Çiğdem Kılıçgün Uçar: Türkiye’de mutlak tecrit var 2023-08-08 12:47:31     ANKARA - Meclis grup toplantısında konuşan Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, Türkiye’de mutlak bir tecridin olduğunu söyleyerek, “Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorunun barışçıl ve demokratik yollarla çözümü, toplumsal barışın tesis edilmesi için en önemli aktör sayın Abdullah Öcalan’dır” dedi.   Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, Meclis grup toplantısında gündeme dair gelişmeleri değerlendirdi. Grup Meclis toplantısında Akbelen ve Dikmece’den gelen direnişlerde katıldı.    Gültan Kışanak’a başsağlığı mesajı   Amed Büyükşehir Belediyesi önceki dönem Belediye Eş Başkanı Gültan Kışanak’ın ablası Zeynep Özer’in bugün yaşamanı yitirdiğini söyleyen Çiğdem, başsağlığı dileyerek, “Bugün yine şarkılarıyla büyüdüğümüz Aram Tigran'ın da ölümünün 14’ üncü yıldönümü. Barışı ve kardeşliğe seslediren parçalarıyla bu coğrafyaya çok güçlü miras bıraktı. Sürgünde doğdu, sürgünde yaşamını yitirdi. Memleketi olan Amed'e defnedilmesine izin verilmedi. Ruhu şad olsun 14’üncü yıldönümünde saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bugün yine çok bilinmeyen Zini gediğinde yaşanan bir katliamı da anmak istiyorum. Dersim katliamının devamında 8 Ağustos 1938’de Erzincan’ın Kılıçkaya ve yakın köylerinde tarlalarından ve evlerinden toplanan yaşları 17 ile 80 arasında değişen 85 canımız kurşuna dizildiler. Birçok katliamda olduğu gibi bununla ilgili olarak da devletin ve iktidarın yüzleşmesi gerçekleşmedi. Bunun hesabını sormaya ve yüzleşme gerçekleşinceye kadar takipçisi olmaya devam edeceğiz” dedi.   ‘Zeytinliklerin koruma yasası çiğneniyor’   Meclisin bugün olağanüstü toplandığını dile getiren Çiğdem, Türkiye’de olağanüstü gündemi belirleyenin genelde iktidar ya da devlet olduğunu ama bu olağanüstü gündemi belirleyenin halklar olduğunu kaydetti. Çiğdem, “Hem Dikmece’de hem Akbelen’de hem de Cûdi’de ve ismini sayamadığımız alanlarımızın birçoğunda yaşanan doğa katliamına karşı ciddi bir direniş var ve bu doğa katliamlarına karşı meclis bugün olağanüstü toplanmış oldu. Acil kamulaştırma kapsamında Dikmece, Karaali başta olmak üzere birçok yer kamulaştırılıyor ve orada yaşayan halklar uzun süredir direniyor. Bu direnişi selamlıyoruz. Zeytinlikleri koruma yasası çiğneniyor. Deprem konutları gerekçe gösterilerek torba kanunla adrese teslim bir kanun çıkarıldı. Deprem konutları bir an önce yapılı ve ücretsiz bir şekilde depremzedelere verilmelidir. Ancak bu yapılırken halk ile iletişim kurulmak zorundadır. Çünkü yandaş şirketlerle tekrar peşkeş çekilen bir durumla karşı karşıyayız. Halkın geçim kaynağı olan zeytinliklerin kesilmesine izin vermedik vermeyeceğiz, vermemeliyiz. Şuan halk mağdur, zeytinliklere sadece ekonomik nedenlerle de bakmıyoruz. Zeytin Hatay’ın çok önemli bir kültürel varlığı. Sadece Dikmece halkı değil hep birlikte direnmeye devam edeceğiz ve bunun sözünü yeniliyoruz” diye belirtti.    ‘Budama adı altında ağaç kıyımı devam ediyor’   Direniş alanlarından birtanesinin de Akbelen ormanı olduğuna vurgu yapan Çiğdem, Akbelen’de orman için direnenlerin direnişlerinin çok önemli olduğunu belirtti. Çiğdem, “Bir kömür ocağı yapılmaya çalışılıyor. Limak şirketine bağlı Yeniköy, Kemerköy elektrik şirketine bağlı bir kömür ocağı açılmaya çalışılıyor 2019 yılından beri direnen köylülere desteğe gidenlere hakaret edildi saldırıldı. 2019 yılında orada mücadele yürütenler projenin durdurulması için yargıya başvurmuştu. İlk ağaç kesimi de aslında 2021 yılında başlıyor. Bu tarih kesimin sonu olmasına rağmen yandaş şirketler budama adı altında orman katliamı yapmaya devam ediyor. 24 Temmuz 2023 yılında ise devlet bir bütün olarak güvenlik güçleriyle, TOMA’sı ve Jandarmasıyla alana girerek hem kömür ocağının açılışını hızlandırmak hem de ormanı talan etmek için alana girmiş. Ormanın 4’te 1’lik kesimi kesilmiş durumdadır. Devlet direnişçilerin alana girmesini engellemeye çalışıyor. Hem Eş Sözcümüz İbrahim Akın hem de milletvekilimiz Perihan Koca, bu direnişe ortak olmak için Akbelen’e gitmişlerdi. Güvenlik güçlerinin su ve gazlı saldırısıyla karşı karşıya kaldılar. Yine milletvekilimiz Burcugül Çubuk’ta hem şiddete maruz kaldı hem de gözaltına alınma girişimine maruz kaldı” sözlerini kullandı.   Çiğdem’in konuşmasının satır başlıkları şöyle;   Öncelikle bir hususun altını çizelim. Meclis bugün Akbelen için toplandı, bu toplantının bir sonuca ulaşması gerekir. Gerekirse meclis bir bütün olarak Akbelen’de de Cûdi’de de toplanmayı göze almalıdır. Eğer bugün Akbelen, Cudi ve Dikmece ile ilgili bir sonuç çıkmayacaksa meclis toplanmasın. Kazdağlarında, Cengiz holding, Cûdi’de devletin kendisi Akbelen’de ise yandaş şirketlerin eliyle kıyım yapılıyor onun dışında ülkenin pek çok yerinde kıyım yapılıyor. Ülkenin pek çok yerinde yapılan bir talan var bu talanın sahibi bugün mücadeleyi marjinal kesimlerin mücadelesi olarak tanımlayan cumhurbaşkanının kendisidir. Biz hepimiz buradayız, Akbelen’de Cûdi’de, Dikmece’de direniş belli, meclis olağanüstü toplanıyor. Bu durumda direnenler değil AKP ve MHP iktidarının kendisi marjinaldir.    Zamanın gerisinde kalan siyasetçiler mesele ağaç değil diyorlar    Bir yandan Muğla’da yangınlar devam ederken bunu fırsat bilen devlet kolluk güçleri sabahın 5:30’unda daha kuşlar uykudayken ormana girip ağaç kesimi yaptılar. Depremi hepimiz hatırlıyoruz. Depremin 6’ıncı ayında hiç bir felakete yıkıma bu kadar hazırlıklı gitmeyen devlet hem Akleben’e hem de Dikmece’ye çok hızlı bir şekilde gitti sırf buradan baktığımızda suçlunun kim olduğu gün gibi ortada. Bütün dünya bunu biliyor. Örneğine az rastlanır bir insanlık sınavıdır Cûdi ve Akbelen’de yaşananlar. Ülkenin zararı yapan her şeyi yapmayı göze alan bir iktidar ve zamanın gerisinde kalan siyasetçilerle karşı karşıyayız. Akbelen’deki direniş için şu cümleyi herkes duymuştur; Orada mesele ağaç değil diye buyuruyor zamanın gerisinde kalan siyasetçiler. Orada dayak yiyen köylüden ağaca sarılan 88 yaşındaki Zehra anneden de ağaçlar kesileceğine ayağım bacağım kesilsin diyen anneden de utanmıyorlar. Direnen köylülerden utanmıyorlar. Bir yandan marjinallik bir yanda oradaki mesele ağaç değil diyorlar. Tam tersine orada mesele ağaç ve Türkiye’nin geleceğidir, bu geleceği savunan herkesle direnmeye devam edeceğiz.    Devletin tüm kurumları suçludur    Devlet bütün mekanizmalarıyla Akbelen’de süreci takip ediyor. Valinin açıklamasını duymuşsunuzdur. Direnenler, jandarmayı engelliyormuş bir provokasyon varmış. Orada bir provokasyon var doğru bu provokasyonu yapanlar gaz sıkanlar, ağaçları kesinlerdir, geleceğimizi elimizden alanlardır. Limak holding ve IC holding ortak iştirakı YK enerji başta olmak üzere ağaç kıyımına ve doğa talanına destek veren iktidar ve bütün kurumları ve yandaşları bu işte suçludur. İkizköylülerin Akbelen’de devam eden ağaç kesiminin durdurulması başvurusunu reddeden mahkeme suçludur. Emniyet, vali, içişleri suçludur yani bir bütün devlet mekanizmalarını yöneten bu hükümet suçludur. Yeşil Sol Parti olarak Akbelen’de işlenen suça ortak olmayacağız. Akbelen’de ve diğer alanlarda direnen arkadaşlarımıza sözümüz olsun direnişin öncülüğünü kadınlar yapıyor. Akbelen’deki mücadelenin ortağıyız ve oradaki talana izin vermeyeceğiz sadece 80 dönüm alan için bir dönüm için bile olsa geri adım atmayacağız. Burada doğduk burada öleceğiz her şeyi göze alıyoruz gerekirse oraya gidip yatacağız diyen Akbelen’lilerin yanındayız.    Coğrafya bakmaksızın direnişi ortaklaştırmaya çağırıyoruz    Akbelen’e müteakip Cûdi’de de yangınla karşı karşıya kaldık. Öyle aleni bir saldırı ki kolluk güçleri sosyal medyadan ve tiktoklardan Cûdi ve Kurdistan coğrafyasının nasıl yakıldığı ve talan edildiğini topluma gösteriyorlar. Yıllardır devam eden Cûdi’de bir yangın var en son 26 Temmuz’da başlayan 29’ Temmuz’a kadar devam eden ve halen yer yer yanıp sönen bir yangınla karşı karşıyayız. Yangını söndürmeye giden köylüler, HDP ve Yeşil Sol Parti yöneticileri, yangın ile ilgili bilgi almak isteyen Mezopotamya Ekoloji Hareketi, güvenlik gerekçesi ile alana girişleri engellenmiş ve sonuç almalarına izin verilmemiştir. Sadece Cûdi değil bu ülkede 100 yıldır devam eden bir siyasi yangın var. Cûdi’deki orman yakılmaları sistematik yüzyıllık devlet politikalarından ayrı ele alınamaz. Cûdi’de, Lice’de, Andok’ta, Hizan'da ve adını anmadığımız bir çok yerde işlevsel durumda olan bir talan var. Topluma açılan Kürtlere açılan bu savaş Kurdistan coğrafyasına yönelik olarak eş güdümlü olarak devam ediyor. Lice’yi, Marmaris’ten, Gabar’ı, İkizdere’den, Dersim’i, Kazdağları’ndan, Cûdi’ye, Akbelen’den ayırmadan mücadele ediyoruz etmeye de devam edeceğiz. Herkesi de bu doğa kıyımı karşısında, coğrafyanın neresi olduğuna bakmaksızın direnişi ortaklaşmaya çağırıyoruz. Akbelen’den çıkardığımız sesin Cûdi’den, Cûdi’den çıkardığımız sesin Akbelen’den duyulması gerekiyor. Neden böyle söylüyoruz bütün bu doğa talanının tek bir merkezden yönetiliyor. Öyle ke bu yıkım ve talan karşısında bütün mücadele alanlarının ortak ses çıkarması kaçınılmaz bir görev olarak duruyor. Buradan baktığımızda bunu büyük oranda başardığımız belirtebiliriz. Daha güçlenmesi için de elimizden geleni ardımıza koymayacağımızı belirtmek isteriz.   Kurdistan coğrafyasında yangın çıkaran devletin kendisidir    Cûdi’yle ilgili bir özel savaş ve devlet politikası olduğunu ısrarla vurgulamak gerekiyor. Cûdi’de devlet mekanizmaları devlet aygıtları aslında bir toplum mühendisliği ekseninde çalışma yürütüyorlar. Bu yangınları bir taraftan bölgede kurulan kalekollardan bağımsız ele alamayız. Her dağa yapılan askeri tesislerden bağımsız ele alamayız. Neden böyle söylüyorum? Hem kalekolların etrafı hem de askeri tesislerin etrafı güvenlik gerekçesiyle ormanlar yakılarak doğa tahrip edilecek güvenlikli bölge haline getirilmeye çalışılıyor. Aynı zamanda sayısız HES’ler, maden ocakları, kömür ocaklarıyla da Kurdistan’da çok daha derin bir talan yürütülüyor. Eskiden Cûdi’de sadece yakma vardı. Bugün baktığımızda yakmaya müteakip bir de ağaçları kesip satma var. Kurdistan’da orman yangınları artık muazzam bir rant alanı. Kim bundan kar ediyorsa, kim günde bin ikiyüz ton kesim yapıyorsa ve bundan kar ediyorsa ağaçları yakan o dur. Kim Şırnak'ta 22 bölgede madenler için ÇED gerekli değildir, raporu çıkartıyorsa oradaki doğa talanını gerçekleştiren o dur. Kim açılmak istenen rant alanlarının başına asker ve korucu yerleştiriyorsa bundan fayda sağlayan elbette ki onlardır. Kim ekolojik tahribat için savaşı araçsallaştırıyorsa, bu ülkede yürütülen savaşın da kıyılan canların da müsebbibi de onlardır. Cûdi’de çok net bir tablo var. Cûdi’de ve Kurdistan coğrafyasında yangını çıkaran devletin kendisidir. Yangını sönmesini engelleyen devletin kendisidir. Asıl hedef ormansızlaştırma insansızlaştırmadır. Buna Akbelen’deki mücadele kadar ses çıkaracağız ve geçit vermeyeceğiz.    Êzidîlere ilk kurşun sıkan ve ilk bombayı atan güç Türkiye oldu   Geçtiğimiz günlerde yani 3 Ağustos’ta 74’üncü ferman olarak tanımladığımız Êzidi soykırımının yıldönümüydü. Ben yine bu vesileyle bu soykırımda yaşamını yitiren bütün Êzidîleri saygı ve sevgiyle anmak istiyorum Dünya üzerinde en kadim inançsal anlamda kültürel anlamda mücadele anlamında en kadim halk olan Êzidîlere reva görülen hep katliamlar oldu. Ama şunu açık ifade edelim. Her bir êzidînin ölümünün kendi yaşadığımız toplumun kültürel inançsal değerlerinin kaybından bağımsız ele alamayız. Her bir öldürülen köleleştirilen Êzidînin yaşadığı eziyet aslında bizim geleceğimizden de çalıyor. Neden böyle söylüyorum. Bütün dünyada bütün coğrafyalarda bütün kültürlerde bütün inançlar birbirinin üzerine inşa edilir. Birbirinin inkarı üzerine değil. Ama bu coğrafyada yaşadığımız esas şeylerden biri tekleştirme politikalarıyla birlikte kendisi gibi olmayanların inkarı. Ve inkarın en son aşaması da ferman. Ne yazık ki 73 fermanı yaşayan Êzidîler, yine dünyanın sessizliğinde 74’üncü fermanı da yaşamak zorunda kaldılar. 9 yıl önce Şengal’de binlerce Êzidî katliama maruz bırakıldı, kadınlar çocuklar köleleştirildi ve satıldı. Derin internet mekanizması en çok Ankara’da işleridi arkadaşlar. Kadınlar ve kız çocukları derin internet uygulamasıyla Türkiye'nin başkenti Ankara'da satıldı. Yakın dönemde de aslında tanıklık ettiğimiz bir durumla baş başa kaldığımızı ifade edelim. Bu vahim olaydan sonra Avrupa Parlamentosu iki yıl sonra Êzidîlerin yaşamış olduğu bu katliamı soykırım olarak tanıdı. Bugün itibariyle 15 ülke 3 Ağustos 2014 yılında yaşananları soykırım olarak tanımış durumdadır. Türkiye Şengal İle ilgili yaşanan bu katliam ve saldırılar bitti mi? Ne yazık ki bitmedi. Halen devam ediyor. IŞİD çetelerinden sonra Şengal’e yani Êzidîlere ilk kurşun sıkan ve ilk bombayı atan güç Türkiye oldu. BM, İnsan hakları komisyonu ilk kez Türkiye’ Êzidîlere karşı Şengal’e dönük hava saldırısı yaptığını gündemine aldı ve bunu işletiyor. Türkiye’nin açıkça bir suç işlediğinin kanıtı bu. Türkiye uluslararası hukukun önünde ve Türkiye’yle birlikte bu katliama sessiz kalan destek veren herkes yargılanmalıdır.    Kazanan Êzidîler, kaybeden IŞİD ve zihniyeti oldu   IŞİD’i sınırlarında tutan, şehirlerini koruyup kollayan, başta Kürtler olmak üzere devrimci ve sosyalistlere saldırmaktan geri durmayan çetelerin güçleri kalmayınca da kendisinin bizzat devreye girdiği bir süreci hep birlikte deneyimledik. Şengal’i statüsüz bırakmak isteyenler, 74’üncü fermanı da sürdürmek istiyorlar. Dün olduğu gibi bugün de buna geçit vermeyeceğimizi ifade edelim. Êzidîler bu soykırımdan topraklarına geri dönerek yaşam iradelerini yeniden kurarak aslında devletlerin masa başında kurduğu savaş politikalarına karşı gerçek toplumsal bir barışın nasıl olacağını çoktan hepimize gösterdi. Kazanan Êzidîler kaybeden IŞİD’liler ve IŞİD’i destekleyenler oldu. Bunun da böyle bilinmesi gerekiyor.    Kobanê Davası kumpas davasıdır   Türkiye’de siyasi olaylarda ve politik tartışmalarda elimizi nereye atsak IŞİD gerçekliği karşımıza çıkıyor. Êzidî soykırımından sonra Kobanê dosyasıyla ilgili de konuşmamız gereken çok önemli başlıklar var. Önceki toplantılarımızda da değinmiştik. Kobanê davası, bir kumpas davasıdır. Tam da Kobanê olaylarının üzerinden geçen 6 yıl sonra açılan bir kumpas davasından bahsediyoruz. Devletin bu Kobanê davasına tekrar bir acizliğine tanıklık ettik. Nereye el atsa elinde kalan bu iktidar yeni bir şeye sarıldı. Diyanet’e sarıldı. Diyanet işleri başkanlığı Kobanê davasında camilerin eylemlerde zarar görmesi gerekçesiyle esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarını sundu. Halk nezdinde devletimizin itibarının güçlendirilmesi gerekir diye demokratik siyasette ısrar eden ve demokratik siyasetin en yegane yürütücüsü olan arkadaşlarımızın cezalandırılmasını talep etti. Diyanet İşleri Başkanlığı vermiş olduğu dilekçede kendisine çok ulvi değerler biçiyor. Bu ulvi değerler karşısında arkadaşlarımızın yürüttüğü mücadele yaptığı savunmanın kendisini de iftiralarla boğmaya çalışıyor. Camilerin terör eylemleri sebebiyle zarar görmesi toplum nezdinde devleti itibarsızlaştırmaya yöneliktir diyor. Ama hangi cami kimler tarafından zarar görmüş kimler tarafından zarar verilmiş tek bir kelam edemiyor. Çünkü böyle bir somut delil yok. Biz bundan ne anlıyoruz? Devletin ve AKP'lileşen yargının Kobanê kumpas davasında ilerlemek için yeni bir aparata ihtiyaç duyduğunu anlıyoruz. Bu aparatın ismi de bugün Türkiye’nin çoğulcu yapısı karşısında çoğulcu gerçekliği karşısında toplumlar halklar ve inançlar nezdinde hiçbir gerçekliği olmayan Diyanet İşleri Başkanlığını kullanıyor.    Arkadaşlarımız bu iktidarı yargılamaya devam ediyor   Camilere bu kadar önem veren Diyanet İşler Başkanlığının bir cümlesini paylaşmak istiyorum. Akbelen’de ormanların kesilmesi için caminin yıkılmasına kanaat getiren yandaş şirketlerin camiyi yıktırınca bir fetva alıyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı da diyor ki cemaati olmayan caminin yıkılması caizdir. Yandaş şirkete verdiği caizlik karşısında Kobanê Kumpas Davasında aldığı konumu da uzun uzun anlatmaya gerek yok. Diyanet İşleri Başkanlığı verdiği dilekçeyle ne yapmaya çalışıyor? Diyanetin tek yapmak istediği en ufak bir hukuki dayanağı olmayan dine alet ederek Kobanê Kumpas Davasına meşruluk kazandırmak istiyor. Ama biliyoruz ki Kobanê kumpas davasında 7 yıldır yargılanan yargılanmaya çalışılan arkadaşlarımız tarihi savunmalarıyla aslında bu devleti bu iktidarı yargılamaya devam ediyor.    Çocukların istismar edildiği Ensar Vakfı yöneticisi Urfa Milli Eğitim Bakanlığına atandı   En son 45 erkek çocuğun tecavüze uğradığı Ensar vakfında hakkında dava ve soruşturma açılan 3 yetkiliden biri olan Asım sultanoğlu geçtiğimiz günlerde Urfa Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atandı. Buna ilişkin de tek bir söz kurmadı. Diyanetin durduğu yer belli her birimizin durduğu yer beli. IŞİD katliamları yaparken hiç bir söz duymadık Diyanetten. O zaman şu sonucu çıkarmak zor değil. Kobanê kumpas davasında da mücadele alanlarımızda da 2 güçle karşı karşıya. Bir IŞİD zihniyeti bir de bizim zihniyetimiz IŞİD zihniyetine geçit vermeyenlerin zihniyeti. Biz kazanacağız emeğimizle mücadelemizle yan yana gelişimizle ördüğümüz bu demokratik hat hakları ve özgürlükleri savunan bu hat IŞİD zihniyetini yendi, IŞİD zihniyetine elbette geçit vermeyeceğiz.   Bu ülkede mutlak bir tecrit var    Yine bir mahkeme süreci, bir dava süreci. Türkiye’de demokratik siyaset yapan özgür basının var olmaya çalıştığı bütün arkadaşlarımız açısından hukukun aparat haline getirildiği hukukun işlemediği bir süreçle karşı karşıyayız. Tecrit sözünü kullandığı için tutuklamalar gerçekleşiyor. Biz hakikatin ve gerçeğin emekçileri olarak bu ülkede gerçeklerden sorumlu olduğumuzu her defasında ifade ettik. Yüksek sesle dile getirelim; bu ülkede tecrit var mutlak bir tecrit var. İmralı’da mutlak tecrit ve iletişimsizlik hali var. Sayın Öcalan ile ilgili olarak Asrın Hukuk Bürosu dün açıklama yaptı. Bir hukuk devleti olduğunu iddia eden mevcut iktidar ve yandaşlarının her biri 12 yılda sadece 5 defa görüşmenin yapıldığı İmralı’daki hukuk katliamı ile ilgili hiçbir şey söylemiyorlar. Son 30 aydır sayın Öcalan ve yanındakilerle hiçbir görüşme gerçekleşmedi tek bir haber alınamadı. Yüzlerce avukat binlerce defa başvuruda bulundu. Sadece aile ve avukatlar değil tecridin hem insani hem de hukuki açıdan ne kadar tehlikeli olduğunu bilenler dünya çapında başvuruda bulundu. Dünya genelinde 35 avukat Türkiye’de 29 baroya 775 avukat Adalet Bakanlığına başvurdu. Haziran ve Eylül 2022 tarihlerinde tecrit ile ilgili bilgi almak istediler, İmralı’ya giderek yerinde inceleme yapmak istediler. Bununla ilgili yıllardır yapılan tek bir açıklama yok.    Hükümet korkuyor çünkü Öcalan devreye girer ve konuşursa iktidar meşruiyetini yitirecek    Tecrit kelimesinden korkan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Yetkililer Ortadoğu ve bölgeyi ilgilendiren bu durumla ilgili açıklama yapıyorlar açık söyleyelim korkuyorlar. Peki niye korkuyorlar? Bu olan bitenlerin nedenlerini biz söyleyeyim. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorunun barışçıl ve demokratik yollarla çözümü, toplumsal barışın tesis edilmesi için en önemli sayın Abdullah Öcalan’dır. Devreye girdiği andan itibaren bu iktidar ve bu savaş meşruiyetini yitirecektir. 2013- 2015’te deneyimlediğimiz şey bu sürecin kendisidir. Devlet ve iktidar bir acziyet yaşıyor ama hiç bir işkence ile bu acziyeti gizleyemezler. Tecride son verilmesi sayın Öcalan üzerindeki tecridin bitirilmesi aile ve avukat görüşlerine izin verilmesi ve durumun açığa kavuşturulması gerekmektedir. Bununla ilgili bugüne kadar yürüttüğümüz mücadeleyi bundan sonra da yürütmeye devam edeceğiz.    Enflasyon tahmini de verileri de 2,5 kat arttı   Ülkenin önemli gündemlerinde biri de hayat pahalılığı ve enflasyon. Hepiniz takip ediyorsunuz MB geçtiğimiz günlerde 3’üncü enflasyon raporunu yayınladı. 2023 yılı enflasyon tahminini yükseldi, hem de öyle ufak bir değişikle değil tam 2,5 kat artmış. Merkez Bankası enflasyon tahminini yüzde 22,3’ten yüzde 58’e çıkardı. Bu demek oluyor ki ülkede fiyat istikrarını sağlamakla görevli olan kurum diyor ki bana kanunla bu görev verildi ama ben bu görevimi yerine getiremiyorum. MB’den sonra TÜİK’te enflasyon rakamlarını açıkladı. Buna göre Temmuz’da aylık enflasyon oranını yüzde 9,49 olarak açıkladı. Aynı TÜİK Haziran’da 3,92 olarak açıklamıştı. Yine 2,5 katlık bir artış var. Bunun nedeninin ne olduğunu biliyoruz. Her ne kadar enflasyonu emekliye ve memura verilen zamla açıklamış olsalar da bunun böyle olmadığını biliyoruz. Haziran ayında Türkiye’nin bütün yükünü omuzlarında taşıyan emekçiler, çalışanlar yüksek maaş almasınlar diye enflasyonu düşük gösterdiler.   Mehmet Şimşek’e cevap   Bugün Maliye ve Haziran Bakanı Mehmet Şimşek TÜİK’e diyor ki gerçekleri açıklayın. Bu verilerin hangisinin gerçek olduğunu bilmiyoruz ama resmiyete yansıyan verileri buradan paylaşıyoruz. Yine bunlar olurken Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bütün bunlara yönelik söz kurmak yerine enflasyon orta vadede tek haneye düşüreceği diyor. Aynı sözleri uzun yıllardır bu ülkenin cumhurbaşkanı da ifade ediyor. Bırakın tek haneye düşmeyin enflasyon 3 haneye koşar adım gidiyor. Biz bu kürsüden de sokakta da defalarca ekonomik krizin sebeplerini açıkladık. Bugün yaşadığımız kriz AKP’nin ekonomik tercihleridir. Savaş ve ranta dayalı krizin yükünü emekçiler ve bizler çekiyoruz. Türkçe söyledik anlaşılmadı. O halde biz Hazine ve Maliye Bakanına buradan en iyi anladığını düşündüğümüz dilden Kürtçe söyleyeyim. Rojek nan heye dew tuneye, rojek dew heye nan tûneye. Êdî Bese, êdî naçe, êdî nameşe. (Birgün ekmek var ayran yok, bir gün ayran var ekmek yok. Artık yeter, artık gitmiyor, artık yürümüyor) Hun çi dibêjin acaba anlamış mıdır? (Ne dersiniz anlamış mıdır?) Hepinize teşekkürler, mücadele ve yoldaşlığımız daim olsun. Kazanan biz olacağız.”