Ebru Günay: Tutsaklar iktidar bloğunun zulüm politikalarını ifşa etti 2021-04-16 11:47:20   ANKARA - HDP Sözcüsü Ebru Günay, cezaevlerinde devam eden açlık grevine dikkat çekerek, “Tutsaklar, iktidar bloğunun tüm zulüm politikalarını ifşa etmiştir. Ama iktidar cezaevlerini bir baskı ve denetim mekanizmasına çevirme çalışmalarına aralıksız devam ediyor” dedi.      Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, haftalık olağan toplantısını düzenleyerek gündeme dair gelişmeleri değerlendirdi.      ‘Hızlıca yaptıkları tek şey kasaları boşaltmak oldu’    Bugün 16 Nisan referandumunun yıl dönümü olduğunu hatırlatan Ebru, AKP ve MHP’nin ülkeye dayattığı ve tartışmalı bir şekilde kabul ettirdiği karanlık dönüm noktasının üzerinden 4  yıl geçtiğini söyledi. Ebru, “Ülkeyi şaha kaldıracağız, uçuracağız, hızlı karar alacağız, darbeler sona erecek, ülke demokrasiye, refaha boğulacak diyerek pazarladıkları bu sistemin Türkiye’ye neye mal olduğu ortada. 4 yıldır mutlak iktidar, saraylar, saltanatlar uğruna bu ülkeye yapılmadık kötülük bırakmadılar. 4 yıl önce de biz 'kendi ikbaliniz, iktidar hırsınız uğruna ülkeyi uçuruma sürüklüyorsunuz' diye uyarmıştık. Ne yazık ki haklı çıktık. Ülkeyi uçuracağız diyenler Merkez Bankası'nın kasasını uçuruyor, demokrasiyi yok ediyor, hak ve özgürlükleri ayaklar altına alıyor, anayasayı her gün her saniye çiğniyor. Hızlıca yaptıkları tek şey kasaları boşaltmak oldu, demokrasiye darbe yapmak, kayyımı bir rejim haline dönüştürmek oldu” dedi.      Ebru, konuşmasının devamında şunlara dikkat çekti:    “Tutuklamalarda, saldırılarda, muhalefete yönelik baskılarda hızlarına yetişilmiyor. 4 yıldır anayasasını rafa kaldırdıkları ülkeyi KHK’lerle OHAL düzeniyle, hukuksuzca yönetiyorlar. Türkiye’yi en hızlı yoksullaşan, siyasi nedenlerle en fazla tutuklamanın yapıldığı ülkeler sırasında birinciliğe taşıdılar. Kurdukları bu ucube sistem daha başlamadan iflas etti. Bugün artık bu sistemin meşruiyeti kalmamıştır. Toplum can derdiyle bu kötülük düzeninden bir an önce kurtulmak istiyor. çalışıyor. Değişim istiyor ve biz de halkımızın bu değişim talebini varlık gerekçemiz olarak görüyoruz. Sistemin halkımıza, topluma daha fazla kötülük dayatmasına izin vermeyeceğiz.     HDP’yi suçlayacak tek bir konu yok    Biliyorsunuz dün Anayasa Mahkemesi partimizin kapatılması talebiyle hazırlanan iddianamenin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na iadesiyle ilgili gerekçeli kararını açıkladı. Hazırlanan bu iddianame ile ortada herhangi bir suç yokken, asıl amaçları yargıya siyasi baskı uygulayarak HDP ile ilgili suç uydurarak, partimizi suçlu ilan etmekti. Ama ortada HDP’yi suçlayacakları tek bir konu yoktur. Bu yüzden apar topar ve temelsiz iddialar ile hazırladıkları bu dosya ile suçüstü yakalandılar. Biz daha önce de demiştik. Beraat ya da takipsizlikle sonuçlanmış yüzlerce soruşturma numarası da iddianameye alınmış. Hatta yaşamını yitirmiş partili arkadaşlarımıza bile siyasi yasak getirilmek isteniyordu. İddianamenin iade edilmesine dönük yayınlanan gerekçeli kararda, normal koşullarda aslında onu hazırlayan savcıların görevden alınmasını gerektiren tespitler var. Ancak biz biliyoruz ki bu dosya savcılara zorla hazırlatıldı. İddianame hukuki ciddiyetten uzak, siyasi talimatlara bağımlı çalışan yargı gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Gelinen aşamada AYM bütün siyasi baskıya rağmen siyasi nedenlerle yazılan bu iddianameyi ret ederek bu rezalete alet olmadı. Biz tekrardan çağrıda bulunmak istiyoruz, iade edilen iddianameden de anlaşılacağı üzere partimize yönelik plan siyasidir ve bu dosya bir daha açılmamak üzere kapatılmalıdır.       İktidar partimize karşı yeni kumpaslar kurmaya devam ediyor     İktidar neredeyse tüm devlet imkânlarını ve kurumlarını seferber ederek partimize karşı yeni kumpaslar, yeni oyunlar organize etmeye devam ediyor. Daha dün yani pandemi nedeniyle tüm etkinliklerin hükümet tarafından engellendiği bir zamanda ve kentte bin 600 gündür her türlü eylemin kayyım tarafından yasaklandığı Van’da polis nezaretinde ve korumasında bir grup saldırgan, Van il örgütümüzün önüne getirildi ve polisin gözü önünde aynı kişiler partimize ve içerdeki arkadaşlarımıza taşlı saldırıda bulundu, saldırıda yaralananlar oldu. Ülke tarihi böylesi rezaletlere Madımak ve Maraş’ta tanıklık etti. Türkiye tarihinde kolluk güçlerinin bu kadar iktidarın siyasi amaçları doğrultusunda hareket ettiği başka bir zaman görülmemiştir. Bu kirli oyunlardan ve provokatörlükten vazgeçin. Buradan açık bir şekilde ifade etmek isterim ki, Van’da gelişebilecek her türlü olumsuzluktan Van Valisi, Emniyet Müdürü ve iktidar sorumlu olacaktır.        Kadınlar şiddet karşısında çözümsüz kılınmak isteniliyor    Eskiden Türkiye’de generaller, askerler oturdukları karargâhlarından siyasete ve siyasi partilere ayar verirlerdi. Şimdi ise bu işi AKP’nin emir erleri gibi davranan Emniyet müdürleri ve kamu görevleri yapmaya başladı. İstanbul Sözleşmesi yürürlükte iken dahi sözleşme etkin uygulanmadığı için kadınlar etkin şekilde şiddetten korunmamış ve yaşamlarını yitirmiştir. Yoksa bunca kadın cinayetinin izahı nedir? Fakat asıl olarak sözleşme gasp edildikten sonra görevliler başvuran kadınlara ‘sözleşme kalktı, eskiye dönüldü’ cevapları vermeye başlayarak kadınlar şiddet karşısında muhatapsız ve çözümsüz kılınmak istenmiştir.     İnkar ettiler   Fakat bu gerçek ve somut duruma dikkat çeken eş genel başkanımıza karşı, Emniyet Genel Müdürlüğü haddini ve görevini aşarak bir siyasi lideri, Eş Genel başkanımız Sayın Pervin Buldan’ı hedef alarak açıklama adı altında bir karalama, bir saldırı gerçekleştirmiştir. Biz kadınların maruz kaldığı şiddeti dile getiriyoruz. Fakat her seferinde iktidar partisi bunları reddediyor. Aynısını çıplak aramada da yaptılar. Çıplak arama yönetmelikte yer almasına ve sistematik uygulanmasına rağmen aylarca yalan söyleyerek ret etmeye, inkâr etmeye çalıştılar.     Kadın düşmanı zihniyeti iyi tanıyoruz    Çıplak aramayı gündeme getiren vekilimiz Gergerlioğlu’nun vekilliği düşürüldü ve tutuklatıldı. Fakat sonra gerçek tüm boyutlarıyla açığa çıkınca susma yoluna gittiler. Bizim dile getirdiğimiz hakikatleri reddetme, çarpıtma politikasını izleyen hükümete, bu inkar açıklamasıyla Emniyet Genel Müdürlüğü de bir kez daha katılmıştır. Emniyet kadınların korunmadığı gerçeğinin üzerine gidip, bunu yapan görevlileri açığa çıkaracağına eş genel başkanımıza cevap yetiştirme telaşına girmiştir. Emniyete bu seviyesiz açıklamayı yaptıran kadın düşmanı zihniyeti iyi tanıyoruz. Bu açıklama erkek şiddetini teşvik eden bir dildir, bir kez daha suçüstü yakalandılar.  Şiddetle mücadele etmesi gereken emniyet, eş genel başkanımıza  seviyesizce, terbiyesizce saldırarak, kadın düşmanı olduğunu göstermiştir.    Haddinizi bilin, göreviniz olan toplum güvenliğini sağlayın    Buradan bir kez daha eş genel başkanımızı hedefe koyan emniyet genel müdürlüğünü kınıyor, yaptığı bu haddini ve görevini aşan açıklamayı bir an önce kaldırıp özür dilemesi çağrısını yapıyoruz. Emniyet Müdürlüğü'nün görevi, AKP’nin yan kolu 'Emniyet Partisi' gibi hareket edip bir siyasi lideri hedef alıp karalamak, kadın düşmanlığı yapmak değil, asıl görevi şiddet gören kadınları şiddetten korumaktır. AKP yıllarca kendilerine ayar vermeye çalışan askerlerden ve generallerden mağduriyet yaratmaya çalışan, daha birkaç gün önce birkaç amiralin yazılı açıklamasından darbe mağduriyeti devşiren bir iktidar iken polisin siyasete müdahale etmesi gibi hadsiz tutumları teşvik etmesi de ayrıca tarihe not düşeceğimiz bir trajik durumdur. Haddinizi bilin, öncellikli göreviniz olan toplum güvenliğini sağlayın.     İktidarın kurduğu sistem toplumu hasta ediyor     Bu ikitdarın kurduğu sistem toplumu hasta ediyor. Türkiye, bütün dünyayı etkisi altına alan pandemi sürecini en kötü yöneten ülkelerden biri haline geldi, daha doğrusu getirildi. Doğru dürüst maske dağıtamayan, halkı açlık ve hastalık arasında tercihe zorlayan iktidar salgının 3’üncü dalgasında berbat bir yönetim örneği gösteriyorlar. Birkaç gün önce Erdoğan, yeni yasak kararlarını açıkladı. Vaka sayısının 60 bin, ölüm sayılarının 300’lere vardığı bir dönemde aldıkları kararlar 'Biz aşımızı olduk, kongrelerimizi de yaptık, siz de ne haliniz varsa görün' oldu. Bundan başka bir anlam ifade etmiyor.     Türkiye’yi deneme tahtası yaptılar    Biz bu filmi daha önce izledik. 1 Haziran 2020’de de benzer bir şekilde çok hızlı bir açılma gerçekleşmiş ardından yaz aylarında vaka sayılarında çok ciddi artışlarla karşılaşmıştık. Şimdi de 1 Mart 2021’de alınan normalleşme kararlarıyla aynı süreci tekrar yaşıyoruz. İnsan yaşamına mal olan böyle bir meselede bile ciddiyetleri yok. Türkiye’yi tıpkı eğitim de ve pek çok meselede olduğu gibi deneme tahtasına çevirdiler. Çok hızlı bir açılma kararı alınıyor, çok hızlı bir şekilde vaka sayılarının artışları yaşanıyor, ardından ‘tedbir alıyoruz’ diyerek neye benzediği belli olmayan kararlarla toplumun karşısına çıkıyorlar. Bu ciddiyetsizlik ve beceriksiz sonucu vaka ve ölüm sayılarında Türkiye’yi Avrupa’da birinci; dünyada da ilk sıralara yerleştirdiler. Kürt illerinde de önceki dönemlere kıyasla 4 ila 6 katlık belirgin bir artış söz konusu.    Esnaflara destek sunmadıkları için mağdur ediliyorlar    Pandemi döneminde kapanmalarla en çok restoran, lokanta, kahvehane ve kafeterya çalışanlarını hiçbir destek sunmadıkları için mağdur ediyorlar. Sadece esnaf da değil, pandemi başladığından beri 102 müzisyen ve farklı meslek grupları geçim sıkıntısı, çaresizlik ve açlık sebebiyle intihar etti. Bu ölümleri, bu mağduriyetleri durdurmanın yolu ekonomik ve sosyal destek sağlamaktan, etkili filyasyondan, adil bir aşılama politikasından ve şeffaf bilgiden geçiyor. Adil bir aşılama politikası, öğretmenlerden, risk grubu meslek çalışanlarından önce futbolculara, turizmcilere aşı yapılması değil elbette.     Muhatapları dikkate alınmadan pandemi ile mücadele etmek mümkün değil     Ekonomik destek de halkın sofrasına iftarlık koyacak gücünün olmadığı bu koşullarda ‘fakir-fukaraya, garip-gurebaya dağıtalım dedik’ dedikleri çiftçinin elinde kalmış patates ve soğanı topluca satın alıp, hibe olarak sunmak değil elbette. Ekonomik ve sosyal güvence sağlanmadan verilen bu kısmi kapanma kararlarının halkı zor duruma düşürmekten başka bir anlamı yok. Bu işin gerçek muhatapları dikkate alınmadan, STK, meslek örgütleri dinlenmeden, bilimsel ve adil politikaları hiç değilse bundan sonra yürürlüğe konulmadan pandemi ile mücadele etmem mümkün değil.     Ülkede insani muamele erişime kapatıldı     İşkence ve kötü muamelenin merkezi haline gelmiş cezaevlerinde tecrite ve hukuksuz uygulamalara karşı açlık grevleri eylemi 141. gününe girdi. Çok kolay çözülebilecek sorunlar için yüzlerce cezaevinde, binlerce tutsak bedenini açlığa yatırmış durumda.  Artık bu ülkede hukuk, adalet, eşit yurttaşlık, insani muamele vatandaşın erişimine kapatılmış ve tutsaklar bu yüzden en insani ve hukuki uygulamalar için açlık grevine girmek zorunda kalmışlardır.    Tecrit ülkenin yönetim biçimi haline geldi     Bu taleplerin başında Sayın Abdullah Öcalan üzerinde devam eden ve tüm ülkeye sirayet eden tecrit uygulamasının son bulması gelmektedir. Tecrit; İnsanlık dışı, hukuki zemini olmayan bir uygulama iken adeta ülkenin yönetim biçimi haline gelmiştir. Tutsakların haklı talepleri yerine getirileceğine haklı talepler üzerinden yeni yasa tasarıları gündeme getirilerek açlık grevindeki tutsakları adeta tahrik ediyorlar. İmralı’da avukat görüşmesine izin vermeleri gerekirken, telefon görüşmesi olarak nitelendirilmeyecek bir görüşme ile ali cengiz oyunları oynuyorlar. Önceki açlık grevleri döneminde yaşamını yitirenler üzerinden yaşadığımız acı tecrübeleri unutmadık. Her bir can kıymetlidir. Geçmiş dönemlerdeki gibi geri dönüşü olmayan acıların yaşanmaması için tecride bir an önce son verilmelidir. Tutsakların diğer talepleri hasta tutsaklara ilişkindir. Hasta tutsakların tahliye edilmesi ve insani koşullarda tedavi olabilmesi için, diğer tutsakların kendi sağlıklarından vazgeçerek eylem halinde olmaları bu ülkenin ayıbıdır. Utanç vericidir.    Tutsaklar iktidarın zulüm politikalarını ifşa etti     Tutsaklar cezaevlerindeki baskıların sona erdirilmesini talep ediyorlar. Tutsaklar, iktidar bloğunun  tüm zulüm politikalarını ifşa etmiştir. Ama iktidar cezaevlerini bir baskı ve denetim mekanizmasına çevirme çalışmalarına aralıksız devam ediyor. Şimdi de bir torba yasa içinde cezaevlerinde anayasanın birçok ilkesine aykırı denetim uygulamaları tahkim etmeye çalışıyorlar. Biz, bir kez daha yetkililere sesleniyoruz. Açlık grevindekileri tutsakların taleplerini yerine getirin. Eylemcilerin haklı taleplerini bir an önce yerine getirin.    Sıra Marmara ve Karadeniz’de     AKP iktidarının, Akdeniz’de ve Ege’de sebep olduğu gerilimler yetmezmiş gibi, şimdi de Montrö Sözleşmesi ve Kanal İstanbul Rant Projesi üzerinden yeni bir gerilim hattı oluşturulmaya çalışılıyor. Doğu Akdeniz ve Ege’ye savaş gemileri sığmadı, sıra Marmara ve Karadeniz’e geldi.     Çatışmasızlığın sürekliliğini önemsiyoruz     Biz, Türkiye’nin Ortadoğu’da, Kafkasya’da barışın teminatı olması gerekir dedikçe AKP ‘hayır’ .Türkiye, savaşın teminatı olmalıdır’ dercesine bölge ülkelerini karşı karşıya getirmeyi amaçlıyor. Neymiş? ‘Montrö’den Erdoğan istediği takdirde çıkarlar’. Neredeyse 84 milyonun iradesini yansıtan TBMM’yi es geçerek sözüm ona yeni rejimin getirdiği fırsattan Erdoğan bir imzayla ‘Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nden çekilebilirmiş’. 84 milyonun onayı olmadan, bu sözleşmenin feshini oldu bitti’ye getirmek ve bunun olası diplomatik sonuçları üzerinden halkları yeni bir savaşın eşiğine sürüklemek kabul edilebilir bir şey değildir. HDP olarak elbette Ege’de, Akdeniz’de olduğu gibi Marmara ve Karadeniz’de de gerilimin ve çatışmasızlığın sürekliliğini önemsiyoruz. Bunun aksi yönünde hareket eden her siyasete karşı duruşumuz nettir.     AKP kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor     ABD-Rusya arasında yaşanan gerilimi tırmandıracak politikalar üretmek yerine bölgesel barışın sağlanmasında aktif rol alabilecek AKP, Suriye’de, Libya’da olduğu gibi Karadeniz’de de kendi iktidar çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Ancak bu tarz tek taraflı hayallerin büyük bir başarısızlık hikayesiyle sonuçlanması kaçınılmaz olacaktır. Montrö’nün by-pass edilmesi amacıyla inşasında ısrar edilen Kanal İstanbul Projesi’nin bir ‘çöp proje’ olarak anılmasına sebep olacak ihtimaller ve dış etkenler halen çok güçlüdür. Bu riskleri görmezden gelmenin tek bir sebebi olabilir, o da kısa vadeli çıkarlar ve rant çarklarının dönmesine duydukları ihtiyaçtır.    Ege Deniz’indeki insan kaçakçılarının göçmenleri sömürmesi engellenmeli     Yani milyarlarca dolar masraf ve kaynak ile ekosistemi büyük tahribata uğratıp inşaat çetelerini ve çevrede arsa toplayan fırsatçıları zengin edeceksiniz. Ancak Rusya ve diğer Karadeniz ülkeleri Montrö’yü esas alarak İstanbul Boğazı’ndan neredeyse ücretsiz geçmeye devam edecek. Bu durum, Kanal İstanbulun, gemilerin geçmediği, her geçen gün milyonlarca dolar zarar eden ve bu zararın diğer yol ve köprü projeleri gibi halkın cebinden çıktığı kara deliklerden biri olarak anılmasına yol açacaktır. Eğer iddianız İstanbul Boğazı’ndaki geçişlerden dolayı zarar etmeniz ise, Kanal İstanbul projesi ile bahsedilen zarar 10’a katlanacaktır. Denizlerde egemenlik hakkından bahsediliyorsa önce Ege’deki insan kaçakçılarının göçmenleri sömürmesini engellemeli ve Ege Denizi’ni göçmenler mezarlığına çeviren şebekelere ağır cezalar uygulanmasına öncelik vermelidir.”