Ebru Günay: 2021 yılı inşa yılı olacak 2021-01-22 12:32:32   ANKARA - Partisinin haftalık basın toplantısında konuşan Ebru Günay, cezaevlerinde PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlatılan açlık grevlerinin ölümle sonuçlanmaması için gerekli adımların atılması gerektiğini ifade ederek, “2021 yılı bizler açısından inşa yılı olacak” dedi.    Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, partisinin genel merkez binasında gündemdeki gelişmelere ilişkin haftalık basın toplantısı düzenledi.   ‘Tecrit insanlık suçudur’   Konuşmasına PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle cezaevlerinde başlatılan açlık grevi eylemleriyle başlayan Ebru, “Tecrit sistemi, işkence yasağına aykırı olarak sistematik bir şekilde başta İmralı cezaevi olmak üzere Türkiye’deki cezaevlerinde yaygın olarak uygulanan insanlık suçudur. Bu sistemle tutsakların avukat ve aile bireyleriyle her türlü iletişim aracılığıyla haberleşme hakkı başta olmak üzere, sosyal ilişkilenme hakkı, düşünce ve ifade hakkı gibi tüm yasal hakları ortadan kaldırılmakta, evrensel hukuk kuralları askıya alınmaktadır. CPT başta olmak üzere birçok uluslararası kurum, iktidarın işkence yasağına aykırı olarak tecrit uygulamasına başvurduğunu defalarca belgeledi ve insanlığa karşı bu suçtan geri adım atması için iktidara çağrılarda bulundu. Ancak iktidar tam aksine bu politikalarından vazgeçmediği gibi, tecrit sistemini ülkenin geneline yayarak sistematik hale getirdi. İmralı Cezaevi’ndeki tecrit uygulamalarına karşı daha önce de açlık grevleri yapılmış, bu grevlerin etkisi ile aile ve avukat görüşmeleri yapılmış ancak 7 Ağustos 2019 tarihinden beri görüş yasakları yeniden devreye girmiştir. Bu durum BM Mandela Kurallarına, CPT tavsiyelerine ve 5275 sayılı İnfaz Kanunu’na da aykırıdır” sözlerine yer verdi.    ‘Tutsaklar ölüme terk ediliyor’   Cezaevlerinde bulunan tutsaklara karşı “tecrit içinde tecrit” sistemi uygulandığına vurgu yapan Ebru, keyfi uygulamalarla tutsakların haklarının gasp edildiğini söyledi. Tutsakların, pandemi koşullarında hijyen ve sağlık imkanlarından mahrum bırakılarak ölüme terk edildiğini kaydeden Ebru, “Son dönemlerde onur kırıcı ve gayri ahlaki çıplak arama işkencesi de gözaltı merkezlerinden başlayarak cezaevlerine kadar yaygınlaştırılmıştır. Bunlar ve benzeri tüm hapishanelerde yaşanan hak ihlallerine son verilmesi, kişi onuruna yakışır muamele yapılması, mahpuslara yönelik işkence, kötü muamele ve diğer hak ihlallerinin ortadan kaldırılması, hasta mahpusların tedavilerinin aksatılmadan yapılması, hastane sevkleri sonrası karantina koşullarının işkenceye dönüştürülmesinin önlenmesi de bu eylemlerin talepleri içindedir. Bu taleplerin tamamı meşru, hukuki ve demokratik taleplerdir” dedi.   ‘Siyasi mahpuslara, ‘pişmanlık’, ‘itirafçılık’ gibi kirli politikalar dayatılıyor’   İktidarın tutsakların taleplerini karşılamadığını belirten Ebru, hak ihlallerinin giderek arttığına işaret etti. Devreye konulan “İyi Hal Kurulu” uygulamasıyla, infazı biten tutsakların keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam edildiğine dikkat çeken Ebru, “İyi Hal Kurulu’nda, savcı ve hapishane görevlileri, mahpusların şartlı tahliye tarihi öncesinde bir rapor hazırlıyor ve değerlendirme yapıyor. Siyasi mahpuslara, ‘pişmanlık’, ‘itirafçılık’ gibi kirli politikalar dayatılıyor. Sırf siyasi görüşünden kaynaklı, çıplak arama uygulaması gibi cezaevinin insanlık dışı uygulamalarına direnenler, açlık grevlerine katılanlar hakkında olumsuz raporlar veriliyor, tahliyelerinin önüne geçiliyor. Kurulda baro görevlisi veya hükümlünün avukatı bulunamıyor” ifadelerini kullandı.   ‘Kamuoyunu tutsakların sesine ses katmaya çağırıyoruz’   Tutsakların yeni bir ceza ile karşı bırakıldıklarına dikkat çeken Ebru, “Bu raporlar iki kez uygulanabiliyor ve her seferinde 6 ay olmak üzere şartlı tahliye tarihi 1 yıla kadar ertelenebiliyor. İnfaz süreleri bitmiş çok sayıda tutsak keyfi biçimde cezaevinde tutulmaya devam edilerek aslında çok büyük bir insan hakkı ihlalinin yanında, kişiyi hürriyetinden mahrum bırakma suçu işleniyor. Cezaevlerindeki hak ihlallerine bir yenisini ekleyen bu uygulama da mahpuslara ‘cezaevi içinde cezaevi’ yaşatan hukuk dışı, insanlık dışı bir uygulamadır. Tüm bu nedenlerle 57’nci gününe giren açlık grevlerindeki taleplere yönelik olarak, başta Adalet Bakanlığı olmak üzere yetkililer görevlerini yapmalı ayrımcılığa ve keyfi uygulamalara bir an önce son vererek, tüm hak ihlallerinin sonlandırılması ve tecridin kaldırılması için bir adım atılmalıdır. Çok geç olmadan, yeni can kayıplarını yaşamamak adına derhal harekete geçilmelidir. HDP olarak insan yaşamının bizim için çok değerli olduğunu buradan tekrar ifade ediyor ve mahpusların yaşamlarını riske atacak her türlü tutuma karşı bütün demokratik kamuoyunu da tutsakların sesine ses katmaya çağırıyoruz” şeklinde konuştu.   ‘Efrîn’de sadece bir coğrafya işgal edilmedi’   Türkiye’nin 20 Ocak 2018’de Efrîn’e yönelik başlattığı askeri harekatı hatırlatan Ebru, “ ‘Tehdit’ bahanesiyle TSK ve desteklediği cihatçı gruplar Suriye İç Savaşında tek bir kurşun bile sıkılmayan Efrîn’e yönelik işgal harekâtı başlattı. Efrîn’de sadece bir coğrafya işgal edilmedi. Aynı zamanda Ortadoğu’nun en eski halklarından olan Kürtlerin dili, kültürü, geleceği ve toplumsal değer yargıları hedef alınmaktadır. Biz daha ilk günden AKP iktidarının hedefinde Kürtlerden başka bir şey olmadığını her platformda söyledik. Ve bugün gelinen nokta gösteriyor ki, AKP iktidarı ve desteklediği gruplar Efrîn’de ve genel olarak Kuzey Suriye’de yaptıkları bir beka meselesi değil, sadece Kürt düşmanlığıdır. En son BM’nin Ocak-Temmuz 2020 tarihleri arasında Suriye’de yerinde yaptığı çalışmalar bize yeniden AKP iktidarının, desteklediği grupların insanlığa karşı suç işlemeye devam ettiğini yeniden göstermiştir” diye konuştu.   ‘300 bin Efrînli yerinden edildi’   “BM başta olmak üzere, uluslararası birçok izleme örgütlerinin çağrılarına rağmen işgalden sorumlu olan AKP iktidarı tarafından bu suçların araştırılmasına dair ne bir adım atılmıştır ne de bir açıklama yapılmıştır” diyen Ebru, “İktidarın bugüne kadar bir soruşturma başlatmamasının tek bir gerekçesi olabilir. O da; kendi başlatacakları soruşturmada bile asıl sorumluların kendileri olduğu ortaya çıkacaktır. Evet, AKP’nin bu suçlara ve uygulamalara dair soruşturma açmaması ‘biz orada suç işliyoruz’un örtülü itirafıdır. Efrîn’de 3’üncü yılına girdiğimiz Efrîn işgalinde şu ana kadar 300 bin Efrînli yerinden edildi. Kentte Kürtçe diline dair her şey Türkçeleştirildi. Tüm okullarda Türkçe zorunlu hale getirildi. Kürt tarihinin önemli isimlerinin verildiği meydanlar Türkçeleştirildi. Son 3 yılda çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 7 binden fazla kişi kaçırıldı ve binlercesinin akıbeti hala bilinmiyor. Kaçırılan kadınların zorla evlendirildikleri, cinsel saldırıya maruz kaldıkları, BM, Af Örgütü ve birçok insan hakları izleme örgütü tarafından somut bilgilerle kanıtlanmıştır” dedi.   Ebru sözlerini şöyle sürdürdü:   “Bu iktidar Efrîn’in doğasını da talan ediyor. 20 milyona yakın zeytin ağacı bulunan Afrin’de birçok zeytinlik yağmalandı, kesildi veya yakıldı. Zeytinlerden üretilen yağların iç piyasanın yanı sıra İspanya, Danimarka gibi ülkelere satıldığı da zaten belgelenmişti. Dönemin ticaret bakanı da ‘gelir bize geçsin istiyoruz’ diyerek bunları kabul etmişti zaten.    Sonuç olarak, BM gibi, Türkiye’nin de dahil olduğu ulus üstü bir kurumun raporları ve AKP iktidarının itirafları, aklı selim her insanın ‘AKP, Efrîn’de ağır suçlar işliyor’ dedirtebilecek niteliktedir. Biz HDP olarak şunu çok iyi biliyoruz, Efrîn’de cinayet işleyen fail ertesi gün elini kolunu sallaya sallaya İstanbul’da, Hatay’da gezebiliyor. Ve dün Efrîn’de suç işleyen bu zihniyet yarın Türkiye’nin herhangi bir yerinde aynı suçu işleyecektir.    Irak Merkezi Hükümeti’nin Türkiye’yle diplomasisine elbette karşı değiliz   Geçtiğimiz gün Milli Savunma Bakanı’nın Irak ziyareti basına yansıdı. Son yıllarda ne zaman AKP iktidarından birileri Irak’ı ziyaret etse, ardından savaş politikaları devreye giriyor ve kan dökülüyor. Biz HDP olarak, gerek Irak Kürt Bölgesel Yönetimi gerekse Irak Merkezi Hükümeti’nin Türkiye’yle diplomasisine elbette karşı değiliz. Aksine bu ilişkilerin demokratik temelde geliştirilmesini de temenni ediyoruz. Fakat, hem Irak Kürdistan Bölgesel yönetimini hem de Irak Merkezi Hükümetinden beklentimiz, AKP’nin ‘Kürt düşmanlığı’ dayatmasını kabul etmemesidir. İç kavga senaryosu bile sadece Kürtler arası birliği değil, Ortadoğu’daki bütün halkların geleceğini olumsuz etkileyecektir.   Siyasi Partiler Kanunu ile Seçim Kanunu’nda kimi değişiklikler yapılacağına dair zaman zaman basına yansıyan ‘kulis’ bilgileri oluyor. Nedir kamuoyuna yansıyan bilgi? MHP ve AKP, bu iki kanunda bazı değişiklikler yapmak için çalışıyorlar. Bir kere altını çizerek belirtmemiz gerekir ki; Siyasi Partiler ve Seçim kanunları, bir ülkede yurttaşların ‘yönetime katılma biçimini’, ‘ülke yönetiminde söz sahibi olma düzeyini’ belirleyen çok önemli hukuki metinlerdir. Dolayısıyla böylesine önemli iki kanuna dair, MHP ve AKP’nin; ‘kapalı kapılar ardında’ yani seçimlere katılacak diğer partilere danışma tenezzülünde dahi bulunmadan, ilgili sivil toplum örgütleriyle ortaklaşmadan yani halktan, kamuoyundan saklayarak, gizleyerek yapmak istedikleri alavere-dalavere bir işten ibarettir.   Demokrasilerin olmazsa olmazlarından biri demokratik seçimlerdir   Demokrasilerin olmazsa olmazlarından birisi; demokratik, şeffaf ve güvenilir seçimlerdir. Seçimlerin halk iradesini, yurttaş iradesini en doğru biçimde yansıtacak özgür, demokratik, şeffaf ve  güvenilir usul ve yöntemlerle gerçekleştirilmesi, ayrıca seçme ve seçilme özgürlüğünün yani halk iradesinin güvence altına alınması da bir ülkede demokratik siyasetin hakim kılınması bakımından hayati niteliktedir. Bu bağlamda; Seçim mevzuatının demokratik bir temele oturması şarttır. MHP ve AKP 12 Eylül cunta anayasası bağrından çıkmış mevcut siyasi partiler ve seçim kanunlarını ‘demokratik bir temele’ oturtmak için mi çalışma yürütüyor? Tabi ki hayır. Nereden biliyoruz? Çünkü kapalı kapılar arkasında, halktan ve diğer siyasi partilerden gizleyerek yapılan işlerden demokrasi çıkmaz. Çıksa çıksa otoriterlik çıkar, faşizm çıkar, hile çıkar, hurda çıkar.   Referandum tarihe ‘mühürsüz oy pusulalarıyla’ geçti   MHP-AKP ikilisi, adına ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ dedikleri otoriter rejime, anayasal dayanak oluşturmak için ne yaptılar? 15 Temmuz darbe girişimi ardından ilan ettikleri OHAL koşullarında, siyasetçilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin, sivil toplum örgütlerinin, yurttaşların tutuklandığı, fikirlerin dahi özgürce dile getirilemediği, tartışılamadığı bir baskı ortamında, sözüm ona halk oyuna sunarak, referandumla anayasada değişiklik yaptılar. Sözüm ona referandum, çünkü bu referandum tarihe ‘mühürsüz oy pusulalarıyla’ geçti. 16 Nisan 2017’de saat 16.10’da yani henüz sandıklar açılmamışken, AKP’nin YSK temsilcisi YSK’ya bir dilekçe verdi. ‘Mühürsüz oy pusulaları geçerli sayılsın’ dedi. Henüz sandıklar açılmamışken sandıklarda ‘mühürsüz oy pusulaları olduğunu’ nereden biliyorsun?   Ve bu mühürsüz oy pusulalarında yapılan tercihin “EVET” olduğunu nereden biliyorsun?   OHAL koşulları daha da katmerlenmiştir   Bu ülke tarihinin en büyük seçim hilelerinden birisine imza atarak ve buna ‘kanuna aykırı biçimde olur veren’ YSK’yı da dahil ederek, referandumu kazandıklarını ilan ettiler.   Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri MHP-AKP ikilisinin ülke demokrasisini askıya aldıkları bu yeni rejim meşruiyet kazanamamıştır. Her türlü baskının mubah sayıldığı bir siyasi iklimde üstüne üstlük hileli bir halk oylamasıyla iktidarlarını tahkim etmişlerdir. Baskı ortamı, faşizan uygulamalar, OHAL koşulları ortadan kalkmış mıdır? Hayır, daha da katmerlenmiştir. Peki, böyle bir ortamda bu iktidar bloku ne yapmak istiyor? Siyasi partiler ve seçim kanunlarında kalan asgari demokratik kırıntıları da temizlemek, yok etmek istiyor.   Kendilerinin lehine, kendilerinin dışındaki tüm partilerin aleyhine ne kadar daha cambazlık yapılabilir? Bunun peşindeler. Yapacakları değişiklikleri meclise getirip, el kol çokluğuyla geçireceklerdir. Elbette bizler demokratik muhalefetimizi en üst düzeyde yapacağız. Otoriter partilerin, siyaset anlayışlarının bir vesayet odağına dönüşmesini, Türkiye gibi heterojen bir topluma sahip, 83 milyon ve genç nüfuslu bir ülke daha fazla kaldıramaz. Nitekim bunların faşizan sistemi çatırdamaya başladı.   Çoğunluğun değil, çoğulculuğun siyasetini yapıyoruz   ‘Bunlar seçimle gitmez!’, ‘Ne yapar eder, seçimi kazanırlar’, ‘Seçimi kaybetseler de gitmezler!’ gibi halk arasında yaymaya çalıştıkları, muhalefete oy veren seçmenin inancını zayıflatıp, sandığa gitmesini engellemek için, sistematik olarak yayılan palavralara da hiçbir yurttaşımızın kulak kabartmamasını istiyoruz. Bunun için gerekli teknik bilgi ve donanıma, uzmanlığa ve her şeyden önemlisi mücadele azmine her zamankinden fazla sahibiz.   Biz HDP olarak bu ülkede mevcut olan her siyasetin Meclis’e yansıması gerektiğine inanıyoruz. Çoğunluğun değil, çoğulculuğun siyasetini yapıyoruz ve bu fikriyatın Meclis’te de temsil edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bugün Türkiye’de olan yüzde onluk seçim barajı dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bu barajın kesinlikle kaldırılması gerekir. AKP iktidarı yıllardır 12 Eylül’ün mirası olan bu sisteme sahip çıkıyor. İktidara gelince yan çizdiler. Bugün HDP’nin baraj sorunu yok ancak demokrasinin gereği olarak sıfır barajla tüm siyasi partilerin kendini ifade edebileceği, Meclis’te yer alabileceği koşullar yaratılmalı.    Sokağın kabaran öfkesini seçim sandıklarına taşıracağız   İktidar bloku, cunta mirası seçim barajını kaldıracağına, demokratik, adil ve eşit bir seçim yarışı için artık ucube hale gelmiş seçim kanunlarını değiştireceğine yatıp kalkıp hiç kimselere danışmadan, konuşmadan Ali Cengiz oyunlarıyla ülkenin geleceğini dizayn etmeye çalışıyor. Buna izin vermeyeceğiz. Siyasi partiler ve seçim yasası üzerine çalışan parti komisyonlarımız hazırlık içindeler. Bizim için temel kriter demokratik ölçü ve ilkelerin hem siyasi partiler, hem seçim, hem diğer ilgili kanunlara yedirilmesi gerektiğidir.    Sandık üzerinden toplum mühendisliği yaparak halkı seçimden, sandıktan soğutmak isteyen, inancını kırmak isteyen AKP-MHP iktidarına şunu diyoruz; Halkın öfkesini hangi sandık hilesiyle yok edebilirsiniz? Sokağın kabaran öfkesini seçim sandıklarına taşıracağız. Sokağı mutlaka iktidara taşıyacağız.    Her kesimin ve kimliğin hem omuzdaşı hem de sesi olduk   Sokak sokak gezip halkı dinleyenler olarak 1 Haziran ile 1 Eylül 2020 tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz Demokratik Mücadele Programı kapsamında Edirne ve Hakkari’den ‘Darbeye Karşı Demokrasi İçin’ yürüdük. AKP-MHP iktidarının her türlü saldırı ve engellemelerine karşı direnerek, bu yürüyüşü halklarımızın da büyük desteğiyle sonuçlandırdık. Bu üç aylık Mücadele Programının ardından yine 4 aylık Demokratik Eylem Programımızı her alanda mücadele ederek, hayata geçirdik. İktidarının her alandaki saldırısına karşı fabrika önlerinde, alanlarda, sokakta, Meclis’te Kürt’ünden Türk’üne, Alevi’sinden Sünni’sine, kadınların ve tüm ötekilerin, yaşam alanı savunucularından tarım işçilerine kadar hakları gasp edilen her kesimin ve kimliğin hem omuzdaşı hem de sesi olduk.    2021 inşa yılı olacak   7 aydır sürdürdüğümüz bu programımızı kesintisiz olarak 2021 yılında da devam ettireceğiz. Aralık ayından bugüne partimizin farklı organları 2021 yılı planlaması için tartışmalar yürütüyor. Bu çerçevede 6 Ocak tarihinde il eşbaşkanları, 10 Ocak tarihinde PM toplantılarımızı gerçekleştirdik. Ayrıca tüm bölgelerde özgün bölge toplantıları da alındı.    Toplantılarda yürütülen geniş tartışmalar sonucunda 2021 yılının da bizler açısından inşa yılı olacağı, AKP-MHP faşizminin saldırılarının boşa düşürüleceği, örgütlülüğümüzü büyüteceğimiz görüldü. Saray rejiminin içinde bulunduğu çıkmazı sürdürmek için bize daha fazla saldıracağını biliyoruz. Nitekim 2021 yılının ilk ayında partimize ve bileşenlerimize yönelik saldırılarla, gözaltılarla bunu net olarak gördük. Toplantılarımızda 2021 yılında AKP-MHP iktidarına karşı mücadele yılı olacağını kararlaştırdık. Yeri geldikçe detaylar kamuoyuyla paylaşılacaktır elbet. AKP-MHP iktidarı nasıl ki, tüm ezilenlere karşı zulmünü sürdürüyorsa biz de bu topraklara eşitlik, adalet ve özgürlüğü getirinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Biz kazanacağız ve o günler uzak değildir, sadece ve sadece birlikte omuz omuza mücadele etmemiz yeterlidir.”   Değerlendirmesine Kürtçe olarak devam eden Ebru, cezaevlerinde tecride karşı başlatılan açlık grevlerine bir kez daha vurgu yaptı. Ebru, grevlerin ölümle sonuçlanmaması için gerekli adımların atılması gerektiğini ifade etti.