‘Özgürlük perspektifi sunan Sayın Öcalan 22 yıldır tecrit altında' 2021-05-07 11:53:26     ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük tecrit ve açlık grevleri olmak üzere gündemdeki gelişmeleri değerlendiren HDP Sözcüsü Ebru Günay, “Türkiye siyasetini esaslı bir yerden okuyan özgürlük perspektifi sunan aktörlerin başında 22 yıldır ağır tecrit altında tutulan Sayın Öcalan’dır“ dedi.      Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, partisinin genel merkez binasında düzenlediği basın toplantısı ile güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.    ‘Sorumlular tarih önünde hesap verene kadar mücadelemiz sürecek’    4 Mayıs Dersim tertelesini anarak konuşmasına başlayan Ebru, bir halkın dilini, kültürünü ve inancı nedeniyle hedef alarak gerçekleştirilen saldırılarda on binlerce insanın katledildiğini kaydetti. Ebru,  Dersim tertelesi, asimilasyonun, inkarın, bir halka karşı duyulan düşmanlığın en somut halidir. Halen de benzer inkarcı ve imhacı zihniyet, Kürt halkına yönelik benzer politikalarını sürdürülüyor. Ne o acıyı unuttuk, ne de o acı karşısında bir halkın var olma mücadelesini ve direnişini. Biz Dersim tertelesinde hayatını kaybedenlerin anısını mücadeleyi yükselterek anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bu ülkede bütün hakikatler ortaya çıkana, sorumlular tarih önünde hesap verene kadar da bu mücadelemiz sürecek” dedi.      Ebru’nun konuşmasından satır başları şu şekilde:    “Dün bir başka acı tarihin yıl dönümüydü. 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idam edilmesinin üzerinden 49 yıl geçti. Denizlerin idam edilmesi, halkların eşitlik, özgürlük, barış mücadelesine verilen kanlı bir cevaptı ve o tarihten beri benzer saldırılar hiç eksik olmadı. Bu idamlar devlet eliyle gerçekleştirilmiş siyasi cinayetlerdir ve cinayetlerin altında imzası olanlar tarih nezdinde de halklarının vicdanında da çoktan mahkum oldu. O idamlar için el kaldıranların hiçbiri bugün yaptıklarını savunamıyor. Ama bugün de halkların eşitlik ve özgürlük taleplerine karşı aynı anlayışı sürdüren darbeci zihniyetler varlığını sürdürüyor. Onların da yaptıklarından utanacakları, yaptıklarının hesabını verecekleri günler uzak değildir. Çünkü halkların talebi de, halklar adına yola çıkanların mücadelesi de büyüyerek sürüyor. Bu vesileyle bir kez daha Denizleri, Mahirleri, Mazlumları, İboları, özgürlük yolunda hayatını kaybeden herkesi saygı ve minnetle anıyoruz. Onların anılarını ortak ve birleşik bir mücadele ile daha da büyütmeye kararlıyız.     Halk bayramı savaş ve yoksulluk şartlarında karşılıyor    Maalesef bu ülkenin acıları ve sevinçleri iç içe geçmiş durumda. Bu iki acı tarihi andığımız günlerde iki önemli bayramı da karşılamaya hazırlanıyoruz. Topraktaki yaşamın koruyucusu ve yaratıcısı Xızır ile sudaki yaşamın koruyucusu ve gözeticisi İlyas’ın buluştuğu ve tabiatın canlandığı, toprakta ve suda bolluk, bereket, devri daimin başladığı tarih olarak kabul edilen Hıdırellez Bayramı bütün halkımıza kutlu olsun. Bayramın bahar gibi, doğa gibi toplumsal yaşamımızın da canlanmasına, değişmesine bahara dönüşmesine vesile olmasını diliyoruz. Yine önümüzde Ramazan Bayramı var ve pandemi koşullarında, açlık, savaş ve yoksulluk şartlarında halkımız bu bayramı karşılıyor. Müslümanların yoksulları, darda olanları anlamak için bir ay boyunca nefsini terbiye ettiği bir aylık oruçtan sonra kutlamaya hazırlandığımız bayramı da halkımız ne yazık ki zor koşullarda karşılıyor. İnsanlar açlıktan, geçim sıkıntısından intihar ediyor, kepenk kapatan esnaf, aşısız ve yurttaşlar korumasız ve pandemi ile açlık arasında ikileme sürüklenmiş durumda.     AKP ve MHP iktidarının panzehiri HDP’dir     Tüm bunları görünmez kılmanın yolu ne? HDP’ye saldırmak. Evet, bekalarını partimize saldırarak ayakta tutmaya çalışan aciz bir iktidar var karşımızda. Ancak onlar saldırdıkça biz güçleniyoruz. Onlar saldırdıkça halk, HDP’nin Türkiye için ne kadar elzem olduğunu daha iyi anlıyor. İzmir Aliağa’da, Rize İkizdere’de, Diyarbakır Bağlar’da, İstanbul’da, İzmir’de, Cizre’de görüyoruz bunu. Bu yüzden diyoruz ki; nasıl ki faşizmin panzehiri demokrasi ise AKP-MHP iktidarının panzehiri HDP’dir.     İçine düştükleri çürümeyi halktan gizlemek için ne yapacaklarını bilmiyorlar     En son bir rezalete daha tanık olduk. İstanbul Belediye Başkanı Sayın İmamoğlu’na, bizim belediyelerimizi ziyaret ettiği gerekçesiyle bir soruşturma başlatılmış. İçine düştükleri çürümeyi halktan gizlemek için ne yapacaklarını, nereden tutacaklarını bilmiyorlar artık. Nedir soruşturma gerekçesi? Sayın İmamoğlu belediyelerimizi ziyaret etmiş, bu şekilde suçu ve suçluyu övmüş. Gerçekten bu iktidar kötülükte sınır tanımıyor, rezalette kendisiyle yarışıyor. Şirazeden çıkmış bir iktidar ve onun genelgecisi Bakanı Soylu durdurulamıyor. Halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanını ziyaret etmekten daha doğal ne olabilir? Suç olan, bir belediyeyi ziyaret etmek değil belediyeyi kayyımla gasp etmektir.     Suç arıyorsanız kayyımın yolsuzluklarına bakın     Bakın Sadece Mardin kayyımı tarihin gelmiş geçmiş en büyük kent soygunlarından birine imza attı, belediyeyi milyonlarca lira dolandırdı. O kadar çok çaldılar ki atadıkları kayyımlara kayyım atamak zorunda kaldılar. Neden? Yolsuzluktan, dolandırıcılıktan, organize suçlardan. Yani iktidar suçlu arıyorsa, kayyımlarına, kayyımlarının yaptıklarına baksın. İktidar suçlu arıyorsa kendi belediyelerinin gri pasaportla yurtdışına nasıl insan kaçırdığına baksın. İktidar suçlu arıyorsa, dolandırıcı, çete, kadın katili arıyorsa İçişleri Bakanı’nın fotoğraf albümlerine, onunla fotoğraf çektirenlere baksın. Ya da camilerde ibadet edenlere biber gazıyla, copla saldırma emrini verenlere baksın. Korkunç görüntüleri izledik. İbadethanelere bu şekilde saldırmak faşizmin geldiği boyutları göstermesi açısından çarpıcıdır. Lebaleb kongreler yapan AKP iktidarının, pandemi yasağı gerekçesiyle camilerde ibadet halinde olan yurttaşlara biber gazıyla saldırması, şiddet uygulaması sadece İslam dünyasının değil tüm insanlığın vicdanını yaraladı. Bu görüntüleri kabul etmek mümkün değil.     1 Mayıs'ı kutlamak yasaklandı   Benzer şiddet, 1 Mayıs’ta alanlara çıkmak isteyenlere karşı da uygulandı. Gene pandemi yasağı gerekçesiyle bu kez 1 Mayıs’ı kutlamak yasaklandı. Kongre salonlarına giremeyen virüs 1 Mayıs meydanlarına, camilere girebilirdi demek. Çözümü de 1 Mayıs’ı kutlayan işçiye, camide ibadet eden yurttaşa işkence etmekte buldular. Sadece son bir haftada yaşanan bu saldırılar şunu gösteriyor: İktidar için, kendisi gibi düşünmeyen kim varsa; camide de olsa, 1 Mayıs meydanlarında da olsa, İkizdere’de de olsa hedefte. Ama şunu unutmasınlar; başta HDP olmak üzere demokratik muhalefet mücadeleden vazgeçmez. Demokrasiye inananlar, başka bir gelecek olduğunu bilenler, birlikte yaşam umudunu yitirmeyenler ve bunun için elini taşın altına koyanlar vazgeçmez.     Bu düşmanlığı Güney Kürdistan referandumunda da gördük     Bu iktidarın varlık gerekçesi bu işte; içeride halka saldırı, dışarıda operasyon ve savaş! Bir kez daha Kürdistan Bölgesel Yönetiminin olduğu bölgelere yönelik saldırı başlatıldı! Çözüm sürecinin sona ermesinden bu yana farklı adlar altında yürütülen bu saldırılar Kürt halkının can ve mal güvenliğini tehdit ediyor. Kürtler yerleşim yerlerini terk ediyor ve zorunlu göçe maruz kalıyor. Bu son operasyonda da yine köyler boşaltıldı. Afrin’den Qamışlo’ya, Şengal’den İran sınırına kadar bin 200 kilometreyi aşkın Bölgesel Kürdistan Yönetimi sınırında oluşturulmak istenen tampon bölgenin asıl gerekçesi Kürt düşmanlığıdır. Bu düşmanlığı Güney Kürdistan referandumunda da gördük.     Kürtlerin coğrafyası değil aynı zamanda kaderi de ortaktır    Buradan Kürt halkına seslenmek istiyorum, nerede olursa olsun Kürtlerin kazanımları bir bütündür. Kürtlerin yalnızca coğrafyası değil aynı zamanda kaderi de ortaktır. Kürtlerin göçe maruz kalmadan, coğrafyaları bombalanmadan, kendi topraklarında katledilmeden kendi yurdunda, onurlu bir yaşam sürmesinin yolu Kürtlerin birliğidir. Ayrıca Kürdistan Bölgesel Yönetimine de seslenmek istiyorum; Beklentimiz Kürtleri karşı karşıya getirmeye yönelik politikalara alet olunmaması, bu kazanımların çeşitli bölgesel iş birliklerine kurban edilmemesidir. Bu Kürt halkına karşı tarihi sorumluluğun gereğidir.     Ölüm siyasetine karşı yaşamı esas alan bir siyaset inşa edebiliriz     Türkiye halklarına da çağrımızdır; Kürt coğrafyasının bombalanması, insanların zorla yerinden edilmesi, bu ülkeye sürekli bir biçimde cenazelerin gelmesi Türkiye halklarının yararına değildir. Hayatını kaybedenlerin her biri bu ülkenin biricik evlatlarıdır. Ekonomik krizin bunca derinleştiği, insanların evine ekmek alamadığı, yoksulluktan dolayı her gün yurttaşlarımızın intihar ettiği Türkiye’de savaşın hiçbir yurttaşımıza faydası yok. Bu savaş politikasının ağır faturasını iktidar Türkiye’nin yoksullarına ödetiyor. Savaş politikaları halkların dününü heba ettiği gibi, bugününü ve geleceğini de karartıyor. Hayatımızı ve geleceğimizi karartan bu savaş politikalarını hep birlikte durdurabiliriz. Ölüm siyasetine karşı yaşamı esas alan bir siyaset inşa edebiliriz.     Bize dayatılan koşullara karşı çıkalım     Bunu başarabileceğimizi gösteren yakın tarihli örneklerimiz var. Bakın 2 buçuk yıl süren çok değer verdiğimiz çözüm sürecinde Türkiye halkları ilk defa ortak bir umut etrafında kenetlendi. 2 buçuk yılda yaşanan rahatlamanın sonucu olarak işçisinden esnafına, çiftçisinden öğrencisine kadar herkese umut aşılayan koşullardan oldukça uzak bir yerdeyiz. Türkiye’de barış mümkün, ortak yaşam mümkün, geleceği birlikte kurmak mümkün; yeter ki isteyelim, yeter ki bize dayatılan koşullara karşı çıkalım.     Tecrit siyaseti bu saldırıların mihenk taşı, can damarıdır     İktidar bunu gayet iyi biliyor, bir araya gelirsek, barış siyasetini yürütürsek ekmeğimizi, aşımızı çalamayacağının farkında. Bu yüzden en çok barışa, barış sesine saldırıyor. Tecrit siyaseti işte bu saldırının mihenk taşıdır, can damarıdır. Türkiye’nin bugün içine sürüklendiği krizlere, darbe mekaniğine, otoriter yönetim anlayışına karşı uyarılar yapan, Türkiye siyasetini esaslı bir yerden okuyan özgürlük perspektifi sunan aktörlerin başında 22 yıldır ağır tecrit altında tutulan Sayın Öcalan’dır. Son yirmi yıldır her seferinde deneyimlediğimiz, herkesin de kabul ettiği bir gerçekliktir.    Yaptığınız yanlıştan dönün İmralı’nın kapılarını açın    Öcalan, özel bir gasp ve hınç hukukuyla tecrit altında tutuluyor. Avukat görüşü yok, aile görüşü yok, telefon görüşü yok. Öcalan çözüm modellerinden bahsettikçe, yol haritaları hazırladıkça, somut adım atıp hazır olduğunu ifade ettikçe ve kangrenleşmiş Kürt sorununa dair nihai çözüm masasını işaret ettikçe tecrit ağırlaşıyor, tecrit derinleşiyor. Neden? Çünkü istiyorlar ki, bu savaş sürsün, cenazeler gelsin kimse Türkiye’nin yaşadığı gerçek sorunları konuşmasın. İstiyorlar ki Öcalan bu konuda toplumu uyarmasın, çağrıları karşılık bulmasın. İşte tecridin anlamı budur. Öcalan üzerindeki tecrit ağır ve tehlikeli bir hal aldı. Kendisiyle yapılan son korsan telefon görüşmesinde de dile getirdiği ‘devlet yanlış yapıyor’ uyarısı son derece önemlidir. Devlet ve iktidar yanlışta ısrar etmeyi sürdürüyor.  Tecritle, kumpaslarla, iletişim kanallarını kesmekle kendinizi sürdüremezsiniz, toplumu oyalayamazsınız. Sadece savaşı derinleştirir, toplumun hafızasını kirletirsiniz.  Tekrar tekrar söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz. Bu vesileyle tecridin kaldırılması için 162 gündür direnen tutsakların sesine ve uyarısına kulak verin, yaptığınız bu yanlıştan dönün, İmralı’nın kapılarını açın.     Tam kapanma değil ‘güvencesiz kapatma’ gerçekleşiyor    14 ay önce başlayan koronavirüs pandemisinde dünyanın bütün hükümetleri, sağlık ve ekonomik güvence sağlamaya dönük adımlar attı. Halklar, bu zor günlerde, oy verdikleri iktidarların süreci yönetebilme potansiyellerini gördü Biz ise Türkiye’de tam olarak bir yönetememe gerçekliği ile yüzleştik. Kimimiz bu yüzleşmeyi sağlığımız korunamadığı için yaşamlarımızı yitirerek, kimimiz ise ekonomik güvence verilmediği için iflas ederek, aç ve işsiz kalarak yaşadık. Dalgasını yaşadığımız pandemide iktidar, ‘tam kapanma’ adı altında genelgeler yayınlamaya başladı. Aslında her bir genelge ile kanıtlandı ki, ‘tam kapanma’  değil, ‘güvencesiz kapatma’ gerçekleşiyor. Yani ne sağlık ne de ekonomik güvence veremeyen bu aciz iktidar, esnafı, işsizi, işçiyi, çiftçiyi eve kapatarak yaşama ihtimalini şansa havale ediyor. Bazı sektörlerde işçiler aşı yapılmadan işyerlerine kapatıldı. Fakat bu iktidar yandaşlarına ise ‘güvenceli kapatma’ verdi. Bakan olduğu bakanlıkta yolsuzluk yapan ve bunu itiraf eden Bakanla ilgili soruşturma açmayarak yolsuzluğu ‘kapatma güvencesi veriyor.’    Türkiye’yi bu iktidardan kurtarmaya gücümüz var    Daha dün ülkenin Dışişleri Bakanı, aşıda önceliği turizm bölgelerine vereceğini söyledi. Yani bu anlayış her şeye para, kazanç ve kar gözü ile bakıyor. Peki ya iç Anadolu, doğu ve güneydoğu ne olacak? Soruyoruz, Karadeniz ve diğer bölgelere ne zaman sıra gelecek? AKP iktidarı bu ülkeyi yönetemiyor. Sağlık ve ekonomik güvence sağlayamıyor. İşsizliğin önüne geçemiyor. Enflasyonu ve kuru durduramıyor. Her gün milyonlarca dolar faiz ödemesini engelleyemiyor. Bu acizlik dünyanın başka ülkesinde olsaydı Sağlık Bakanı ve Genelge Bakanı bir gün görevde kalmaz, istifa ederdi.  Biz tekrardan diyoruz ki, bir ülkede herkes kendi başının çaresine bakacaksa, o ülkedeki iktidarın işlevi ve meşruiyeti kalmamıştır. O yüzden bu durumu değiştirme sorumluluğu bizdedir, muhalefette ve toplumdadır. Demokratik muhalefeti yaratarak bunu başarabiliriz. Türkiye’yi bu iktidardan kurtarmaya gücümüz de var, kendimize güvenimiz de var. “