Leyla Güven: Kürt sorunu çözülünce demokratik bir Ortadoğu oluşacak 2020-09-01 09:04:31     Beritan Canözer-Medya Üren   DİYARBAKIR - DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, devletlerin tekçi, milliyetçi, cinsiyetçi sistemlerinin toplum tarafından artık kabul görmediğini belirterek, “Savaş kolay olandır, zor olan barışı kurmaktır ama ilkeli bir barış. Eğer AKP samimi olsaydı tarihe Kürt sorununu çözen bir parti olarak geçecekti. Kürt sorunu çözülünce demokratik bir Ortadoğu oluşacak” dedi.   Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, Avukat Ebru Timtik’in açlık grevini dönüştürdüğü ölüm orucunun 238'inci gününde yaşamını yitirmesi ve cenazesinin kaçırılması, İstanbul Sözleşmesi, kadınların direnişi, DTK’ye yönelik saldırı ve yol haritası,Ortadoğu’daki gelişmeler ile tecride ilişkin sorularımızı yanıtladı.   * DTK’ye yönelik Mayıs ayında bir operasyon başlatıldı. Onlarca kişi DTK faaliyetleri suç sayılarak gözaltına alındı ve tutuklandı. Tüm çalışmalar kriminalize edildi. DTK’ye yönelik operasyonları ve çalışmaların illegalize edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Öte yandan kongre binası mühürlendi. Buna ilişkin neler söyleyebilirsiniz?   DTK 2007 yılında binlerce kongre delegesi ile toplandı ve kongre delegelerinin önerisi ile kendisini deklere etti. Türkiye’de ve Kürdistan’daki gelişmeleri yerinde tespit eden, halkın yaşadığı sorunları raporlaştıran ve her alanda yaşananlarda kayıt altına alan, bölge sorunlarını yakından takip eden bir kongre oldu. Komisyonlar aracılığıyla çalışmalar gerçekleştiriliyordu. Ekonomi komisyonu, sağlık ve ya ekoloji komisyonu gibi… Sağlık komisyonumuz çok başarılı işler yaptı. Çok iyi çalışmalar yürüttü. Eğitim komisyonumuz anadil üzerinde ciddi ve yerinde çalışmalar yürüterek, anadilimize yönelik saldırıları da teşhir etti, raporlaştırdı. Anadilde eğitim için büyük emekler verildi. Hukuk, kadın gibi onlarca komisyonla halkın ihtiyaç duyduğu her noktada çalışmalar yürütüldü. Bu nedenle Kürdistan’da halk kongremizi çok sahiplendi. Kürt siyasetinin önemli isimleri kongrede yer aldı, eşbaşkanlık yaptı ve siyasal sürece dahil oldu. Her süreci halk ile yan yana götürüldü. Devletin de muhatap aldığı ve görüşlerine başvurduğu bir kongre olduk. Dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek resmi davet ile kongremizi meclise çağırdı ve anayasa çalışmaları konusunda görüşlerimizi istedi. Devletin de onayıyla DTK eşbaşkanlarımız İmralı heyetinde yer almıştır. Devlet, kongremizin, Kürt sorununun demokratik çözümüne hizmet ettiğini çok iyi biliyordu. Buna rağmen son yıllarda kongremizin delegelerine dahil olmak üzere, açıklamalarımıza katılan ve ya binamızın önünden geçenlere bile gözaltı ve tutuklama yapmaktalar.   Hiçbir Kürdün kalbine, diline mühür vuramazlar   Çok sayıda arkadaşımız, divan üyelerimiz, komisyon üyelerimiz hukuksuzca tutuklandı. Onlarca arkadaşımıza hapis cezaları verildi. Örneğin 72 yaşındaki Makbule Özbek annemiz. Birçok hastalığı olmasına rağmen içeride tutuluyor ve kongre çalışmalarından yargılanıyor. Kongremize terör yaftası yapıştırılmaya çalışıldı. Biz buna her zaman karşı çıktık. Biz Kürdistan’ın ve Kürt halkının çıkarlarını ve haklarını savunduk, bunun için mücadele ettik. Bundan sonra da etmeye devam edeceğiz. Binamız mühürlendi, tabelamız indirildi. İndirilen yalnızca bir tabela ya da mühürlenen yalnızca bir kapı değildi. Kürt halkının temsiliyetine, diline, kültürüne, haklarına, kimliklerine vurulmak istenen bir mühürdür bu. Biz buna direndik. ‘Bir kişi dahi olsak bu kapı kapanmaz, kapatılamaz’ dedik. Hala diyoruz. Bizim kapılarımızı kapatamazlar. Biz binalar olmadan da halkımızla yan yana olabiliriz. Şunu iyi bilsinler, bu bir darbedir aslında. Böyle de değerlendirmek gerekiyor. Kürtler adına konuşan, siyaset yapan kim varsa yok etme operasyonudur bu. Kapıya mühür vurabilirler ama kalbi Kürt halkının birliği, beraberliği, Kürdistan toprakları için atan hiçbir Kürdün kalbine, diline mühür vuramazlar.   * DTK kapatılma ve baskılardan sonra yeni yol haritasını nasıl belirleyecek? Nasıl çalışmalar yürüteceksiniz? Bundan sonrası için bölge açısından neler yapmayı hedefliyorsunuz?   Bundan sonra DTK’nin çalışmalarına nasıl devam edeceğimizi ilgili kurulları toplayarak karara bağlayacağız. Kısa bir sürede tüm bileşenlerimiz bunu konuşacağımız bir toplantı yapmayı da düşünüyoruz. Aslında halk buluşmalarında bazı şeyler bizim açımızdan da açığa çıktı. Bundan sonrası biraz daha somutlaşmış çalışmalarla bu yola devam etmek olacak. Ağır bedeller ödeyen bu halk için vereceğimiz her mücadele, yürüteceğimiz her çalışma boynumuzun borcudur. Nerede olursa olsun, kurumun adı önemli değil. Esas olan mücadeledir, esas olan bu mücadele içerisinde bir şeyler üretebilmek, yaratabilmek, sonuca vardırabilmektir. Bizler de DTK olarak mücadelemize her açıdan kararlılıkla devam edeceğimizi belirtmek istiyorum. Aynı zamanda hukuksuzca tutuklanan arkadaşlarımız, delegelerimiz, divan üyelerimize de sözümüzdür. Nefes almadan mücadelemize devam edeceğiz. Önceliğimiz tecridin sonlandırılmasıdır. Sayın Öcalan üzerinde devam eden tecridin son bulmasına ilişkin çalışmalarımız sürecek. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü tüm çalışmaların temelindedir. Sayın Öcalan şahsında tüm politik tutsaklar için her yerde ses olacağız. Kürtlerin kendi statüsünü alacağı güne kadar biz durmayacağız. Halkımızın içi rahat olsun. Faşizmin hedefi bizi moralsiz ve verimsiz kılmaktır. Bunları başarmayı ve bizi pasifize etmeyi amaçlıyorlar. Buna asla müsaade etmeyeceğiz. Moralimiz her zaman yüksek olacak ve enerjimiz düşmeyecek. Hiçbir faşist saldırı bizi mücadelemizden edemeyecek. Zor durumda olan biz değiliz. Zorda olan onlar. Onlar gidicidir. Giderayak saldırılarını en üste çıkarıyorlar ama nafile. Hiçbir şey gidişlerini durduramayacak ve hiçbir şey bize pes ettiremeyecek.   *Sizin de bildiğiniz gibi Avukat Ebru Timtik, 'adalet' talebiyle girdiği açlık grevini dönüştürdüğü ölüm orucunun 238'inci gününde yaşamını yitirdi. Ebru'nun adalet talebi ve bunun için verdiği direnişi nasıl değerlendiriyorsunuz?   Tüm Türkiye halkları açısından çok büyük bir kayıptır. Bu süreç sadece sevgili Ebru Timtik ile başlamadı. Büyük bir sessizlik içinde bedenlerini dirhem dirhem eriterek türkülerini özgürce söylemek ve adil yargılanmak istediklerini söylediler. Süreç uzadıkça uzadı ve hiçbir toplumsal muhalefet gelişmedi. Yeterince sahiplenme olmadı. Dolayısıyla gözümüzün önünde önce sevgili Helin ardından İbrahim ve Mustafa yaşamlarını yitirdiler. Şimdi de Ebru Timtik bir avukat bir kadın bir Kürt, bir Dersimli kimliğini kendinde en iyi taşıyan ve gerçekten bir kadın olarak sistemin zulmüne boyun eğmeyen bir kadın. Yaşadığı coğrafya ile bağını kurarak Dersim dağları gibi asi bir kadın, ‘zulmünüze boyun eğmeyeceğim adil yargılanma istiyorum’ dedi ve sevgili Aytaç ile birlikte bu yola çıktılar.   Sevgili Ebru ve Aytaç, ‘normal değil ve bu süreç sorgulanmalıdır. Adil yargılanma herkes için haktır’ dedi. Onun için yola çıktılar ve bu uğurda sevgili Ebru’yu yitirdik ve şehitler kervanına katıldı. Hem ailesine, hem Dersim halkına hem de Türkiye halklarına başsağlığı diliyoruz.    Yine cezaevlerinde hak talep eden onlarca kişinin açlık grevinde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla eğer bir ülkede hak aramak için bedenini ortaya koymak zorunda kalıyorsa zaten bu ülkede herhangi bir adaletten, hukuktan ve insan haklarından bahsetmek mümkün değildir. Fakat buna rağmen bu cesareti ve başkaldırıyı göstermek ve bedenini eriterek bir şey söylemek son derece önemli ve anlamlıdır. Eğer onların talepleri karşısında yeterince toplumsal muhalefet gelişmiş olsaydı onlar da talep ettikleri hakları alacaklardı ve biz bugün onları uğurlamak zorunda kalmayacaktık. Hepimiz açısından bu çok büyük bir acıdır. Hepimiz açısından sorgulanması gereken bir süreçtir. Bu insanlar adalet diye bedenlerini ölüme yatırdılar. Peki, adalet sadece bu insanlara mı gereklidir? Adalet Türkiye’de yaşayan AKP ve MHP’li olmak üzere herkes için aranan bir şeydir, bu defa onlar adaleti aradığında yanlarında kimseyi bulamayacaklardır.   Sesimiz parçalı oldu   Aslında bunun karşısında büyük tepkilerin verilmesi gerekiyor ama bu tepkileri bir araya getirip ortaklaşma sorunu var. Nasıl ki biz tecrit için açlık grevi başlattık bu açlık grevi birdi bin oldu bin iken 10 binler oldu. Zindanlarda 7 bin 500 arkadaşımız ve yine bu konuda dünyanın her yerinde ses veren ve eylemi destekleyen 100 binler oldu. Dolayısıyla Sayın Öcalan ile görüşme yapılmak zorunda kaldı. Ki zor durumda olmasalardı gidip görüşmeyi gerçekleştiremezdi. İşte bu neydi? Bu birlikte ve örgütlü hareket etmekti. Sesi her tarafa yaymaktı ve bir bütün olmaktı. Biz sevgili yoldaşlarımızın durumuna dair bir türlü birliği sağlayamadık. Parçalı olduk, sesimiz parçalı oldu. Bizi duyması gerekenler yeterince duymadı. Ve biz arkadaşlarımızı yitirdik. Şimdi de geç olmadan sevgili Aytaç için herkesin çaba göstermesi gerekiyor. Bu çaba sosyal medya üzeri yeterli değil. Elbette verilen tepki önemlidir, gündeme getirmek paylaşmak önemlidir. Fakat iktidarların adım atması için yeterli değildir. Birebir sokağa inmek, hak talep etmek, demokratik çerçevede ne kadar yetki varsa doğru ve dışarıda kullanmak gerekiyor. Ancak o şekilde sevgili Aytaç’ı ve diğer avukatları yaşatabiliriz.    * İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek istemeleri ve buna karşı kadınların direnişi söz konusu. Kadın katliamları devam ediyor ve sokakta buna ses çıkaran kadınlar da polis saldırısına uğruyor. Buna ilişkin neler söylersiniz?    AKP 18 yılık iktidarı boyunca kadınlar lehine diyebilirim ki sadece bir tane olumlu karar aldı. Oda İstanbul Sözleşmesiydi ve son derece önemli bir sözleşme idi. Biz bütün kadınlar olarak bu sözleşmeyi ayakta alkışladık, doğru ve kadınlar için önemli olan bir karardı. AKP yaptığı tek olumlu şeyi de bozmaya çalışıyor. Sözleşmeyi iptal etmek istiyor. Çünkü AKP’nin içinde DAİŞ’ten farkı olmayan karanlık bir zihniyet var. Toplumu bir bütünen geriye götürmek isteyen, bir bütünen karanlığa mahkûm etmek isteyen bir zihniyet var. İşte o zihniyet şimdi AKP’nin içinde mücadele ediyor, diyor ki ‘sen yanlış yaptın o yoldan geri dön’ diye. AKP şuan ne yapacağını şaşırmış durumda. Tabi o zaman yaptığı sözleşme için nasıl alkışlandıysa şimdi daha güçlü bir şekilde tepkiyle karşılaşacak. Kaldı ki bu konu gündeme geldiği günden beri kadınlar alanları terk etmedi. Yani Kürdistan’da Türkiye’de her alanda kadınlar, ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ dediler. Bu konuda çok büyük çalışmalar ve eylemsellikler gerçekleştirdiler. Çünkü yaşadığımız coğrafyada gün geçmiyor ki bir ölüm haberi duymayalım. Bu süreçte günde onlarca kadın katliamları gerçekleşiyor. Bu yüzden biz kadınların yüreği buruk var acılarla dolu.    ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ demeye devam edeceğiz    En son Batman’da ki İpek Er’in durumu aslında Kürdistan’da devlet eliyle asırlardır sürdürülen politikayı deşifre etti, teşhir de etti. Yani ne kadar saklamaya çalışsalar da aslında savaşın sürdüğü kaç yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler bunu bir araç olarak kullandılar. Yani Kürdistan’da ki kadınların mücadeleye katılmalarını engellemek için her zaman bir taciz, tecavüz olayına yeltendiler. Bunu da rütbeliler eliyle ve benzeri kişiler tarafından yaptılar. Aslında İpek Er’in şahsında çıkan da bir durumdu. Nasıl ki biz bunun kadınlar olarak teşhir etmeye çalıştıysak, aynı şekilde daha önce Özgecan için, daha sonra bütün şiddet görmüş kadınlar için aynı refleksi göstererek alanlara aktılar. Şimdi bir gerçeklik var. Biz toplumun yarısını oluşturuyoruz. ‘Siz yoksunuz iradeniz yok evde kalın’ diyemezsiniz. Bu konuda kadınlar kendi yaşamlarını kendileri inşa edebilecek güçteler, yetenekteler, zihniyetteler. Yani İstanbul Sözleşmesini geri çekerek bu yaşamamıza dair olan her şeyi bütün kararlarımızı sorguya çekmek istiyorlar.    * Türkiye’de siyasi süreç nasıl ilerliyor? Ekonomik ve siyasal kriz Türkiye ve bölge halklarını nasıl etkiliyor?    Türkiye’de durum her açıdan iyi gitmiyor. İyi gitmediğini nereden anlıyoruz? Bir ülkede durumun ne olduğunu anlamak istiyorsan önce kadınların nasıl yaşadığına bakacaksın, sonra cezaevlerinin durumuna bakacaksın, işsizlik oranına ve eğitim sistemine bakacaksın ve daha birçok şey eklenir buna. Türkiye’de bunların hepsinde ciddi sorunlar var. Kadınlar her gün katlediliyor. İktidarın bu konudaki tavrı ve söylemleri erkeklere güç veriyor. Kadınlara karşı, topluma karşı suç işlemiş binlerce insan cezaevinden tahliye edildi ve yalnızca düşüncesinden ötürü tutuklu olanlar ise hala içeride tutuluyor. Tüm bunlar AKP’nin karnesine işliyor. İnsanlar bu ülkede açlıktan intihar ediyor. İnsanlar gururludur. “Açım” demeyi kendisine yediremiyor ve çözümü intihar etmekte buluyor. İşsizlik, yoksulluk had safhaya ulaşmış. AKP tam da ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde iktidar oldu. Yani 2002’de gene Türkiye çok büyük bir ekonomik krizin eşiğindeydi. O zamanki vaatleri ve politikalarıyla iktidara geldi ve şuan Türkiye yine o durumda. Şunu söylemeliyiz ki, AKP gidicidir. Yani ekonomik krizle geldiler, ekonomik krizle gidecekler. Şimdi bu kadar sorunun yaşandığı bir ülkede elbette herkes kendi kimliğiyle yaşadığı sorunları daha ön plana çıkarır. Örneğin ben bir kadınım, kadın sorunu benim için önceliklidir. Ben bir Kürdüm, Kürt sorunu benim için önceliklidir ve diğer bütün kimlikler. Öyle bir algı yaratıyorlar ki, o algıya bakıldığında Türkiye güllük gülistanlık. Akdeniz’deki duruma bakıyorsun işte diyorlar “Biz geliriz Yunanistan’ı denize gömeriz” ya da öbür tarafa bakıyorsun “Suriye’de şurayı alırız, burayı alırız.” Yani hep bir savaş çığırtkanlığı. Neden bu kadar savaşa başvuruyor? Çünkü içte bir çöküntü var. Çünkü ne içeride ne dışarıda itibar kalmamış. İşte bu yüzden savaş üzerinden sürekli kendini ayakta tutmaya çalışan bir AKP iktidarı var.    * Ortadoğu’da neler oluyor? Tecrit Türkiye ve Ortadoğu’yu nasıl etkiliyor?   Ortadoğu’daki gelişmelere baktığımızda aslında bir üçüncü dünya savaşının yaşandığını söylemek mümkün. Her ülke kendi sistemini gözden geçiriyor. Ulus devlet sistemi çökmüş durumda. Ulus devletlerin tekçi, milliyetçi, cinsiyetçi sistemi toplum tarafından artık kabul görmüyor. Yeni arayış var. Ortadoğu’da durum biraz daha farklı. Ortadoğu’da tek adam anlayışı ile dizayn edilen, Saddam’dan Esad’a, Erdoğan’a birçok tek adam rejiminin yaşandığı ülkeler. Bu ülkelerin de artık bu sisteme razı olmadığını biliyoruz. Nereden biliyoruz? İşte Mısır’dan,Tunus’tan, Arap baharı olarak adlandırılan süreçten biliyoruz. Diyelim ki Suriye’deki halkın ayaklanmasından biliyoruz, Irak’tan biliyoruz. Ama işte nasıl bir sistem olabilir? Nasıl bir mekanizma oluşmalı ki tüm halklar eşit ve özgür yaşabilmeli? Sorusu halkları arayışa itmiş durumda. İşte tam da burada bizler Kürt halkı olarak daha şanslı oluyoruz. Çünkü Sayın Öcalan bunu yıllar önce ön görmüştü ve bir proje üretmişti. Bu da demokratik ulus projesidir. Ulus devlete karşı demokratik ulus projesi.   Felsefesinin yayılmasını engellemek istiyorlar   İşte Ortadoğu’da halkların aradığı model Sayın Öcalan’ın projesi şahsında ortaya çıkan modeldir. Bundan dolayı tecrit her geçen gün ağırlaştırılıyor. Bu modeli uygun bulan ve tüm detayları ile ortaya çıkaran kişi Sayın Öcalan’dır. Ara ara devlet isterse bir heyet gidiyordu daha sonra yine aynı sürece dönüyorduk. Açlık grevleri ile beraber Sayın Öcalan ile görüşmeler yapıldı ve kendisi Kürt sorununun çözümü noktasında “bir haftada çözebiliriz, artık gençler ölmesin. Beni düşünmeyin siz dışarıda kendinize dikkat edin. Çünkü gelişmeler çok hızlı gelişmelerdir. Sizi de siyaseten yok etmeye çalışacaklar” demişti. İşte biz onun ön görüleriyle her şeyi çok net görebiliyoruz. 5-10 yıl önce söyledikleri nasıl ki bugün açığa çıkıyorsa, bugün söyledikleri de önümüzdeki süreçlerde açığa çıkacaktır. Sayın Öcalan’ın felsefesinin yayılmasını engellemek istiyorlar fakat bunun aksine Almanya’da Berlin Üniversitesi’nde Sayın Öcalan’ın savunmaları ders olarak veriliyor. Öte yandan İngiltere’de 4 milyon üyesi olan bir sendika Sayın Öcalan’ın özgürlüğü için kampanya başlatmış.    Sayın Öcalan’ın fikirlerini tehlike olarak görüyorlar   Sayın Öcalan’ın fikirlerinin kendi iktidarlıklarına tehlike olarak görenler bu fikirleri boğmak isterken bunun karşısında fikirlerini her yerde yayanlar var. Ortadoğu’da artık Kürtler olmadan hiçbir şey olamaz. Bu bir realite olarak karşılarına çıkıyor. Kürtler Ortadoğu’da en güçlü halktır. Kadınlar öncülüğünde gelişen Rojava Devrimi’nde de bunu çok açık görebiliyoruz. Savaş kolay olandır, savaşılır ve yıllarca devam eder. Zor olan barışı kurmaktır ama ilkeli bir barış. Eğer AKP samimi olsaydı tarihe Kürt sorununu çözen bir parti olarak geçecekti. Kürt sorunu çözülünce demokratik bir Ortadoğu oluşacak. Tecridin bir an önce kaldırılması gerektiğini ve fikirlerinden yararlanmaları gerektiğini söylüyoruz.