Kardeşi açlık grevinde olan vekil: Çözüm için aklıselim bir şekilde hareket edilmeli 2019-04-21 09:05:26   Medine Mamedoğlu   ŞIRNAK - Tecridin kaldırılması talebiyle başlatılan açlık grevi eylemleri yayılarak devam ederken, 126 gündür Fransa’nın Strasbourg kentinde kardeşi Ramazan İmir de açlık grevinde olan HDP Şırnak Milletvekilli Nuran İmir, “Çözüm için derhal aklıselim bir şekilde hareket edilmeli” dedi.   PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkâri Milletvekilli Leyla Güven’in başlatmış olduğu açlık grevi eylemi 165’inci gününe girdi. Aynı taleple eyleme başlayan bölge ve Türkiye cezaevlerinde binlerce tutsağın grevi de devam ediyor. Aradan geçen zamana rağmen hem Türkiye hem de diğer devletlerin yaşanan grevi görmezlikten geldiğini ifade eden ve yaşanan sürece aklıselim bir şekilde çözüm bulunması gerektiğini ifade eden HDP Şırnak Milletvekilli Nuran İmir, yaşanan süreci değerlendirdi. Nuran'ın kardeşi Ramazan İmir de 126 gündür Fransa’nın Strasbourg kentinde 13 kişi ile birlikte tecride karşı açlık grevinde.     * Leyla Güven öncülüğünde başlanan açlık grevleri sürecine nasıl gelindi?    Leyla Güven şahsında başlatılan tarihi bir eylem var ve bu yaklaşık yarım yıla tekabül etmekte. Böylesi kuşatılan her yönüyle hukukun adaletin ve demokrasinin bastırıldığı bir alanda bir düşman hukukuyla kendini ayakta tutmakta ısrarcı olan bu anlamda da hiçbir insani, vicdani ve hukuk değerlerini tanımadan saldıran bir hükümet gerçekliği var karşımızda. Şuursuzca toplumsal bütün değerleri ayaklar altına alarak hem iç hem dış hukuksal anlamda da tarihi bir süreçle karşı karşıyayız. Bunda da ısrar eden bir gerçeklik var. Bu gerçeklik karşısında da Leyla Güven’in başlatmış olduğu eylem öyle kendiliğinden çıkan bir durum değildi. Özellikle Ekim 2014 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurumu (MGK) toplantısı ile yeniden topyekûn bir savaş kararıyla birlikte Kürdistan ve Türkiye’de halklar yeniden bir müdahale ile karşı karşıya kaldı.   “En insanı temel bir haktan tutalım toplumsal siyasal bir hakka kadar hepsinin gasp edildiği bir Türkiye gerçekliği ile karşı karşıyayız”   Öyle bir noktaya gelindi ki faşizm kendini her yönüyle devletin bütün imkânları ile örmeye ve örgütlemeye başladı. Böylece insanlar nefes alamaz duruma geldi. En insanı temel bir haktan tutalım toplumsal siyasal bir hakka kadar hepsinin gasp edildiği bir Türkiye gerçekliği ile karşı karşıyayız. Böylesi bir durumda böyle tarihi bir eylem aslında kendi başına yeni bir sayfayı açma da ısrardı. Ancak bütün ülkenin geleceğini belirleyecek bir talepte bulunması ile birlikte bu talep ivedilikle karşılık buldu. Karşılık bulduğu yerde genel olarak belki de hukuksuzluğun en dip, en çıplağını yaşayan cezaevleri oldu. Günümüz itibariyle 7 bine yakın siyasi tutsak tek taleple süresiz-dönüşümsüz açlık grevinde. Bu anlamda tabi ki her yerde belli ölçeklerde dönemsel bu eylemin içeriğini besleyecek eylemsellikler oldu.   * Açlık grevleri boyunca cezaevlerinde 7 tutsak yaşamını sonlandırdı. Ancak yaşanan eylemlere ve ölümlere rağmen hükümet kanadının sessizliğini nasıl yorumluyorsunuz?   Yapılan bütün bu eylemlerin kilit noktası da Adalet Bakanlığı ve bu bakanlığın da yetkisini elinde tutan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde. Bir nevi bir halkın geleceğini bir ülkenin kaderini bu hukuksuzluğun bertaraf edilmesinde bir insanın iki dudağının arasında kalmış bir durumla karşı karşıyayız. Bu kabul edilecek bir durum değil. Şunu söylemek de yarar var gerçekten eylemin gelinen bu aşamasında Türkiye toplumu büyük bir vicdan azabı yaşıyor. Çünkü bu eylem gerekli farkındalığı, gerekli toplumsal duyarlılığı sağlamış durumda. Ancak halen ilgili mercilerin ses vermemesi endişeleri büyütüyor. Yapılan bu eylemlere yönelik hükümet kanadında olumlu adımlar atılmadığı için 8 insan ne yazık ki fedai eylemler yaptı. Tecrit başlı başına bir insanlık suçu vicdan boyutuyla da hem fiziki hem de hukuksal bir saldırı ve işkence biçimidir.   “Sayın Öcalan’ın bu topraklarda çözüm noktasında gerçekten önemli bir aktör olduğu, bu kaosu parçalayıp aralayabilecek halklara nefes aldırabilecek en belirgin özelliğe sahiptir.”   Siyasal anlamdaki karşılığı da savaşa bir yaşam ve demokrasi arayışının adımıdır. Sayın Öcalan’ın siyasal anlamda rol ve misyonu biliniyor. Hem insani anlamda anayasal hak olan aile ve avukatları ile görüşmenin önündeki engellerin kalkması bu tamamıyla toplumsal ve insani bir ayağıdır. Bunun hukuksal ayağı da keza öyledir. Bunun bir de siyasi ayağı var. Sayın Öcalan’ın bu topraklarda çözüm noktasında gerçekten önemli bir aktör olduğu, bu kaosu parçalayıp aralayabilecek halklara nefes aldırabilecek en belirgin özelliğe sahiptir. Belki de milyonların aslında kendilerine irade olarak tanımladığı bir gerçeklik bu gerçekliğin toplumla ilişkisinin kesilmesi ailesiyle herhangi bir diyaloğun yaşanmaması ülkenin geleceği açısından da tehlike arz ediyor. Sayın Öcalan’a inanan onu önder pozisyonunda gören halklar açısından da büyük bir kayıptır. Çünkü yaşam ve ölüm gerekçesi olarak böyle bir yaklaşım var. Ve bunu ne mevcut iktidar ne de dünyadaki bu anlamda pozisyon sahibi olan siyaset kodları görmezden gelemezler. 1999 süreçleri de ulusal düzeyde iyi biliniyor.   Bu topraklar bu ülke kana gerçekten doydu. Savaşsız sorunların diyalog yoluyla çözülebilecek yeni bir masa ve çözüm imkânının doğması gerekiyor. Aslında bu eylem tecridin kırılması ile birlikte yeniden toplumsal dokuların bir araya geldiği muhalefetin nefes alabileceği bir zemin yaratılmak isteniyor. Tabi ki Sayın Öcalan’ın sağlık koşulları kendisine inanan, güvenen ve ailesi başta olmak üzere bunları öğrenmek bu insanların en doğal hakkıdır.   * Tecridin hukuki ve siyasi boyutu nedir ve bu durum kendini nasıl gösteriyor?   Mevcut tecrit insan haklarına ve Avrupa sözleşmesinin 3’ncü bendine göre hangi maddeden olursa olsun cezai durumu bakılmaksızın hukuksal anlamda bu var olmamalı. Bunun tersi suçtur bunun tersi hukuksal anlamda bir ceza pozisyonudur. Ve ısrarla Türkiye hükümeti bu tecridin sürdürülmesinden yanadır. Gerçekten aklıselim artık bu sürece müdahale etmek gerekiyor. Bu sürece hükümetin özellikle Erdoğan’ın intikam-vari siyasi rakiplik dengesini bir tarafa bırakarak hukukun gereklerini yerine getirmek durumundadırlar. Hem hukuksal hem de vicdani suç pozisyonundalar. Bu suçta ısrar çürüme ve kaosta ısrardır. Yüzlerce insanın yaşamını kaybetme ısrarıdır. Ve bu suçun ortağı biz olamayız. Bu noktada kimse sessiz kalmamalı.   * Son olarak kardeşi de açlık grevinde olan biri olarak ne söylemek istersiniz?   Büyük bir kaygı var. Bu isyanın sesini büyütmemiz gerekiyor. Bu hukuksuzluğun durdurulması için yapılan saldırılara görmezden gelmelere karşı mücadele etmemiz gerekiyor. Onların sessizliği kabul edilecek bir şey değil. Bu anlamda bu çığlığı daha büyük örgütlemek gerekiyor. Onlara ses olmak gerekiyor. Fiziksel olarak böyle tarihi bir eylemin sorumluluğunu üstlenmiş açlık grevi eylemcilerinin yaşam hakkı sorumluğunu almak durumundayız. Bu insanlar toplumsal ve haklara güvenerek böylesi bir eyleme girdiler. Biz hem vicdani hem insani hem de siyasi desteğimizi her zaman göstereceğiz. Ben de bir eylemci ablası olarak söylüyorum. Bugün 126 gündür 13 arkadaşı ile birlikte Strasbourgta eylemde olan kardeşimin söylediği bunlardır. Bütün arkadaşların söylediği budur; ‘Bedenlerimiz gitse bile bu eylemler sonuçlanana kadar asla ve asla geri adım atmayacağız’   Bu anlamda bu eylemin olumlu anlamda karşılık bulması için onların seslerine ses vermek durumundayız. Onların bedenlerini de besleyecek eylemlerini de büyütecek bir yol çizmek durumundayız. Her çapta böylesi onursal tarihi üstlenen binlerce insanımızı selamlayarak yanlarında olduğumuzu birlikte olacağımızı her koşulu birlikte göğüsleyeceğimizi söylemek ve belirtmek istiyorum. Faşizmin bu çürümüş halinin son hamleleridir. Bu korkunun da yegane durumu budur.