Siyasetçi Tuba Hezer: Özlediğimiz, beklediğimiz yarınlar çok yakın 2020-05-20 09:01:00   Hikmet Tunç   HABER MERKEZİ - HDP’den Van Milletvekili olarak seçilen ancak seçildiği dönemde siyaset yapacak zemin kalmayınca Avrupa’ya gitmek zorunda kalan Tuba Hezer, “Kürt mücadelesindeki mekanımı değiştirerek payıma düşen parçayı taşıyorum. Özlediğimiz, beklediğimiz, özgür yarınlar çok yakındır. Bu inançla mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz” dedi.   Türkiye’de siyaset yapma yolu kapatılarak hakkında birçok dava açılan binlerce siyasetçiden biri olan Tuba Hezer, Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) 2015 ve 2017 seçimlerinde Van Milletvekili seçildi. Türkiye’de siyaset zemini kalmayınca Avrupa’ya giden ve “Mücadele mekanımı değiştiriyorum” diyen Tuba ile gündeme dair konuştuk.    * Öncelikle sizinle biraz Avrupa sürecinizi konuşmak istiyorum. Avrupa süreciniz 'sürgün' olarak tanımlayabilir miyiz? Avrupa'da olduğunuz süre boyunca neler yaşadınız? Avrupa sürecinin hayatınızdaki olumlu ya da olumsuz etkileri nelerdir?    Avrupa’da dördüncü yılıma girdim. Doğrusu kendi açımdan Avrupa’yı sürgün olarak değil, mücadele alanı olarak görüyorum. Benim için mücadele, yer değiştirdi demek daha doğru olur. Avrupa’da mücadelenin önemli bir ayağını oluşturuyor. Bizler de burada bulunduğumuz süre boyunca Avrupa parlamentosu, Avrupa Birliği, Genel Yönetimler, Avrupa Senatosu, ulusal parlamentolar, eyalet parlamentoları, sivil toplum örgütleriyle görüşmeler aldık. Türkiye’de, Kürdistan’da yaşanan hak ihlallerini, katliamları, savaş politikalarını anlattık. Dayanışmayı büyütme yoluna girdik. Avrupa’ya da sorumluluklarını hatırlatmak istedik.   “Bize düşen mücadeleyi yükselterek, bir an önce özlem duyduğumuz, yarınlara, özgürlüğe, demokratik bir ülkeye kavuşmak için çaba sarf etmektir.”   Tabi Avrupa’ya ne ilk ne de son gelen bizler değildik. Bizlerden önce de sonra da Avrupa’ya benzer nedenlerden gelen yüzbinlerce insan var. Onları Avrupa’ya getiren sebepleri değiştirmek adına, inançlarını, umutlarını diri tutarak, büyük bir mücadele alanı oluşturmuşlardı, bizler de bu mücadelenin bir parçası olduk. Elbette ki özgürleşmesini istediğimiz topraklardan kilometrelerce uzakta olmak elbette ki kolay değil. Ancak şu an hala binlerce arkadaşımız cezaevindeyken, halkımız ağır baskı altındayken, bize düşen bu yoğunluğu bir tarafa bırakıp, mücadeleyi yükselterek, bir an önce özlem duyduğumuz, yarınlara, özgürlüğe, demokratik bir ülkeye kavuşmak için çaba sarf etmektir. Bunun emeğini ortaya koymaktır.   *Şu an tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs (Covid-19) salgını devam ederken, HDP'li belediyelere yeniden kayyım atandı. Türkiye'de bulunduğunuz süre boyunca kayyım atamalarına şahit oldunuz. HDP'li belediyelere yönelik politikaları nasıl görüyorsunuz?    “Kürtlerin, olmadığı hiçbir formülde Türkiye demokratikleşmez. Ama Kürtlerin var olduğu bir Türkiye’de, bir formülde Türkiye demokratikleşecektir.”   Kayyım darbeleri, siyasi soykırım operasyonları, siyasi tutsaklar üzerindeki baskılar derken, şimdi de HDP’yi karalama saldırılarını sürdürüyor. Bunu bütün medyasıyla, eldeki bütün güçle yapıyor. Bunu yapan parti devletin bütün gücünü, imkanını, ordusunu, savcısını, hakimini, medyasını, ajansını her şeyini elinde bulunduran bir parti, bir iktidar. Bunları, binlerce üyesini zaten hapiste tuttuğu, seçmenlerini ağır baskı altında tuttuğu partiye karşı yapıyor. Bu korku aslında temelsiz bir korku değil. Çünkü HDP Türkiye’nin demokratikleşme, sürecinin öncüsüdür. Kürtler bu sürecin öncüsü ve motor gücüdür. Bunu 31 Mart seçimlerinde çok net bir şekilde ortaya koydular. Kürtlerin olmadığı hiçbir formülde Türkiye demokratikleşmez. Ama Kürtlerin var olduğu bir formülde Türkiye demokratikleşecektir. Nitekim Türkiye’nin demokratikleşmesini istemeyen, bunu rejim sonu olarak gören Erdoğan da bunun olmaması için, elinden geleni yapıyor.   “Salgın sürecinde Kürdistan’a daha çok tanı merkezi gitmesi gerekirken, belediye önlerine daha fazla polis ve bariyer gönderdi.”   AKP rejimi salgın sürecinde Kürdistan kentlerinde tanı kitleriyle daha çok testle gitmek yerine, daha fazla kayyımla gidiyor. Daha çok tanı merkezi gitmesi gerektiği Kürdistan’a, belediye önlerine daha fazla polisler ve bariyerler gönderdi. Açık bir şekilde bizlere şunu söylüyor ‘hiçbir koşulda Kürtlerin iradesini kabul etmiyorum.’ Aynı zamanda rejimini, faşizm politikalarını, kabul etmeyen ve bu rejimin sonunu getiren, en önemli güce de daha fazla saldırmayı hedefine koyuyor. Bunu yaparken de aslında çökmekte olan rejimini kurtarmak için yapıyor. Çünkü artık Erdoğan’ın rejiminin sonu geliyor. Hem toplumsal, hem siyasal, hem ekonomik krizin çok derin olduğu Türkiye’de bu krizi yaratan rejimin kendisidir. Hem içerde, hem dışarıda savaşı büyüten Erdoğan rejimidir. Bir kez daha göreceğiz; hiçbir koşulda Erdoğan rejiminin yaptığı baskılar hiçbir şekilde sonuç vermeyecektir. Seçimlerde gördük ki; Erdoğan rejiminin en çok korktuğu şey halkın iradesidir. Halkın verdiği karardır. Bu yüzden de kayyımlara karşı, olabildiğince örgütlülüğü güçlendirmek ve bu iradeyi çok daha örgütlü, çok daha iradeli ve bütünlüklü olarak bu gücü göstermek onun en büyük korkulu rüyasıdır. Çünkü şu an zayıfladıkça; muhalefeti, Kürtleri, daha fazla parçalamaya, daha fazla ezmeye ve daha fazla yok etmeye çalışacak. Buna karşı onun en fazla korktuğu daha fazla örgütlülük ve daha güçlü bir mücadeleyle, açığa çıkarmanın zeminini, açmak gerekecektir.   *HDP’ye yönelik bu saldırılar karşısında muhalefetin konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?   “HDP’yi karalayarak, terörize ederek, CHP’yi de darbecilik tartışmalarına, darbecilikle suçlayarak, olabildiğince birbirinden uzak tutmaya ve yan yana gelmelerini önlemeye çalışıyor.”   Bir diğer yandan CHP’ye dönükte darbecilik tartışmalarını paralel yapı, devlet tartışmalarıyla bir gündemi yaratmaya çalışıyor. Çünkü AKP tabanı AKP ve MHP tabanı iyice eridi. Eski AKP’liler yeni partiler kurdular. Babacan, Davutoğlu gibi. AKP’nin 2015’ten bu yana ittifak kurduğu MHP’nin, Ergenekon’la büyük çatışmaları var. Dış politikada artık çözümsüzlük ve çıkmaz tam anlamıyla ayyuka çıkmaya başladı. İçerde de ekonomik kriz, siyasal kriz artık rejimin önleyemeyeceği bir boyuta gelmiş durumda. Tüm bunların karşısında büyüyen bir muhalefet var. Lider olarak büyüyen bir muhalefet var. Bu nitel olarak büyüyen muhalefetin nitel bir noktaya, duruma getirmeden, karalama, kriminalize etme veya birbirlerinden uzaklaştırmanın politikalarını arıyor aslında. O yüzden de HDP’yi karalayarak, terörize ederek, CHP’yi de darbecilik tartışmalarına, darbecilikle suçlayarak, olabildiğince birbirinden uzak tutmaya ve yan yana gelmelerini önlemeye çalışıyor.   “Sadece siyasi partiler değil, toplumun birçok kesiminden, sivil toplum kuruluşlarından oluşan büyük bir muhalefet oluşturup rejime korktuğu gibi gereken cevabı vermek olacaktır.”   Darbecilik tartışmaları demişken, tabi bunun diğer tarafında da parantez olarak belirtmek gerekirse belki Erdoğan’ın bu darbecilik tartışmaları aslında çatışma halinde olduğu güçlere karşıdır. Onlara mesajlarını veriyor. Ama bunu yaparken de CHP üzerinden vererek az önce bahsettiğim tabloyu oluşturmaya çalışıyor. Bunu bozmak elbette ki muhalefetin elindedir. CHP şu ana kadar AKP ve MHP ittifakının eleştirilerinden korktuğu için, demokratik adımlar atmak konusunda çekimser davrandı. Çekinceleri oldu. CHP’ye yönelik dokunulmazlık tartışmalarını biliyoruz. Ama eğer gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesi konusuna karşı bir samimiyet varsa, yapması gereken Türkiye’de HDP ile bir araya gelen geniş çaplı bir muhalefettir. Sadece siyasi partiler değil, toplumun birçok kesiminden, sivil toplum kuruluşlarından oluşan büyük bir muhalefet oluşturup rejime korktuğu gibi gereken cevabı vermek olacaktır.   *Dünyanın gündemi koronavirüs iken Türkiye’de gündem daha farklı işledi.  Bu süre zarfında çıkarılan infaz yasası ile siyasi tutsaklar kapsam dışı bırakıldı. Böyle devam eden bir süreçte cezaevlerine yönelik uygulamalar hakkında neler söyleyebilirsiniz?   Bütün dünyanın pandemi olarak gördüğü koronavirüs salgınını Erdoğan rejimi ‘Allah’ın bir lütfu’ olarak gördü. Mevcut politikalarını, bu lütuf üzerinden ağırlaştırarak sürdürüyor. Hatta bırakın korona salgınını, etkisizleştirmeyi adeta etkili bir silah olarak görüyor. Bir infaz paketi çıkarıldı bu paketin içerisinde tecavüzcüler, katiller, uyuşturucu tacirleri yer alırken; siyasi tutsaklar salgınla yüz yüze bırakıldı hatta hapishanelerde ölüme terk edilmek istendi. Şu an temel ihtiyaçları dahil karşılanmayacak politikalar devrede. Su kesintilerinden, sabun gibi temel hijyen malzemelerine, taze sebze ve gıdalardan tutun da, ürün sayısını düşürmekten tutun birçok sorun ve sıkıntı yaşanıyor. İktidar açık açık şunu söylüyor kendisine muhalif olanlar bu süreçte de ‘nasibini alacak’ diyor.   *Geçtiğimiz günlerde bölgede bulunan birçok mezar askerler tarafından tahrip edildi.  Mezarların her yıl tahrip edilmesinin nedeni nedir?    Mezarlıklara yönelik saldırılar bana şunu hatırlattı; daha önce faşist rejim tarafından  ‘en iyi Kürt ölü Kürttü’ şu anda ‘en iyi Kürt mezarı olmayan Kürt.’ Mezarlar toplumsal hafızanın anıtıdır. Onu yok ettiğiniz zaman toplumsal bir hafızayı da yok ediyorsunuz. Kürtlerin kimliğine, kültürüne, diline, yaşam alanlarının hepsine saldırıldı. Şimdi Ramazan ayında dahi saldırmaktan hiçbir şekilde çekinmiyorlar. Ama onlara şunu hatırlatalım; Osmanlıya ait büyük bir mezarlık var Saraybosna’da vaktiyle Saraybosna Osmanlı’dayken, Avusturya Macaristan imparatorun eline geçtikten sonra, Osmanlı ile aralarındaki savaşa rağmen o mezarlıklara dokunulmadı. Naziler, Bosna Hersek’i işgal etti yine de dokunmadı. Buradan belki de bir insanlık dersi çıkarmak gerekecek.  Süleyman Şah türbesi Türk toplumu için manevi değeri olan bir türbedir. Rojava yönetiminin kontrolünde bir yerdeydi, IŞİD tehdidi altındaydı aynı zamanda. Türk devletinin yaptığı ilk şey Kürtlerden askeri destek alarak, türbeyi daha güvenli bir yere götürmekti. Kürtlere karşı büyük bir saldırı gerçekleştiren Türk devletine, Kürtler hiçbir zaman böyle bir saygısızlık etmedi. Ama şimdi Kürtlerin ne ölüsünü, ne dirisini kabul etmeyen anlayış tamamen yok etme politikasıyla, mezarları da ortadan kaldırmaya çalışıyor. Ama ne mezar taşlarının sökülmesi, ne belediyelere kayyım atanması, ne siyasi soykırım operasyonları, hiçbiri ama hiçbiri varmak istedikleri yolun sonunu onlara getirmeyecektir.    *Son olarak tüm engellemelere, kayyım atamalarına karşı alternatifler ne olmalıdır?    “Bize düşen parçayı taşıyabilirsek inanıyorum ki özlediğimiz, beklediğimiz, özgür yarınlar, çok yakındır.”   Sonuna kadar haklı olan bir halkın mücadelesi karşısında sadece ve sadece hukuksuzlukla ahlak ve vicdandan yoksun politikaları ortaya koyan rejimin başarması ve kendisini zafere taşımasına ne tarih şahitlik etmiştir ne de Kürtlerin verdiği mücadele. HDP’nin Türkiye halklarıyla birlikte verdiği mücadele buna müsaade etmeyecektir. Bu sebeple nerede bulunursak bulunalım, hepimizin payına mücadele de bir parça düşmüştür. Bize düşen parçayı taşıyabilirsek inanıyorum ki özlediğimiz, beklediğimiz, özgür yarınlar çok yakındır. Bu inançla bizler mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Bu saldırıların, bu barbarlıkların hesabını sonuna kadar soracağız.