'da ve Türkiye'de denklemler değişirken Kürt sorunundaki çözümsüzlük ve bu çözümsüzlüğün yarattığı yıkım her geçen gün derinleşiyor. İmralı’da başlayan tecridin tüm Türkiye’ye yayılması ve tecrit politikasındaki ısrar demokratik hakların da giderek gerilemesine neden oluyor.   Kobanê Davası kapsamında Sincan Cezaevi’nde 7 yıldır tutsak bulunan Kürt siyasetçi Sebahat Tuncel, komplo ve tecridin geldiği noktaya dair JINNEWS’in sorularını yanıtladı.    “Komplo bir yandan Kürt sorununu çözümsüz bırakırken diğer yandan Ortadoğu'nun siyaset yapısına bir müdahaledir. 2010 yılında Tunus'ta başlayıp Suriye'de devam eden ve günümüze kadar devam eden Ortadoğu'da birçok ülkeye yönelik müdahalenin ilk taşları o dönem örülmeye başlanmıştır”   * Kürt sorunun yüzyıllık çözümsüzlüğünün en büyük nedenlerinden biri PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen tecrit olarak değerlendiriliyor. Tecridin başlaması da komplo süreci ile başlıyor. Bugün komplonun geldiği aşamayı nasıl değerlendirirsiniz?    Osmanlı'nın dağılma, cumhuriyetin kuruluş sürecinde Kürtler kritik bir rol oynamıştır. 1921 Anayasası bu işbirliğini esas bilerek kurucu bir anayasa olarak şekillenmiştir.  Yine o dönemde Meclis’te Kürtlere özerklik tanıyan bir yasa tasarısı da kabul edilmiştir; ancak 1924 Anayasası ile Kürtlere yönelik inkâr imha ve asimilasyon politikası anayasal bir düzlemde de temel politika olarak belirlenmiştir. Tabii ki Kürtler inkar imha ve asimilasyon politikasına karşı direnmiş, isyan ve direniş süreci yaşanmıştır. Kürtlere karşı yürütülen bu baskı zulüm politikası, sorunun derinleşmesine, on binlerce insanın yaşamını yitirmesine, zorunlu göçe, işkence ve insan hakkı ihlallerine, köy yakmalarına, faili meçhul cinayetlere yol açmıştır. Türkiye'de nüfusu 40 milyonu aşan Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı dilini kültürünü inancını özgürce kullanma, kendi kendini yönetme talepleri tüm baskı politikalarına rağmen güncelliğini korumaktadır. Coğrafyası 4'e bölünmüş 4 ulus devletin (İran Irak Suriye Türkiye) baskı zor asimilasyon politikasına maruz bırakılan Kürt halkı ve Kürdistan coğrafyası aynı zamanda Ortadoğu'nun demokratikleşmesi, barışın önünde de engel konuma getirilmiştir. Emperyalist güçlerin Ortadoğu'yu sürekli savaş, çatışma, kriz, kaos içinde tutmaları, bu yönlü politikaları da Kürt sorununda çözümsüzlük üretmektedir. 9 Ekim 1998'de uluslararası komplonun amacı da bu çözümsüzlük siyasetini sürdürmektir. Sayın Öcalan yol haritasında komplonun hedefini “şahsımda Kürtlerin özgürlük şansı teslim alınmak istiyordu” diye belirtiyor. Komplo bir yandan Kürt sorununu çözümsüz bırakırken diğer yandan Ortadoğu'nun siyaset yapısına bir müdahaledir.  2010 yılında Tunus'ta başlayan Suriye'de devam eden ve günümüze kadar devam eden Ortadoğu'da birçok ülkeye yönelik müdahalenin ilk taşları o dönem örülmeye başlanmıştır. Bu süreci paylaşım süreci olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Komplo ile yapılmak istenenin Kürt-Türk çatışmasını derinleştirmek olduğu, bu konuda İngiltere ABD İsrail başta olmak üzere NATO ülkelerinin rolü olduğu açıktır. Sayın Öcalan gerek savunmalarında gerek avukat görüşlerinde birçok kez Türkiye'de Kürt sorununun güvenlikçi politikalarla çözülemeyeceğini dile getirmiştir. Gören ve sorunu diyalogla çözmek isteyen liderler de uluslararası güçler ve onların işbirlikçisi olan yerel güçlerin işbirliği ile tasfiye edilmiştir.   Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit’in Kürt sorununda çözüm arayışları tasfiyeleri ile sonuçlanmıştır. Türkiye'de askeri -siyasi alanda kim sorunu diyalog ile demokratik ve barışçıl yollarla çözmek istemişse tasfiye edilmiştir. Tasfiyeyi yapan gladyo ile işbirliği yapan güç derin devlet olarak adlandırılmıştır. Günümüzde derin devlet ile hükümet işbirliği Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsında yürümektedir. Bu işbirliği Sayın Öcalan ile yürütülen diyalog müzakere süreçlerini sorunun barışçıl çözüm olanaklarını akamete uğratmıştır. 2013-2015 yılları arasında yürütülen diyalog süreci Dolmabahçe Mutabakatı ile müzakereye geçme aşamasında masanın devrilmesinde bu işbirliğinin etkisi büyüktür. Bu iş birliği Kürtlerin kültürel, siyasal, ekonomik varlığına yönelik geleneksel inkar imha ve asimilasyon politikalarına dönüşmüş, çözüm için büyük emek ve çabanın sahibi olan Sayın Öcalan üzerindeki ağır tecrit ve izolasyon mutlak tecride evrilmiştir.   “AKP- MHP-Ergenekon ittifakı Türkiye'nin 2’inci yüzyılına Kürtsüz girmek ve 2’inci yüzyıl anayasasını Kürtlerin inkarı üzerinden şekillendirmek istiyor. Bu politika ise Türkiye'deki ekonomik siyasi krizin derinleşmesine, kutuplaşmaya bir arada yaşama olanaklarının heba edilmesine yol açıyor. Türkiye'de demokrasi ve özgürlüklerin güvenceye alınmasını isteyen herkesin tecride, savaş politikasına karşı ses çıkarması gerekiyor.  Halkların barış ve özgürlükler için yan yana gelmesi veya gelmemesi Türkiye'nin geleceğinin nasıl olacağını belirleyecek”   * Tecridi ve etkilerini biraz açar mısınız?   Tecrit politikası ile Kürt sorununun çözümsüzlük politikası birbirinden bağımsız değildir. Tecrit Sayın Öcalan şahsında Türkiye halklarının barışını demokrasisini bir arada yaşama umudunu kırmayı amaçlıyor. Türkiye kendi anayasasını, yasalarını yok sayarak İmralı’da özel bir hukuk sistemi, işkence sistemini devreye koymuştur. Bu hukuksuzluk adım adım Türkiye'deki tüm cezaevlerine yayılmış durumdadır. AKP- MHP-Ergenekon ittifakı Türkiye'nin 2’inci yüzyılına Kürtsüz girmek ve 2’inci yüzyıl anayasasını Kürtlerin inkarı üzerinden şekillendirmek istiyor. Bu politika ise Türkiye'deki ekonomik siyasi krizi derinleşmesine kutuplaşmaya bir arada yaşama olanaklarının heba edilmesine yol açıyor. Türkiye'de demokrasi ve özgürlüklerin güvenceye alınmasını isteyen herkesin tecride, savaş politikasına karşı ses çıkarması gerekiyor.  Halkların barış ve özgürlükler için yan yana gelmesi veya gelmemesi Türkiye'nin geleceğinin nasıl olacağını belirleyecektir. 21’inci yüzyılda Kürt halkının Türkiye ve Ortadoğu halklarının savaş çatışma konumunda tutulması uluslararası güçlerin temel politikasıdır ama Türkiye'de bu politikayı derinleştirmektedir. Gelinen aşamada AKP ve ittifak kurduğu güçler, çözümsüzlük, tehdit kayyım savaş politikası Türkiye'yi daha da derin bir krizin içerisine sürüklemiştir. Demokratik hukuk düzeni ortadan kalkmış, çetelerin mafyanın siyaset üzerinde etkin olduğu, devletin devlet olmaktan çıktığı; yeni devletin temel kurumlarının işlevsiz kaldığı, demokratik hukuktan geçildiği, temel insan ve hak özgürlüklerin, siyaset yapma, örgütlenme hakkının gasp edildiği, milliyetçi, cinsiyetçi, militarist, tek adam rejimi olarak adlandırılan faşist bir yönetim anlayışının hâkim olduğu bir süreç yaşanmaktadır. AKP ve ittifak kurduğu gerici güçler bu süreci anayasal bir güvenceye kavuşturmak, cumhuriyetin ikinci yüzyılını tekçi, otoriter faşist bir rejimi kurumsallaştırmak için Kürt siyasi muhalefeti ile demokratik muhalefeti, kadın, gençlik, ekoloji hareketlerine yönelik devletin tüm baskı araçlarını devreye konmuştur. Bu politikalara karşı durmak, direnmek bu gidişatı durduracaktır. Barışı direnerek mücadele ederek kendimiz kurabiliriz. Beklemekle barış gelmez.   “Kamu güvenliği, kamu düzeni adına tüm demokratik haklar ve özgürlükler askıya alınmış Türkiye açık bir cezaevine dönüştürülmüştür.  Bu nedenle tecrit politikalarına itiraz etmek, karşı çıkmak sadece Sayın Öcalan’la alakalı değildir. Türkiye'de yaşayan halklar, kadınlar, gençler, işçiler kendi demokratik geleceği için kendi hak ve özgürlükleri için bir işkence uygulaması olan tecrit politikasına karşı çıkmak ve toplumsal barış hakların kadınların eşitliği ve özgürlüğü için mücadele etmelidir”   * PKK Lideri Abdullah Öcalan, Demokratik Ekolojik Kadın Özgürlükçü paradigmayı tecrit koşullarında ortaya attı ve bugün tüm dünyada kadınlar ve halklar tarafından tartışılıyor. Peki ekolojik kadın özgürlükçü paradigma ne kadar hayata geçti ya da  “varlık yokluk” tartışmalarının yapıldığı bu dönemde nasıl bir ehemmiyeti var?   Tecrit ve izolasyon politikası yukarıda da izah etmeye çalıştığım gibi Türkiye'de yaşanan ekonomik siyasi krizin temel nedenidir. Eğitim ve sağlığa insanca yaşam için gerekli olan ekonomik koşulların oluşturulması için harcanması gereken bütçe savaşa harcanmaktadır. Askeri harcamalar ve savunma sanayisine ayrılan bütçe ile mücadele ediyoruz adı altında meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysa barışın olması, Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözülmesi durumunda bu bütçe halkın kadınların çocukların temel ihtiyaçlarına ayrılacaktır. Sorun yalnız ekonomi de değildir. Türkiye'de hukuk düzeni ortadan kalkmış; uyuşturucu baronları, çeteler ve kadın katilleri sokakta elini kolunu sallayarak gezerken demokratik hak ve özgürlüklerini kullanmak isteyen kadınlar, emekçiler, Cumartesi Anneleri/ İnsanları ve Kürtler yasaklar gözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kalıyorsa anayasa ve yasalar kişiye özel uygulanır hale geldiyse İmralı işkence sisteminin ve Sayın Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecrit ve izolasyonun başat rolü vardır. İmralı’ da başlayan tecrit ve izolasyon politikası tüm Türkiye'ye yayılmış durumdadır. Kamu güvenliği, kamu düzeni adına tüm demokratik haklar ve özgürlükler askıya alınmış Türkiye açık bir cezaevine dönüştürülmüştür.  Bu nedenle tecrit politikalarına itiraz etmek, karşı çıkmak sadece Sayın Öcalan’la alakalı değildir.   Erkek egemen kapitalist sistem sadece kadınların değil tüm insanlığın geleceği için tehdittir. İlk eşitsizlik ilişkisi, ilk tahakküm, hiyerarşi ve sömürü kadın üzerinden gelişmiş, diğer tüm toplumsal eşitsizlikler kaynağını buradan almaktadır. O nedenle kadın özgürlük paradigması kadın kurtuluş ideolojisine taktik değil stratejik olarak yaklaşmak gerekir. 5 bin yıllık merkezi uygarlık sistemi ile birlikte gelişen sınıflı toplum gerçeği kendisini erkek egemenliği üzerinden inşa etmiştir. Neolitik dönemde yaşamın merkezinde yer alan, toplumsal yaşamın, düzenin kurucusu ve yürütücüsü olan kadın, merkezi uygarlıkla birlikte yaşamın dışına itilmiş cinsiyetçi politikalarla emeği bedeni sömürüye tabi tutulmuş suyu sürdüren ücretsiz ev işçisi emeği değersizleştirilmiştir.   “Her dönem kendi eylemini de yaratır. Dönemin ihtiyaçlarını karşılayacak eylemsellikler geliştirilmesi artık kendisini dayatmaktadır. Otoriter faşist sistem farklılıklara yaşam alanı tanımayan iktidarın baskı ve zulüm politikalarına karşı yaratıcı etkili ve tüm toplum tarafından benimsenecek kitlesel eylem etkinlikler için yeni yol ve yöntemler geliştirilebilir”   * Komplo sürdürülürken, tecrit var olan hukuk sisteminde yasal bir zemine oturtulmaya çalışılıyor. Bunun yanı sıra on yıllardır hem cezaevlerinde hem dışarıda tecridin sonlandırılması için çeşitli eylemler düzenleniyor. Siz de uzun yıllardır siyasette yer alan bir isim olarak bu eylemselliklerin kimi zaman öznesi kimi zaman şahidi oldunuz. Buna dair neler söylemek istersiniz?   Türkiye'de yaşayan halklar, kadınlar, gençler, işçiler kendi demokratik geleceği için kendi hak ve özgürlükleri için bir işkence uygulaması olan tecrit politikasına karşı çıkmak ve toplumsal barış, halkların, kadınların eşitliği ve özgürlüğü için mücadele etmelidir. Sizin de belirttiğiniz gibi dönem dönem bazı eylem ve etkinlikler olsa da bu eylemler sınırlı ve sürekli olmayan eylem etkinlikler olmakta ve tam anlamı ile istenilen sonucu vermemektedir.  Her dönem kendi eylemini de yaratır.  Dönemin ihtiyaçlarını karşılayacak eylemsellikler geliştirilmesi artık kendisini dayatmaktadır. Otoriter faşist sistem farklılıklara yaşam alanı tanımayan iktidarın baskı ve zulüm politikalarına karşı yaratıcı etkili ve tüm toplum tarafından benimsenecek kitlesel eylem etkinlikler için yeni yol ve yöntemler geliştirilebilir. Hedef doğru belirlenir ve toplumsallaştırılırsa sonuç alıcı olur diye düşünüyorum   * Jîna Emînî’nin katledilmesi sonrası başta İran olmak üzere tüm dünyada kadınlar “Jin jıyan azadi” sloganını haykırdı. Bu sloganın çıkışı ve yarattığı etkiyi bu paradigmayla açıklayabilir miyiz?   Tecrit koşullarında İmralı işkence sistemini aşarak kadınlara ulaşan  Jin Jiyan Azadi kavramsallaşması şimdi İran'da, Kürdistan'da Türkiye ve dünyada özgürlük sembolü haline gelmiştir. Haklı olmak yetmez haklılığımızın mücadelemizin direnişimizin toplumsallaşması gerekir. Kendini toplumsallaştıran fikir ve eylem pratik dönüşümü sağlar. Onun için “politik alanda kazanmadan hiçbir alanda kazanım olmaz” tespiti bir slogandan öte bir gerçekliği ifade etmektedir. Bizler kadının özgürlük ideolojisini politik alandan görünür kılmada önemli mesafe kat ettik. Siyasette, ekonomide kültür sanatta, sporda kadınların görünürlüğü arttı ancak AKP ve ittifak kurdu gerici güçler ilk olarak kadın kazanımlarını hedef aldı.     * Kapitalizmin, neoliberal politikaların her hücreye nüfuz ettiği böylesi bir dönemde kadın özgürlükçü bu paradigmanın yaşamsallaşması neleri değiştirir?   Kapitalist neoliberal politikalar kadını ucuz işgücü olarak görmekte, esnek güvencesiz çalışmaya mahkum etmektedir. Kapitalist sistem kadına annelik rolü üzerinden işçi üreten araç konumuna getirmekte; yaşamına, emeğine hiçbir değer vermemekte. Kadını nesneleştirerek her türlü sömürüye şiddete maruz bırakmaktadır. Kadınlar bir yandan evde patriyarkaya, diğer yandan kapitalist cinsiyetçi iş bölümünün yarattığı eşitsizliğe, baskıya karşı mücadele etmek zorunda.  Kadınların yaşadıkları çifte sömürü karşısında yapacakları şey örgütlenmektir.  Dikkat ederseniz; sınıf mücadelesi içerisinde, sendikalarda kadın örgütlenmesi yok denecek kadar az.  O nedenle de çalışma yaşamında cinsiyetçi politikalar, cinsiyetçi iş bölümü yaygın.  Milyonlarca kadın işsiz ya da ev işçiliğine mahkum edilmiş durumda. Türkiye'de yoksulluğun kadınlaşması,  Kürtleşmesi gerçeği çok uzun süredir tartışılıyor.  Bir de pandemi ve pandemi sonrası Türkiye'de yaşanan ekonomik krizin faturasının da başka kadınlar olmak üzere yoksul emekçi halkın omuzlarına yüklenmiş olması yaşanan durumu daha da çekilmez hale getirmiş durumda. Bu gerçekliği görerek hareket etmek, kendi geleceğimiz için kurtuluşumuz ve özgürlüğümüz için örgütlü kadın mücadelesini geliştirmek ve mücadelemizi toplumsallaştırmaktan başka seçeneğimiz yok. Özgür yaşam için mücadele ve direniş kendiliğinden gelmeyeceğine göre isyanımızı örgütlemek, geleceğimizi kendi emeğimizle kurmak bir seçenekten ziyade zorunluluktur.   Türkiye'de demokrasi ve özgürlüklerin güvenceye alınması demokratik hukuk ve düzenin sağlanması, yolsuzluk, yozlaşma, yoksulluk ve çürümenin önüne geçmek ancak toplumsal barışın sağlanması, demokratik standartların yükseltilmesi ile mümkündür. Bunun yolu da Kürt sorununun özgürlükçü çözümünden geçer. Kürt sorununun özgürlükçü çözüm yolu da İmralı'dan geçmektedir. İmralı işkence sisteminin mutlak tecrit ve izolasyonunun son bulması, barış umutlarını yeniden yükseltecektir.  Yukarıda da ifade ettiğim gibi barış istemek yeterli değil barış ve özgürlükler için emek göstermeyi, çaba harcamayı ve örgütlenmeyi zorunlu kılmaktadır. Türkiye'nin 2 Yüzyıl'ı demokratik cumhuriyeti inşa ederek demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapmak için Türkiye'nin tüm ezilenleri emekçileri, sosyalist, feminist hareketleri, ekoloji ve gençlik hareketleri Kürdistan'daki özgürlük mücadelesini yürüten tüm kurumlarla, siyasetlerle yan yana gelmesi gerektiğini düşünüyorum.  Böylesi kritik bir süreçte yan yana gelemeyeceksek ne zaman geleceğiz!   *Kuzey ve Doğu Suriye'ye dönük saldırılar yoğunlaştı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?   Kuzey Doğu Suriye’den Türkiye’ye herhangi bir tehdit gelmediği halde Türkiye’nin 5 Ekim’de başlattığı ve günlerce süren Kuzey Doğu Suriye topraklarının, yaşam alanlarının bombalanması ve saldırılar sonucu birçok sivil yaşamını yitirmiştir. Bu saldırılar Türkiye’nin iddia ettiği gibi Türkiye’ye yönelik güvenlik tehdidi oluşturmasından değil, Türkiye’nin Kürt düşmanı politikasının sonucudur. Türkiye, hem Türkiye’de hem Suriye, Irak ve İran topraklarında yaşayan Kürtleri düşman olarak görmekte. Hem iç hem de dış politikasının merkezine Kürt düşmanlığını koymaktadır.     Tüm dünya, dünya halkları IŞİD çetelerini yenilgiye uğratarak insanlığı IŞİD belasından kurtaran Kürtleri, Rojava Devrimini ayakta alkışlarken, AKP-MHP-Ergenekon ittifakı Rojava Devrimini boğmak istemektedir. Rojava’ya, Kuzey Doğu Suriye’ye yapılan saldırılar hem insanlık suçu hem de savaş suçudur. Barıştan, demokrasiden, özgürlüklerden, halkların kardeşliğinden yana olan herkesin Türkiye’nin saldırıları karşısında ses çıkarması sadece Kürtler için değil, Ortadoğu’da barışçıl ve bir arada yaşam için de önemlidir.   Türk Devletinin Kuzey Doğu Suriye saldırılarını kınıyor, yaşamını yitirenleri saygıyla anıyor, yaralananlara acil şifalar diliyorum. Kürdistan ve Türkiye halklarına, dünya halklarına Kürt halkına karşı Türk Devletinin saldırılarına karşı ses çıkarmaya, saldırıları, operasyonları durdurmak için barıştan, halkların kardeşliğinden yana olan herkesi ses çıkarmaya davet ediyorum.