Tülay Hatimoğulları NATO’daki pazarlıkları değerlendirdi 2023-07-19 09:01:22     Dilan Babat    ANKARA - NATO zirvesine dair değerlendirmelerde bulunan Yeşil Sol Parti Milletvekili Tülay Hatimoğulları, Erdoğan’ın Kürt halkının Türkiye’de, Suriye’de Rojava’da Kürtlerin statü elde etmemesi için NATO üyelerine, “Kürt anasını görmesin" anlayışı ile tavizler verdiğini belirterek Türkiye’nin güçlenmesi için ise İmralı kapılarının açılması ve Kürt sorunun demokratik yollarla çözülmesi gerektiğinin altını çizdi.    Litvanya’nın başkenti Vilnus’ta NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi 11-12 Temmuz’da gerçekleştirildi. NATO zirvesine katılmadan önce açıklamalarda bulunan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan İsveç’in NATO üyeliği için; “Önce Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde önünü açın, biz de Finlandiya’da olduğu gibi İsveç’in önünü açalım” demişti. Zirve’ye katılmadan önce sert açıklamalarda bulunan Tayyip Erdoğan Zirve’ye katıldığı gün İsveç’e ilişkin yaptığı sert açıklamalarının tersine, İsveç’in NATO üyeliğine onay vermeyi kabul etti. Tayyip Erdoğan’ın İsveç ile yaptığı görüşmede Kürt halkı ve kazanımları yeniden masada pazarlık konusu yapılırken, yapılan pazarlığın ittifak bünyesinde, “Terörle Mücadele Özel Koordinatörü” atama kararlarının olduğu yansıdı.   Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları, NATO zirvesi öncesini ve ortaya çıkan tabloya ilişkin  JINNEWS’in sorularını yanıtladı.    “Erdoğan’ın ve bu iktidarın en mahir olduğu konulardan biri çok fazla ‘U’ dönüşleri yapmaları. NATO’nun ‘beyin ölümü gerçekleşti’, NATO var mı yok mu gibi açıklamalar yaparken diğer yandan hem ABD ile ilişkileri bir yandan tutmaya çalıştılar hem de AB ülkeleri ile ticari ilişkilerinde bir eksilme olmadı.”   * NATO zirvesi öncesi birçok tartışmalar yapıldı. Oldukça da önem atfedilerek. Oraya gelmeden öncelikle daha bir süre öncesinden bizzat üyeleri tarafından “Beyin ölümü gerçekleşen bir örgüt” olarak değerlendiriyordu NATO. Öncelikle biraz bunu değerlendirebilir misiniz, NATO’yu ve de “canlandırma girişimlerini?   NATO ile ilgili özellikle son zamanlarda, AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin yaklaşımında bir değişiklik görüntüsü vardı ama özünde bir değişiklik olmadı. Çünkü sahici değildi. NATO’nun en önemli ordusuna sahip olan ülkelerden biri Türkiye. Türkiye’nin stratejik olarak NATO’dan bir çırpıda vazgeçmesi öyle kolay değil. Fakat AKP iktidarı döneminde özellikle Erdoğan ekibinin, Avrasya hattına döndüğü de bir gerçeklik. Rusya ile geliştirilen ilişkiler, Doğu ülkeleri kurulmaya çalışılan ilişkiler ve Türkiye’nin Şengay 5’lisine girmeye çalışması bunun göstergeleriydi. Aynı zamanda Türkiye’nin AKP iktidarı döneminde Rusya ile kurmaya çalıştığı pragmatik ilişkiler var. S-400 satın aldılar ki daha kullanmadılar, kullanamayacaklar. S-400’ün sistemi NATO’ya karşı kurulan bir sistemdir ve bir NATO üyesi ülkenin S-400’ü alması akıl dışıydı. Erdoğan’ın, Rusya ile ilişkileri geliştirmek, ABD’den bazı hakları koparmak için S-400’ü bir şantaj malzemesine dönüştürdüğünü gördük. Bugüne kadar AKP iktidarı döneminde, dış siyaset diplomasi ile yürümedi, sürekli şantajla, tehditle yürüdü. Erdoğan’ın ve bu iktidarın en mahir olduğu konulardan biri çok fazla ‘U’ dönüşleri yapmaları. NATO’nun ‘beyin ölümü gerçekleşti’, NATO var mı yok mu gibi açıklamalar yaparken diğer yandan hem ABD ile ilişkileri bir yandan tutmaya çalıştılar hem de AB ülkeleri ile ticari ilişkilerinde bir eksilme olmadı. Bütün bu ilişkileri sürdürdüler, bugün AKP iktidarının ya da Erdoğan’ın bu ‘U’ dönüşlerinde oldukça mahirler ve temel dönüşlerden birini daha gördük. Ama bu kadar hızlı olacağını tahmin etmiyorduk. Birkaç saat içinde bu kadar açık beyan, hiçbir kılıf arama ihtiyacı hissetmeden ‘U’ dönüşünü gerçekleştirdi.   “Bu iktidar bugün AB’ye girmek isteseydi, 2006’dan bu yana yaptığı uygulamalarla AB uyum paketinden uzaklaşmazdı. Türkiye AİHS’ne taraf bir ülke. AİHM’nin kararları var ortada, AİHM kararlarını uygulamıyorlar. Hiçbir karar uygulanmayacak, uyum paketinden uzaklaşılacak sonra beni AB’ye alın denilecek. Bunun yolu NATO falan değil. Erdoğan’ın derdi AB’ye girmek de değil, bunu da dezenformasyon amacıyla kullanıyor. ”   *Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, NATO zirvesine katılmak üzere Litvanya'nın başkenti Vilnius'a hareket etmeden önce yaptığı açıklamada, "Önce gelin Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde önünü açın, ondan sonra biz de Finlandiya ile ilgili nasıl onun önünü açtıysak, İsveç'in de önünü açalım" demişti. Bundan birkaç saat sonra ise NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Tayyip Erdoğan'ın İsveç'in NATO üyeliğine destek vermeyi kabul ettiği açıkladı. Genel Sekreter, Türkiye'nin İsveç'in üyeliğine ilişkin protokolü yakında Meclis’e sunacağını duyurdu. Bu söylemlere bakıldığında arada geçen zamanda neler değişti de Tayyip Erdoğan söylemlerinden vazgeçti?   Bu ‘U’ dönüşlerinin çok temel sebepleri var. Erdoğan sürekli tehdit ve şantajla bugüne kadar dış siyaseti yürüttü. Erdoğan’ın dönüşlerinin politik ve apolitik sebepleri de var. Apolitik sebeplerden biri; Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın karıştığı rüşvet konusu ile ilgili ABD’nin ön plana çıkardığı bir davası vardı. Sonra birden Türkiye basına uygulanan sansürle o haberleri kaldırıldı. ABD’nin elinde Erdoğan, ailesi ve yandaşları ile ilgili karıştıkları çok ciddi yolsuzluk ve rüşvet dosyaları var. Bunu bir tehdit olarak kullanıyorlar, en son Bilal Erdoğan’la ilgili olanı kullanıldı. Ama bunun öncesinde çok önemli bir dava vardı oda Halkbank Davası. Halkbank Davası aslında Erdoğan’ının şürekasının, bir yığın rüşvet ve yolsuzlukları, dolandırma olmak üzere yüz kızartıcı suçlar var. Halkbank Davası da çok ciddi bir dava bu da Erdoğan’a karşı kullanan kartlardan ve tehdit unsurlarından bazıları. Bir ülkenin cumhurbaşkanın kendisi ve ailesinin karışmış olduğu bu tür yolsuzluk ve rüşvet davalarının 84 milyonun kaderini belirleyecek bir dış siyaset malzemesi haline getirmişse bu ülkedeki siyasetin ve bu iktidarın çürümüşlüğünün geldiği aşamayı gösteriyor.    Siyasal nedenleri ise; Erdoğan İsveç için ‘AB kapısını açın İsveç NATO’ya girsin’ demişti. AB’nin yolu daha önce ‘Diyarbakır’dan geçer’ diyenler, şimdi ise ‘NATO’dan geçer’ demiş oldular.  NATO’dan geçer mi AB’nin yolu? Bu da aslında Türkiye’deki kamuoyunu yanıltmak için kullanılan dezenformasyon araçlarından biri. Bu iktidar bugün AB’ye girmek istiyorsa, 2006’dan bu yana yaptığı uygulamalarla AB uyum paketinden uzaklaşmazdı. Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf bir ülke. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararları var ortada, AİHM kararlarını uygulamıyorlar. Hiçbir karar uygulanmayacak, uyum paketinden uzaklaşılacak sonra beni AB’ye alın denilecek. Bunun yolu NATO falan değil. Türkiye kamuoyuna, halkına, yurttaşını kandırmak için, ‘AB yolunu açıyoruz, İsveç’e o yüzden yok dedik şimdi kabul ettik’ dedi. İkinci durum ise Türkiye büyük bir ekonomik krizin içerisinde. Bu ekonomik krizinden çıkmak öyle kolay olmayacak, Körfez ülkelerinden gelen sıcak paralar yeterli değil. Doğu ülkeleri ile yapılan ticari ilişkiler yeterli gelmiyor. Erdoğan batıdan borç para arıyor ve İsveç’e bu yüzden taviz verdi. Herkes bilir ki AB’nin yolu NATO’dan geçmez. Bu ve bunun gibi konulardan dolayı bu ‘U’ dönüşleri gerçekleşti.   “Kürt halkına dönük, Türkiye’de, Suriye’de Rojava’da Kürtlerin bir statü elde etmemesi için Erdoğan NATO üyelerine çeşitli tavizler vererek, ‘Kürt anasını görmesin’ anlayışı ile devam ediyor.”   *NATO zirvesinde Türkiye’nin bir başarı elde ettiğine yönelik propaganda var. Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliği konusundaki çekincesini çekmiş durumda. Bu konuda ne oldu? Kim ne kazandı, kim ne kaybetti?   İsveç meselesinde daha önce Finlandiya’da aynı şey olmuştu. Türkiye’deki iktidarın yaptığı temel pazarlıklardan birisi Kürt sorunu idi. İki şey vardı; birisi Rojava’daki koalisyonun desteğinin kesilmesi ikincisi, orada bulunan siyasi mültecilerin iadesi. Bu iadelerle ilgili Finlandiya küçük adımlar attı şimdi İsveç adımlar atıyor. Bu konuda Erdoğan mültecileri pazarlık konusu yaptı. Pazarlık konusu yaptığı ve en temel nokta olanlardan biri de Kürtler. Kürtlerin hem Rojava’daki durumu hem de Avrupa’daki örgütlenmelerine ket vurmak istiyor. En temel pazarlık ve can alıcı noktalarından biri bu. NATO zirvesinde Türkiye açısından nasıl sonuçlar çıktığına baktığımızda, NATO’ya bağlı “terörle mücadele koordinasyonu” oluştu. Bu koordinasyon daha önce olan bir şey değildi yeni oluştu ve bu fiiliyata ne kadar işleyecek bilmiyoruz. Bunu da zaman içinde göreceğiz. İsveç’in siyasi mültecilerle ilgili çıkardığı bir yasa var. Bu yasanın nasıl hayat bulacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.    Türkiye’nin tüm görüşmelerde dış ilişkilerde, uluslararası ilişkilerde elinin sürekli zayıf olarak masaya oturmasının nedeni olan konulardan biri Kürt sorunu. Türkiye bugüne kadar Kürt sorunu demokratik yollarla çözmüş olsaydı, çok daha avantajlı olurdu. Kendi yurttaşını İsveç ve Finlandiya’ya sadece Kürt oldukları için pazarlık konusu haline getiren bir yönetim anlayışı var. Bunu kabul etmek mümkün değil, NATO üyeleri ile masada oturup pazarlığını yaptığınız Kürt halkı sizin yurttaşınız. Bu dünyada,  Kürtlere bir yurttaş değil de bir düşman muamelesi gösterip bu konuda NATO’dan tavizler koparmak adına bu tavizler veriliyor. Kürt halkına dönük, Türkiye’de, Suriye’de Rojava’da Kürtlerin bir statü elde etmemesi için Erdoğan NATO üyelerinde çeşitli tavizler vererek, ‘Kürt anasını görmesin’ anlayışı ile devam ediyor.   “Türkiye’nin bu çatışmadaki ısrarı başlı başına bu ülkenin huzurunu ortadan kaldırıyor. 911 kilometrenin bu kadar güvensiz bir hale gelmesine, İŞİD, El Nusra gibi örgütlerin bu sınırları kevgire dönüştürmesinin önünü açan bir AKP iktidarı var. Bunun nedeni yine Kürt düşmanı.”   *Kürt meselesi uluslararası alanda Türkiye’nin pazarlık konusu haline geldi. Bu ne anlama geliyor? Uzun vadede Türkiye’ye bu ne kazandırır ne kaybettirir?   Her açıdan kaybettiriyor. Güncel siyaseti bile değerlendirdiğimizde bugün NATO’da Türkiye’nin Kürtlerin pazarlık konusu yapması ve buradan tavizler vermesi bile büyük bir kayıp.  Rusya ile kurmuş olduğu ilişkiler bağlamında düşündüğümüzde; Rusya ile bir yakınlık kurmanın bir nedeni de Rojava’daki duruma müdahale etme. Bu Türkiye halklarına, bölge halklarına kaybettiren bir şey. Türkiye’nin bu çatışmadaki ısrarı başlı başına bu ülkenin huzurunu ortadan kaldırıyor. 911 kilometrelik sınırın bu kadar güvensiz bir hale gelmesine, İŞİD, El Nusra gibi örgütlerin bu sınırları kevgire dönüştürmesinin önünü açan bir AKP iktidarı var. Bunun nedeni yine Kürt düşmanlığı. “Kürt komşum olmasın ama İŞİD ya da El Nusra bize komşu olsun” diyen bir anlayış var ve bunlar bize her yerden kaybettiriyor. Bugün sınırların bu şekilde açılması, Türkiye’de yaşanılan katliamlar, bozulan huzur ve ekonomik kriz gibi sorunlara neden oluyor. Güvenlik politikalarına ayrılan bütçe bugün Türkiye bütçesini delik deşik etmiş durumdadır. Tanka, topa, tüfeğe, harcanan paralarla birçok fabrika yapılıp yoksullar doyurabilirdi bunu yapabilirlerdi ama yapmadılar. AKP iktidarının ve devletin Kürt sorununa negatif yaklaşımının savaşta ısrar yaklaşımı hepimize bedel ödettiriyor.   “Şu anda Kürt sorunun çözememek Türkiye’nin ayağındaki prangadır. Bunu 40 yıldır deneyimledik, gördük. Çatışma ve savaşla bu sorunun çözülmediğini gördük. Savaş ve çatışmalar derinleştikçe Kürt halkı geri adım atmadı ki, Kürt halkı daha fazla örgütlendi, daha fazla güçlenerek ortaya çıktı. Bugün Rojava’daki Kürt halkının varlığı tüm dünya tarafından bilenen ve meşru bir varlıktır.”   *NATO meselesinde, AB üyelik meselesinde Amerika ile ilişkilerde Suriye ile ilişkilerde, Ortadoğu ile ilişkilerde sorunlar dönüp dolaşıp Kürt meselesine odaklanıyor. Bu sorunun çözümsüzlüğü Türkiye’ye neye mal olur. Bu sorunun çözülmesi halinde Türkiye ne kazanır? Sorun nasıl çözülür. Daha önce partinizin çözüm Washington’da Moskova’da, Şam’da değil, Diyarbakır’dadır,  Ankara’dadır tespiti vardı. Ne söylemek istersiniz?   Kendi yurttaşını Avrupa’daki ya da Ortadoğu’daki masalarda pazarlık konusu yapmak ve sürekli Türkiye’nin devlet olarak masaya oturduğu zaman Kürt sorunundaki sorunu çözemediği için yaşadığı zafiyetler kabul edilmez. Bizim en temel yaklaşımımız sorun nerede yaşanıyorsa, özneleri kimse o özneler ile birlikte oturup konuşulması, diyalog kurması ve çözümün bu öznelerde aranması. İmralı kapıları açılsa, Sayın Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirilirse Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmemesi için bir neden yoktur. 40 yıldır devam eden bir savaş var, ödenen ağır bedeller var. Bu ülkede maddi, manevi çok büyük bedeller ödenmiş durumda. Bu savaş ve çatışmanın bir an önce bitmesi Türkiye’nin elini her konuda güçlendirir. Şu anda Kürt sorununu çözememek Türkiye’nin ayağındaki prangadır. Bunu 40 yıldır deneyimledik, gördük, çatışma ve savaşla bu sorunun çözülmediğini gördük. Savaş ve çatışmalar derinleştikçe Kürt halkı geri adım atmadı ki, Kürt halkı daha fazla örgütlendi, daha fazla güçlenerek ortaya çıktı. Bugün Rojava’daki Kürt halkının varlığı tüm dünya tarafından bilenen ve meşru bir varlıktır. Siyasal talepleri meşru görülüyor, bu aşamaya kadar gelinmişken Türkiye’nin yapacağı şey Amed’te, Ankara’da görüşmeler gerçekleştirmesi, İmralı kapılarını açması, diyalog sürecinin hızlı bir şekilde başlaması. Onurlu ve demokratik bir zeminde bu barışın inşa edilmesi gerekiyor. Bunun için atılacak adımlar konusunda bu iktidardan şuan bir beklentimiz yok, yapma olasılıkları şu anda zayıflamış durumda. Ama bunlar yapılmadığı sürece Türkiye’nin attığı hiçbir adım sağlıklı sonuçlar vermeyecek.    “İkinci dünya savaşından sonra Sovyet bloğu güçleniyor, sosyalizm diğer ülkeleri ideolojik olarak etkisi altında alıyor ve dünya ölçeğinde kapitalist sistem sosyalizmi bir tehdit olarak gördü. Buna karşı ABD ve İngiltere’nin attığı adımlardan biri NATO’ydu. NATO sosyalizm ile mücadele ve Sovyet Rusya’ya geri adım attırma mücadelesi olarak ortaya çıktı.”   *NATO meselesi tartışılırken, güncel olarak herkes kim kazandı kim kaybetti meselesini tartışıyor. Oysa NATO bir savaş örgütü. Savaşın, yıkımın, çözümsüzlüğün tartışılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?   Yandaş medya Erdoğan’ın kazanımları üzerinden bir dezenformasyon yaratıyor. Oysa NATO konusunda Türkiye’nin öyle bir kazanımı falan yok.  NATO’da “terörle mücadele’ diye bir koordinasyon oluşturuluyor. Burada NATO’nun dünya ölçeğinde sınır genişletme eğilimi var. Esasen konuşulması gereken noktalar konuşulmuyor. Geçmiş dönemde NATO neden ortaya çıktı; İkinci dünya savaşından sonra Sovyet bloğu güçleniyor, sosyalizm diğer ülkeleri ideolojik olarak etkisi altında alıyor ve dünya ölçeğinde kapitalist sistem sosyalizmi bir tehdit olarak gördü. Buna karşı ABD ve İngiltere’nin attığı adımlardan biri NATO’ydu. NATO sosyalizm ile mücadele ve Sovyet Rusya’ya geri adım attırma mücadelesi olarak ortaya çıktı. Amacı sosyalist güçleri ezmekti. Varşova Paktı kendini feshetti ama NATO feshetmedi. Dünya jandarmalığına devam etti.    İkinci dünya savaşından sonra tek kutuplu dünyada ABD, askeri ve siyasi hegemonyasından kaynaklı süper güç haline gelmişti.  Artık tek kutuplu dünya değil çok kutuplu bir dünya var. Çin’in ekonomisinin bu kadar büyümesi ve bütün dünyayı etkisi altına alan bir güce sahip olması, NATO’cuları tedirgin etmiş durumda. Çin’in “Kuşak-Yol Projesi” (Bir Kuşak Bir Yol)  dünyanın dörtte üçüne ekonomik olarak hâkimiyet sağlayabilecek ölçekte bir proje. Bu proje de, Çin ve Rusya’nın kurmuş olduğu stratejik ortalıkta, NATO üyelerini de rahatsız ediyor. NATO aynı zamanda Ukrayna’yı da kendi sınırların alarak genişlemek istiyor. NATO daha çok canlandı Çin’in attığı adımlar karşısında. Çünkü emperyalist güçlerin savaşı başlamış durumda. Rusya’yı Ukrayna’da, Suriye’de, Libya’da görüyoruz. NATO zirvesinde öne çıkan temel noktalardan biri; sonuç bildirgesinde Çin’e ‘Rusya ile ilişkilerini kes’ uyarısıdır. Rusya Ukrayna savaşında taraf olmaması uyarısı var. Çin’in hibrit savaşı yürüttüğü vurgusu var. Bunlar çok net. Çin liderliğinde oluşan emperyalist kutba karşı NATO kutbunu güçlendirmek ve büyütmek. Bugün bunların konuşuyor olması gerekiyor.    "Bu askeri paktlara biz mecbur değiliz. Bu paktlar sömürü sisteminin devamı için çalışır. Hızla lağvedilmeli. Türkiye başta olmak üzere halkların, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu için kendi öz örgütlülüğünü sağlaması ve bu öz örgütlülüğün sınırları aşarak buluşması elzemdir. Enternasyonalist mücadele bu sömürü düzenine karşı verilecek en temel mücadele odağı bu olacaktır. Aksi takdirde emperyalist güçler dünyayı yeniden parsellemek için savaş ve çatışmaları körüklemeye devam edecek”   *Tüm bu söylemlerinizin karşısında peki çözüm nedir? Devlet nezdinde bunların ne kadar kıymeti var?   Çözüm ne NATO’dur, ne Avrasya Paktı’dır. Çözüm halklar açısından barıştır, diyalogdur. Devletler, emperyalist güçler çıkarlarına göre davranır. Batılı emperyalist güçlerde, ABD’de Kürt meselesinde zaman zaman bu kartı Türkiye’ye karşı kullanmak bakımından da tersten bir siyaset izliyor. Bir yandan destekçi gibi gözükürken diğer yandan Suriye’deki Kürt halkının bir statü kazanması için karşı kutuplarda bulunan devletlerin de Kürtlere dönük yine kendi çıkarları çerçevesinde davrandıklarını görüyoruz. Buradaki esas çözüm ise halkların örgütlülüğü. Bugün ABD, AB, Ortadoğu ve Türkiye halklarının toplumsal zeminde örgütlenmesi bu sürecin ilacıdır. Bu askeri paktlara biz mecbur değiliz. Bu paktlar sömürü sisteminin devamı için çalışır. Hızla lağvedilmeli. Türkiye başta olmak üzere halkların, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu için kendi öz örgütlülüğünü sağlaması ve bu öz örgütlülüğün sınırları aşarak buluşması elzemdir. Enternasyonalist mücadele bu sömürü düzenine karşı verilecek en temel mücadele odağı bu olacaktır. Aksi takdirde emperyalist güçler dünyayı yeniden parsellemek için savaş ve çatışmaları körüklemeye devam edecek. Dönem öyle bir dönem ki nükleer silahtan söz ediliyor, nükleer silahları kullandığımız bir döneme girdiğimizde dünyanın ortadan kalkma olasılığı büyüyor. Bütün bunlara karşı asıl verilecek mücadele halkların öz örgütlenmesi ve enternasyonalist mücadeledir.   “Burada olması gereken Kürtlerin haklarının tanınması. Lozan’da İttihat ve Terakki anlayışı Kürtlerin haklarını yok saydı. Ümmetçi yaklaşımla iktidara gelen AKP’nin de bu anlayıştan bir farkı yok. Yine İttihat ve Terakkici anlayışla Kürt sorunu konusunda aynı anlayış içerisinde. Olması gereken; Türkiye’deki bütün halkların Kürt halkı ile büyük bir dayanışma içerisinde olması.”   *Tam da Lozan Antlaşması’nın 100 yüzüncü yıl dönümüne ilişkin tartışmalar sürerken, Kürtlerin, kazanımlarının bu kadar pazarlık konusu yapılması “100 yıl önce Lozan ile yapılanlar bu gün NATO eliyle yapılmak isteniyor” değerlendirmelerini de beraberinde getirdi? Bunu önümüzdeki süreçte Kürt halkanı statüsüz bırakma girişimi olarak değerlendirebilir miyiz? Ve de buna karşı ne yapılmalı, siyaset, halklar nasıl bir tutum alabilir ya da almalı?   Lozan Antlaşması’nda Kürtler açık ve net bir şekilde yok sayılıyor. Türkiye Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkarken, Kurtuluş Savaş’ını Kürt halkı ile birlikte verdi. 1921 Anayasası’nda Kürtlerin varlığından söz ediliyordu. Geldiğimiz aşamada, çok net bir biçimde İttihat ve Terakki anlayışı İngilizlerle yapmış olduğu gizli anlaşmalarla Kürtlerin haklarının tanınmasının engellenmesini istedi. Kürt halkının o dönemki kazanımları engellendi. Geldiğimiz noktada 40 yıldır devam eden bir savaş ve çatışma süreci var. Kürt halkının kendi siyasal iradesi Türkiye’de bir ayrılığı değil, dört parça Kürdistan için bir konfederal yapıyı öneriyor. Konfederal model demokratikleşmenin önü açacak temel modellerden biridir. Ortadoğu coğrafyası noktasında konfedaral yapılanma modeli halkların ve bu bölgenin kurtuluşunun temel reçetesidir. Kürtlerin talebi bu konuda kendi haklarının tanınması, Türkiye’de varlıklarının, dilinin tanınması. Bunlar devasa talepler değil baktığımızda. Asgari düzeyde demokratik olan bir ülkenin bu sorunları çoktan çözmüş olması gerekiyor. Yaklaşık 30 milyon Kürt var bu ülkede, nüfus oranlarının fotoğrafına baktığımızda 10 sene sonra Kürtler bu ülkenin yarısı olacak. Şimdi bu ülkenin yarısını nasıl yok sayabilirsiniz, dilini, varlığını nasıl yok sayabilirsiniz. Bu imkânsız bir şey.  “Burada olması gereken Kürtlerin haklarının tanınması. Lozan’da İttihat ve Terakki anlayışı Kürtlerin haklarını yok saydı. Ümmetçi yaklaşımla iktidara gelen AKP’nin de bu anlayıştan bir farkı yok. Yine İttihat ve Terakkici anlayışla Kürt sorunu konusunda aynı anlayış içerisinde. Olması gereken; Türkiye’deki bütün halkların Kürt halkı ile büyük bir dayanışma içerisinde olması. Kürt sorununu, halklar meselesini çözüme bağlamış bir ülkenin önü her konuda çok açıktır. Egemenler barışla, demokrasiyle adaletle yoğrulmuş yönetim anlayışının hayalini bile öldürmek istiyor. Oysa ezilen ve sömürülen halkların ihtiyacı budur.