HDP’den kanun teklifine şerh: Göstermelik! 2022-04-04 13:19:07     ANKARA - “Kadına ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin TCK ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ne şerh düşen HDP, düzenlemenin göstermelik olduğuna dikkat çekerek, İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesi gerektiğini belirtti.     Halkların Demokratik Partisi (HDP) İktidarın getirdiği ve Adalet Komisyonunda kabul edilen  “Kadına ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin TCK ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”ne şerh düştü.   Sözleşmeden çıkışın yıl dönümüne denk getirdiler    Şerhte, Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması komisyon raporunun 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yapılması gibi, şimdi de İstanbul Sözleşmesi’nden Anayasaya aykırı bir şekilde çıkılmasının yıldönümüne denk getirilecek şekilde, önce Meclis Başkanlığı’na, sonra görüşülmek üzere komisyonlara sunulduğu belirtildi. Kanun teklifinin iktidarın sorunlara yapıcı çözümler üretmek yerine göstermelik ve sembolizme indirgenen bir siyaset yapma tarzını açık ettiğine de yer verildi.    ‘Şiddetle mücadele ceza hukuku çerçevesine sıkıştırılmamalı’   Yasa teklifinin hukuki nosyona uymayacak şekilde torba yasa formatıyla hazırlandığı ifade edilen şerhte, “ İktidarın kanunları ‘yap boz tahtasına’ çevirerek, etkisiz ve göstermelik girişimlerle kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırması mümkün değildir. Kanun teklifinin hazırlanma sürecinde kadına yönelik şiddetle mücadelede sahada etkin mücadele yürüten herhangi bir sivil toplum örgütünden, feministlerden, barolardan görüş alınmamış; çoğunlukçu, katılımcı demokrasi ilkesi gözetilmemiştir. Oysa ülkemizde çok köklü bir kadın hareketi, sivil toplum örgütleri, barolar ve aktarılacak deneyimler mevcuttur. Teklifin ana eksenini Ceza Kanunu’nda yapılan değişiklikler oluşturmaktadır. Oysa kadına yönelik şiddetle mücadele, Ceza Hukuku çerçevesine sıkıştırılmadan daha bütüncül ele alınmalıdır” diye belirtildi.   ‘6284 sayılı kanuna atıf yapılmadı’   Teklifte kadına yönelik erkek şiddetinin toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle yaşandığının yok sayıldığı ve medeni hal ayrımcılığına yol açabilecek ifadeler yer aldığına dikkat çekilerek “Ayrıca teklifle yapılmak istenen değişiklik maddelerinde ‘6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a da herhangi bir atıfta bulunulmamıştır.  Oysa özellikle ısrarlı takibin suç olarak tanımlanması düzenlemesi zaten 6284 Sayılı Kanun’da 10 yıldır yer almaktadır. Hem bu Kanun Teklifiyle Ceza Kanunu’nda ve bazı kanunlarda yapılmak istenen değişiklikler, hem de ‘Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’nda yer alan önlemler sanki yeni öneriler gibi kamuoyuna lanse edilmektedir. Oysa yapılmak istenen tüm düzenlemeler bir sene önce Anayasa’ya aykırı bir şekilde çekilme kararı alınan İstanbul Sözleşmesi’nin devleti yükümlü kıldığı sorumluluklardır. Zaten kanaatimizce asıl kaçınılan devlete ve tüm kurumlara yüklenen sorumluluktur” denildi.    Kürtaj hakkı   Son yıllarda kadınların haklarına yönelik saldırıların hem siyasi söylem, hem de hukuk alanında daha güçlü hissedildiğine vurgu yapılan şerhte, buna dair şu ifadeler yer aldı: “Örneğin kadınların Medeni Kanun’daki haklarına açık bir saldırı olan nafaka düzenlemesi tartışması ısrarla gündemde tutulmaktadır. Kürtajın fiili olarak engellenmesi, doğum kontrol yöntemi kullanmak isteyen kadınların hukuki dayanağı olmaksızın eşlerinden izin almaya zorlanması gibi kadınların kendi bedenleri, emekleri, hayatları ve kimliklerine dair kendi kararlarını vermelerini engellemeye ve kadınları erkeklere tabi kılmaya çalışan uygulamalar uzun zamandır süregelmektedir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlayan kadınlara yönelik şiddet, her türlü gösteri ve protesto hakkının şiddetle engellenmeye çalışılması, gözaltında, cezaevlerinde şiddet; kadına yönelik şiddeti önlemek yerine aksine şiddetin erkekleri cesaretlendirici tezahürleridir.”    Haksız tahrik indirimi   Teklifte toplumsal cinsiyet ve kadın-erkek eşitsizliği, erkek egemenliği gibi tanımlamaların hiçbirinin yer almadığını ve ısrarla sorunun kaynağının net bir biçimde ortaya konulmadığı ifade edilen şerhin devamında şunlar belirtildi: “Takdiri indirim düzenlemesi ile failden pişmanlığını gerekçelendirmesi ve erkek yargı kararını bu yolla meşrulaştırması istenmektedir. Erkek yargının en çok başvurduğu kanun maddesi olan haksız tahrik indirimi ise olduğu gibi kalmış, bu konuda partimizin ek önerge talebine rağmen bir değişiklik yapılmamıştır. Türk Ceza Kanunu’nda eziyet, işkence, tehdit ve yaralama suçlarının kadına karşı işlenmesi halinde ceza artırımına gidilmiş olsa da bu cezaların bir caydırıcılığı bulunmamaktadır. Öte yandan ‘toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı kadına yönelik suçlar’ olarak tariflenmediğinde bir kadının bir kadına karşı işlediği suç da bu artırım sebepleri arasında sayılabilecek ve geniş yorumlanacaktır.   Cezasızlık politikaları   Öte yandan Ceza Kanunu’ndaki asıl sorun bazı suç tiplerine ilişkin ceza yaptırımlarının sadece düşük olması değil, infaz uygulamaları (infaz sistemine ilişkin düzenlemelerin ve ceza hukukunda indirime neden olan diğer düzenlemelerin) sonrasında cezaların neredeyse infaz edilmez hale gelmesidir. Bu nedenle cezaların caydırıcı etkisi ortadan kalkmakta; bu durum cinsiyetçi yargı pratikleriyle birleşince kadına yönelik şiddet cezasız kalmaktadır. Kamuoyunda, kadınlara karşı şiddet fiillerine ve faillerine ilişkin ciddi bir ‘cezasızlık’ algısı oluşmuştur. Sorunun çözümü, sadece belli suç tiplerinde ya da bunlara ilişkin yaptırımlarda değişiklik yapmak değil, söz konusu kurumların (ilgili infaz düzenlemeleri ve erteleme sonucu doğuran işleyişler) kadına yönelik şiddet olaylarında uygulanmasını engellemektir. Birçok olayda, adeta kamuoyunda gündem olmadığı zaman kadına yönelik şiddet davaları cezasızlık ve takipsizlikle sonuçlanmaktadır. Gerçek bir yargı adaleti yerine ‘sosyal medyadan aranan adalet’ insanlar için çare olarak görülmektedir.   İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından vazgeçin   İstanbul Sözleşmesi sadece Türkiye için değil, tüm dünyada kadına yönelik şiddet konusunda hazırlanmış en etkili, kapsamlı ve kurumlara yükümlülükler, denetim getiren Sözleşmedir. Uygulanması halinde hepimizin hayatını olumlu biçimde etkileyecek olan bu Sözleşmeden çekilme kararıyla iktidar tarafını belli etmiştir. Küçük bir erkek grubuna yönelik oy hesapları uğruna kadınlar feda edilmiş olmakla, kadına yönelik şiddeti önleme iradesi fesada uğramıştır. Bu nedenle bir kez daha öncelikli tavsiyemiz; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından vazgeçilmesidir. Bu, partili-partisiz tüm kadınların ortak isteği ve iradesidir. Bugüne kadar yürütülen mücadele deneyimlerini, kazanımları yok saymak, partili-partisiz hiçbir kadına fayda sağlamayacaktır. Ancak elbirliğiyle taş taş üstüne koyarak, erkek egemenliğini, onun yarattığı yargı sistemini ve kurumlarını dönüştürmemiz mümkün olabilir.”   Sağlık alanındaki idari baskılar   Sağlık çalışanlarına dönük yapılan düzenlemeye de dikkat çekilen şerhte, iktidarın adım adım sağlık alanında yarattığı tahribata işaret edildi. İktidarın uygulamalarından kaynaklı yurttaşların adeta “paran kadar sağlık” uygulaması ile karşı karşıya kaldığına vurgu yapılan şerhte “Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) sağlık alanını sürekli kriz ürete bir alana dönüştürdü. SDP ile hastaların müşteri, hastaneler kâr eden işletmeler olarak görüldüğü sisteme geçildi.  Performans dayatması hayata geçirildi, kar odaklı sistemde hekim-hasta ilişkisi bozuldu. Hekim ve diğer sağlık personeli üzerinde kar odaklı idari baskı artırıldı. Rekabetçi anlayış, sağlık çalışanları arasında iş barışını bozdu. Sağlık hizmetinin sunumunda nitelik yerini niceliğe bıraktı” ifadelerine yer verildi.    Göstermelik düzenleme   Sağlıkçılara dönük kanun teklifinde SES ve TTB’nin önerilerinin bazılarını da içerse de sağlıkta şiddete bütünlüklü bir bakış açısından yoksun olduğu kaydedilen şerhte, “Sağlıkta şiddetin azalabilmesi için en başta sağlıkta dönüşüm programı ile daha da bozulan sağlık sistemi ve buna bağlı ağırlaşan çalışma koşulları düzeltilmelidir” denildi.  Mesleki Sorumluluk Kurulu ATK gibi soru işaretlerine neden olacak   Teklifte yer alan Mesleki Sorumluluk Kurulunun ise tamamen idarenin ve siyasi otoritenin seçtiği üyelerden oluşacağı belirtilen şerhin devamında şunlar kaydedildi: “ ‘Oysa sağlık meslek örgütleri, uzmanlık dernekleri, sendika temsilcileri ile hasta hakları dernekleri o kurullarda olmadığında, bağımsız ve nesnel değerlendirmede sorun olacaktır. Nasıl ki Adli Tıp Kurumu, Adalet Bakanlığına bağlı olduğu için verdiği her kararda soru işaretlerine neden oluyor; Mesleki Sorumluluk Kurulu için de benzer bir durum söz konusu olacaktır. Dolayısıyla bağımsız kurulların olmaması kabul edilebilir değildir.’ Teklif ile kamuda çalışanlar yönünden rücu edilip edilmeyeceği ile bunun tutarının belirlenmesi de Kurul kararına bırakılmaktadır. Dolayısıyla kamuda çalışanlar yönünden, esasen idarenin yani kamu işvereninin kendisinin kusurunu da merkezi bir kurul eliyle belirleyecektir” diye belirtildi.