Ayşe Acar Başaran: En önemli savunma gücümüz örgütlülüğümüzdür 2021-01-21 13:30:38   ANKARA - Kadın gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulunan HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, devletin bütün kurumlarının kadın mücadelesini hedef aldığını belirterek, " Özsavunma haktır, meşrudur. TCK’da bile meşru savunma diye bir madde var. En önemli savunma gücümüzden birinin örgütlülük olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz" dedi.    Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, partisinin Genel Merkez binasında düzenlediği basın toplantısında kadın gündemine dair değerlendirmelerde bulundu. Çok yoğun bir süreçten geçildiğini söyleyen Ayşe, 2020 yılını saldırılarla, siyasi soykırım operasyonlarıyla geçirdiklerini ancak 2021’in mücadele yılı olacağını dile getirerek, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde derinleşerek devam eden tecride vurgu yaptı.   ‘Ülkenin gündemi tecrit’   PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecride dikkat çeken Ayşe, Türkiye cezaevlerinde yüzlerce tutsağın tecridi kaldırmak amacıyla girdiği süresiz-dönüşümlü açlık grevi eylemlerine vurgu yaptı.  Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven’in de aynı amaçla açlık grevi eylemi gerçekleştirdiğini anımsatan Ayşe, “O dönem açlık grevleri sonlandırılırken Adalet Bakanı ve iktidarın sözcüleri açıklamalar yaparak, Sayın Öcalan üzerinde sürdürülen tecridin herhangi bir hukuki temeli olmadığını, görüşme için herhangi bir hukuki engelin olmadığını ifade etmişlerdi. Yapılan görüşmelerden sonra maalesef ülkenin gündemi tekrar tecrit oldu. Uzun yıllardır ısrarlı bir biçimde ifade etmemize rağmen iktidar bu problemi, bu hakikati görmezden gelerek siyaset üretmeye çalışıyor. Bu ülkenin en temel problemini yok sayarak siyaset üretmeye, bu ülkenin en temel problemini yok sayarak gününü geçirmeye devam ediyor” ifadelerini kullandı.   ‘Tecrit bu ülkede savaşın ismi oldu’   Tecridin, İmralı'dan başlayarak ülkenin tümünde bir yönetim biçimi haline geldiğini kaydeden Ayşe, tecridin yarattığı sonuçların öncelikle kadınlar tarafından sıcak bir biçimde hissedildiğini ifade etti. “Tecrit bu ülkede savaşın ismi oldu” diyen Ayşe, şöyle devam etti: “Tecrit bu ülkede yoksulluğun ismi oldu. Tecrit Türkiye’nin uluslararası alanda kendisini izole etmesinin ismi oldu. Tecrit bu ülkede işkencenin, Kürt sorununu yok saymanın ismi haline geldi. İktidar ısrarla bu hakikati görmeden ülkeyi yönetmeye çalışıyor. Bu ülkede adalet reformundan söz ederken, insanlık suçunu iktidarın, devletin kendisi, AKP-MHP ittifakının kendisi işlemeye devam ediyor. CPT raporlarına, bu ülkenin imzaladığı uluslararası sözleşmelere göre tecrit insanlık suçudur. Bu insanlık suçunu işleyenler bugün ülkeyi yönetme, bu ülkede reformlar yapma iddiasını taşıyor. Ama biz bu yolun yol olmadığını, bu yaklaşımın çözüm getirmediğini, tecridin iktidarı da her gün biraz daha çıkmaza sürüklediğini bir kez daha ifade ediyoruz."   ‘Tecrit sadece Kürt halkının sorunu değil’   Tutsakların, kendilerine uygulanan işkence yöntemlerine rağmen seslerini yükselttiklerini belirten Ayşe, insanlık dışı uygulamaya son verilmesi gerektiğinin altını çizdi. Ayşe, “Kürt sorununu saldırgan ve güvenlikçi politikalarla çözmekten vazgeçin. Tutsaklar, ‘Tecridi kaldırın’ diye ses yükseltiyorlar. Politik tutsakların talepleri bizlerin talebidir, HDP’nin talebidir. Kürt halkının talebidir. Ama sadece Kürt halkının ve HDP'nin problemi olmamalıdır. Yansıması nasıl bütün ülkeye oluyorsa, bütün ülke buna karşı ses yükseltmeli, tüm demokratik kamuoyu tecridin kaldırılması için üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Tecrit, sadece Kürt halkının ve HDP'nin problemi olmamalıdır. Bütün ülke buna karşı ses yükseltmeli, tüm demokratik kamuoyu tecridin kaldırılması için üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Geç olmadan, bir can kaybı olmadan bütün Türkiye kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyoruz” dedi.   ‘İçişleri Bakanı kadın katliamını görmezden geldi’   Ülkenin tecrit politikalarıyla yürütüldüğünü söyleyen Ayşe, bir taraftan da AKP-MHP ittifakının rejimini inşa etmek için her gün kadınlara saldırmaya devam ettiğine vurgu yaptı. Ülkedeki bütün mekanizmaların erkekliği savunduğunu aktaran Ayşe, “İçişleri Bakanı Türkiye'de son yıllarda ortaya çıkan kadın katliamlarını görmezden geldi. Bakın, sadece 2020 yılında 300'den fazla kadın katledildi. Bunların büyük bir çoğunluğu birinci derecede yakınları olan erkekler tarafından katledildi. Ama İçişleri Bakanı bir ‘Erkeklik Bakanı’ olarak, her gün bu istatistikleri çarpıtarak, bu katliamları meşrulaştırarak çözüm bulmaya çalışıyor. Toplumu, kadınları sindirmeye çalışıyor. İçişleri Bakanı, yüzde 21 bir düşüş olduğunu söylüyor ama biz bunun doğru olmadığını biliyoruz. Keşke ifade ettiği bir biçimde olsa. Keşke İçişleri Bakanı görevini yapsa. Keşke erkekliği savunmak yerine kadınları savunsa, koruma sağlasa. Yapmıyor değil yapamıyor, yapamayacak da” şeklinde konuştu.   ‘Özsavunma haktır, meşrudur’   Özsavunma hakkını kullanan kadınlara dikkat çeken Ayşe, şunları söyledi: “Kadınlar özsavunmalarını gerçekleştirdiklerinde ne oluyor? Örneğini geçen haftalarda yaşadık. Melek isminde bir kadın, saatlerce bir erkeğin şiddetine uğradı. Bu ülkede kadınlar kendilerini savunduklarında onlara cezaevlerinin kapıları gösteriliyor. Melek özsavunmasını gerçekleştirdiği için, kendisini ve çocuklarını koruduğu için şu anda cezaevinde. Devletin yapması gerekeni yapmadığı için cezaevinde. Eğer gerçekten kadınlar bu ülkede korunabilse, kendilerini korumak zorunda kalmayacak ama iktidar kendilerini koruyan kadınları suçlu gibi gösterip cezaevlerinin yollarını gösteriyor. Özsavunma haktır, meşrudur. TCK’da bile meşru savunma diye bir madde var. En önemli savunma gücümüzden birinin örgütlülük olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Tam da bu nedenle bugün örgütlü kadın mücadelesi hedef haline getirildi.”   'Yargı kadınları cezalandırmaya devam ediyor'   Devletin bütün mekanizmalarının kadınların özgürlük mücadelesini hedef aldığına dikkati çeken Ayşe, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu mekanizmalardan en önemlisi yargı. Cinsiyetçi ve militarist bir yargı ile karşı karşıyayız. Kadınları, kendini korurken cezalandıran yargı, özgürlük mücadelesi yürüten kadınları da cezalandırmaya devam ediyor. DTK Eşbaşkanı Leyla Güven arkadaşımız, 2020 yılının sonunda ifadesi dahi alınmadan hukuksuz bir biçimde, kadın özgürlük mücadelesi yürüttüğü için, bu topraklara barış gelmesi için mücadele yürüttüğü için 22 buçuk yıl cezaya çarptırıldı. Geçenlerde gerekçeli kararı açıklandı. Bu gerçekten Türkiye'deki yargının suçu değil, kadın mücadelesini yargıladığınızın belgesi olarak karşımızda duruyor. Daha önce de iddianamelerde 8 Mart'ın suç kabul edildiğini görmüştük. Daha önce de kadınların 'kadına yönelik şiddet politiktir' söyleminin yargılama konusu yapıldığını TJA operasyonunda görmüştük. Gülistan Doku'nun nerede olduğunun sorulmasının yargılama konusu yapıldığını görmüştük. Ama bu kadar aleni bir biçimde ideolojik bir tespitin yapıldığı bir dosya var karşımızda.    Leyla sisteme karşı mücadele ettiği için yargılandı   Leyla Güven suç işlediği için cezaevinde değil, Leyla Güven bu tekçi militarist erkek egemen sisteme karşı mücadele ettiği için yargılandı. Bu mücadeleyi yürüttüğü için şu an cezaevinde rehin tutuluyor. Benzer bir biçimde Kars Belediye Başkanımız Şevin Alaca ile ilgili 133 sayfalık bir iddianame hazırlanmış Bu iddianamenin tümü eşbaşkanlık sistemi üzerine kurgulanmış. Eşbaşkanlık sistemi terörize edilerek hedef alınmış. Ne eşbaşkanlık sistemi ne bu erkek egemen sisteme, ideolojiye karşı mücadele suç kabul edilemez. İktidar yargısıyla, savcısıyla, polisiyle kadınların mücadelesini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Biz bu zihniyeti tarihte çokça gördük. Orta Çağda kadınlar engizisyon mahkemelerinde yargılandılar. Kadınlar Orta Çağ’da cadı olarak tanımlanıp yakıldılar. Bugünkü 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde kadınlar cadı olarak yakılmıyor olabilir ama erkek egemen sisteme karşı mücadele ettikleri için yargılanıp 22 buçuk yıl ceza alıyorlar. Kadın özgürlükçü sistem nefret yaratıyor gibi bir algı yaratıyorlar. Eğer gerçekten kadın özgürlükçü sistem kurulabilirse, bugün yaşadığımız hiçbir problemi yaşamayacağız. Bu ütopik değil. İktidarın yarattığı suni algılara rağmen hakikati çarpıtma çabalarına rağmen bunun örneğini Rojava’da bir model olarak gördük.   Rojava’da kadın öncülüğünde özgür bir sistem var   Rojava modelinden sadece birkaçına baktığınız zaman, bu sistemin alternatif olduğu için hedef alındığını, iktidarın kendi sistemini sarstığı için yargılama konusu olduğunu görebiliriz. Bakın Rojava'da kadınların öncülüğünde özgür, ekolojik, demokratik bir toplum inşası söz konusu. Burada kadınlara Türkiye'deki gibi Kadın Üniversitesi adı altında toplumdan izole bir eğitim sistemi öngörülmüyor. Orada kadın akademilerinden Jineolojî’ye, kadın tarihine kadar birçok alanda kadının kendini geliştirebilmesi için bir sistem var. Yine Kadın Evleri inşa edildi Rojava'da. Bu merkezlerin temel amacı, burada olmayan şey, kadınlara yönelik her türlü şiddeti sonlandırmak, ekonomik ailevi sorunlarla başa çıkmak, boşanan kadınlara hayatlarını idame ettirebilmek için destek sağlamak. İşte Rojava'daki kadın öncülüğünde, bugün iktidarın yargılama konusu yaptığı sistem böyle bir sistem.   İktidarın hedef aldığı, kadın özgürlükçü sistem   Daha geçen günlerde Kobanê'de Hüda El Ali ve çocuğunu işkenceyle katleden Hasan Abdi Abbas yargılandığı halk platformunda müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Peki Türkiye'deki sistem ne? Kurumsallaştırılmaya çalışılan erkek egemen sistemde durum ne? Bir erkek, kadına şiddet uyguluyor, katlediyor ve çok rahat bir şekilde ‘3 yıl sonra çıkarım’ gibi söylemlerde bulunuyor. İktidarın hedef aldığı, kadın özgürlükçü sistem. Kadın özgürlükçü sistem kendi iktidarlarını sarsıyor. Çünkü bu sistem toplum içinde örgütlenirse, kendi alternatifleri olarak kurumsallaşırsa iktidarlarını yürütmeyecekler, nefret söylemi ile ayakta duramayacaklar.    Tecrit politikalarına karşı özgürlüğü savunmaktan vazgeçmeyeceğiz   En büyük nefret söylemini, her gün kadınları hedef gösteren, kadınları tehdit eden iktidarın kendisi gerçekleştiriyor. Açtığınız bütün TV'lerde kadınlar hedef gösteriliyor. Açtığınız bütün televizyonlarda kadınlara bir yaşam dayatılıyor. Şu anda özellikle Kürdistan'da, bunun altyapısı oluşturulmaya çalışıyor. Evlilik Kursları adı altında kadınlara makul ve makbul kadın olma öğretiliyor. ‘İtiraz etmeyeceksiniz, özgürlük istemeyeceksiniz, katledilseniz de kendinizi savunmayacaksınız’ deniyor. İşte kadınlara iktidarın reva gördüğü, AKP-MHP ittifakının reva gördüğü yaşam bu. Ama biz bunun karşısında mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Eşbaşkanlık çizgisini de savunmaktan vazgeçmeyeceğiz. Erkek egemenliğine karşı kadın özgürlük mücadelesini yürütmekten de vazgeçmeyeceğiz. Sizin yürüttüğünüz tecrit politikalarına karşı özgürlüğü savunmaktan da vazgeçmeyeceğiz. 5 bin yıldır erkek egemenliğinin ortaya çıkardığı çarpıtma mutlaka son bulacak.   Kazanımlar bütün kadınların kazanımlarıdır   Kadın Meclisimizde seri toplantılar gerçekleştirdik. Bütün bu saldırı politikalarına karşı, alternatifi yok etme siyasetine karşı yaşamımızı, geleceğimizi korumak için yeni bir planlama çıkarttık. Biz biliyoruz ki bugün yargının oluşturduğu adaletsiz ortamdan en fazla etkilenen kadınlardır. Tecritten en fazla etkilenen kadınlar, pandeminin oluşturduğu ekonomik krizden en fazla etkilenen kadınlar. Bunun karşısında neler yapabileceğimizi yoğunluklu olarak tartıştık. Önümüzdeki günlerde daha geniş bir planlamayla alanlarda, sokaklarda kadın özgürlük mücadelesini yükseltmeye devam edeceğiz. Bu mücadele hepimizin mücadelesi. Kazanımlar, bütün kadınların kazanımlarıdır. Bu kazanımlarımızı korumak, geleceğimizi inşa etmek için bir arada olmaktan başka şansımız yok. Bu savaş ve erkeklik siyasetine karşı kadın özgürlükçü, ekolojik bir yaşamı hep beraber inşa edebiliriz.”