Diyarbakır Büyükşehir adayı Hülya Alökmen: Amed’in emanetlerini yeniden halkımıza teslim edeceğiz 2019-01-25 09:21:00   Beritan Canözer-Gülistan Azak   DİYARBAKIR - Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkan adayı Hülya Alökmen, kayyımların kentin kimliğini unutturmak için bir yıkım bıraktığını ancak yeniden inşa sürecine gireceklerini belirterek, “El konulan emanetleri alıp halkımıza yeniden teslim etmek istiyoruz. Bu süreci birlikte göğüsleyeceğiz.” dedi.    31 Mart tarihinde gerçekleştirilecek yerel seçimler için Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) merak edilen Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkan adayları açıklandı. Bölge kentleri arasında hem nüfusu hem de dinamik yapısıyla önemli bir yere sahip olan Diyarbakır’ın eşbaşkan adayları, HDP Diyarbakır Milletvekili Selçuk Mızraklı ile Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) eski Diyarbakır Şube Başkanı Hülya Alökmen oldu.     1975 yılında Batman’da dünyaya gelen Hülya, 1980 yılından bu yana Diyarbakır’da yaşıyor. 1995 yılından bu yana kamuda çalışan Hülya, aynı zamanda 2016 yılında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile mesleğinden ihraç edilen bir hemşire. İhraç olduktan sonra özel bir hastanede mesleğine devam eden Hülya, ayrıca 90’lardan bu yana emek, siyaset ve kadın mücadelesinde yer alan bir isim. Hülya, 30 yıllık mücadelesi, 3 yıldır kayyımla yönetilen Diyarbakır için hedefleri ve adaylığına dair sorularımızı yanıtladı.   *Öncelikle Hülya’yı tanıyabilir miyiz? Nerelerde ve nasıl bir çalışma yürüttünüz?   Kamuda çalıştığım dönemde 2001 yılında Kütahya’ya sürgün oldum, 2006 yılında da Diyarbakır’a geri döndüm. Döndükten sonra sendikal çalışmalarıma devam ettim. 2011 ile 2014 yılları arasında sendika şube başkanlığı yaptım. 2014 ve 2018 yılları arasında genel merkez denetleme kurulunda çalıştım. Bu dönemde özellikle Şengal olayları, Ezîdî halkının yaşadığı o katliam döneminde de çalışmalar yürütmeye çalıştık. Zaten yerimizde oturabileceğimiz bir süreç de değildi. Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) Sağlık Komisyonu’nda da bir süre çalışma yürüttüm. Sağlık, kadın, emek ve kimlik mücadelesini beraber, iç içe yürüttüğüm bir süreçti. Bir dönem 1990’larda Mezopotamya Kültür Merkezi’nde de (MKM) çalıştım, tiyatro çalışmalarında yer aldım. Daha sonra kapatılınca oradaki çalışmalarımız sonlandı.   *Kadın ve Kürt kimliğinizle nasıl tanıştınız?   Bu jenerasyon öyle midir bilmiyorum ama bizim jenerasyonumuzda kimlikle tanışma önce kimliğimizi reddetmekle başlıyordu. Kadın olmaktan rahatsız olduğumuz bir dönemdi. O bocalamaları yaşadığımız dönem Kürt mücadelesinin de yükseldiği dönemlerdi. Babam cezaevine girince annem cezaevinde görüşçü ailelerle tanışarak kadın mücadelesiyle tanıştı. O dönem bir süre Yurtsever Kadın Derneği (YKD) yönetiminde yer aldı. Ardından partide çalışmalara devam etti. Aile de çok önemli oluyor örgütlenme sürecinde. Bireysel olarak da kimlik arayışı örgütlenmeye sürüklüyordu. Benim de hem cins bilincim hem de Kürt bilincim o dönemlerde başlamıştı.   Ardından da bir mücadele süreci başladı tabi. Cinsimizden dolayı yaşadığımız sıkıntı, üzerine kimliğimizden dolayı yaşadığımız sıkıntı, biraz büyüdükten sonra da emeğimizin sömürülmesinden dolayı yaşadığımız sorun ve sıkıntılar bizi mücadeleye itti. En çok dert ettiğim şeylerden biri Türkiye’nin sağlık politikalarıydı. Şube başkanı olduğum süreçte göz göre göre sağlık paralı hale getiriliyordu ve yine en çok kadın ve çocuklar sağlık hizmetine erişmekte sıkıntı yaşayacaklardı. Yine anadilden dolayı sıkıntı yaşayan insanlar vardı ve olacaktı. Bir yandan da kadın mücadelesi vardı. Toplum içerisinde kadına biçilen roller ve buna sürekli bir karşı duruş vardı. 2000 yıllarında Batman’da kadın intiharları fazlasıyla artmıştı. Bunların tümü kadın mücadelesinde yer edinmeme itti.   *Babanız ne kadar kaldı cezaevinde? Bu süreç sizi nasıl etkiledi?   Babam 10 yıl kadar hapis cezası almıştı. O dönem ‘faili meçhul’ cinayetlerin de çok yaşandığı bir dönemdi. Sendikamızın onursal başkanı Necati Aydın mahkemeden zorla kaçırılıp kaybedildi ve cenazesi de çok sonradan bulundu. Kötü dönemlerdi ve babam da o dönemde siyasi davalardan dolayı ceza almıştı. Babamın görüşüne ilk 1989 yılında gitmiştim. 1984-86 direnişlerinden sonra cezaevlerinde biraz daha kolaylıklar sağlanmıştı. Hatta biz cezaevinin içine kadar gidiyorduk ve açık görüşlerde orada bulunan tüm tutsaklarla görüşebiliyorduk. Bu biraz daha dünyaya bakış açımızın değişmesine neden olmuştu. Bu dünyada başka insanların yaşadığını ve başka sorunların da yaşandığını bilmemizi sağlamıştı. Babam sonra Ordu’ya sürgün edildi ve aileler arasında Ordu’ya gitmeyi planlamak, organize etmek bile bu mücadeleye katan şeyler olmuştu. Bunlar bilincin oluşmasına etki ediyor. Dayanışma olmadan bir başarının elde edilemeyeceğini öğrenmiş olmuştuk.   *‘1990’larda Kürt mücadelesi nasıldı?’ diye sorsak nasıl bir örnekle anlatırsınız?   İlk Leyla Zana’ların aday olduğu süreci hatırlıyorum. Biz o zaman Bağlar’da çalışma yürütüyorduk. Leyla Zana Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) çatısı altında aday olmuştu. O zaman bir amcayı durdurup, ‘SHP’ye oy vermelisiniz’ dedik ama o ‘Ben SHP’ye oy vermem, ben öyle partiye oy vermem’ dedi. Leyla Zana’nın Meclis’e girebilmek için oradan aday olduğunu söyleyince bizi bırakıp kendini attı insanların içine ‘SHP’ye oy verin, SHP’ye oy vermeyen onursuz Kürt’tür’ dedi. O dönem milletvekillerinin Meclis’ten nasıl yaka paça çıkarıldığını gördük. Şırnak’ın yerle bir edilişini yaşadık, gitmek isteyen vekillerin engellendiğine tanık olduk. Yani siyasi parti tarihi Kürt tarihiyle de biraz bağlantılı. Dönem dönem yaşanan sıkıntılar aynı. Bir yok sayma, bir asimilasyon, Kürt halkını görmeme durumu söz konusu. Bunun yanında da aslında var olduğunu direten, örgütlülüğünü yaratan, hem siyasi kimlik hem de bunun yanında çok geçmeden kadın kimliğinin, kadın kurtuluşu olmadan toplumun kurtulamayacağı ile ilgili politik bir tutum gördük. ‘Zor dönemlerdi’ diyeceğim ama Kürtler için zor dönemler hiç bitmedi, devam da edecek.   Bizim yaşıtımız olan arkadaşlar bilirler mesela bazı adamlar çıkardı kalın ciltli kitaplar yazar ‘Kürt diye bir şey yok’ derlerdi ve herkesin buna inanması için baskı yapılırdı. Bu bile insanın kendi kimliğine yabancılaşmasına, kendi kimliğiyle barışık olmamasına, kendi kimliğinden, annesi ve babasından utanmasına neden olurdu. İlk belediye seçimlerini hatırlarsınız mesela, çok sayıda belediye başkanı tutuklanmıştı.   *KHK ile ihraç edilmiş bir hemşiresiniz. Nasıl etkilendiniz, neler değişti?   29 Ekim 2016 tarihinde ihraç oldum. İhraç olduğumuz süreçte belediyelere de kayyımlar atanmıştı ve olayların yaşandığı bir süreçti. Belediye eşbaşkanları gözaltına alınmış ve birçoğu da tutuklanmıştı. Sonrasında eşim de ihraç edildi ve kolay bir süreç olmadı bizim açımızdan. Ama yaşanan toplumsal olaylar yanında bizim yaşadığımız şey çok büyük bir kayıp değildi. Çünkü bunu yaşayan yalnız biz değildik, çok büyük bir kitle işsiz kaldı o süreçte. Dayanışmayla, yan yana durarak, her şeyin aslında devlet memuru olmaktan geçmediğini de görerek süreci atlattık. Biz de bu mücadelenin bir noktasında olduğumuz için hedef olmuşuz demek ki. Yakınmaya hakkımız yok, böyle düşünüyorum.   *Peki aday olmaya nasıl karar verdiniz? Sizi buna iten etken neydi?   Hem politik hem siyasi bir geçmişe sahip olma hem de aslında bu süreçte bir görev almamız gerektiği inancında olduğumdan dolayı aday oldum ve partinin de teklifleri, beklentileri üzerine büyükşehir adayı olarak belirlendim. Bu sürece biraz öz eleştirel de yaklaşmak gerekiyor. Bize güvenleri varsa bu halkın güvenini de boşa çıkarmak istemiyoruz. Şuan belediyelerde bir gasp var, eğer karşılığı buysa bu bir gasptır. Belediyenin tüm çalışmalarını durdular, kurumları kapattılar, meclisleri kapatıp üyelerin işine son verdiler, tabelaları değiştirdiler, anıtları kaldırdılar yani Amed’in kimliğini tamamen unutturmaya çalıştılar. Emanetlere el konulmuş ve biz o emanetleri alıp halkımıza yeniden teslim etmek istiyoruz.   *Kayyımların bir enkaz bırakacağı izlenimi var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce nasıl bir enkaz devralacaksınız ve sonrasında nasıl bir çalışma başlayacak?   Kurumsal işleyiş ile ilgili şuan tam bir şey söyleyemezsem de kayyımların bir yıkım bıraktığını biliyoruz ve bu yıkımın ardından yeniden inşa sürecine gireceğiz aslında. Kurumları kapatmaları, çalışmaları durdurmaları ve buna benzer çok şey var. Bunları göreceğiz, inceleyeceğiz, halkımızla da paylaşacağız. Kadın kurumlarımızı, çalışmalarımızı yeniden başlatacağız, açacağız. Eşbaşkanlar olarak sanki kadın çalışmalarını yalnızca kadın başkan yapacak diye bir şey de yok. Biz kadınlara ait olan hakları, hizmetleri kadınlara geri vereceğiz. Kadınlardan geri alınmış yetenekleri biz yeniden kadınlara sunacağız. Tek çalışmamız yalnızca kadın kurumlarını açmak da olmayacak. Kanalizasyonundan caddesine her işine bakacağız ve tek tek ilgileneceğiz. Diyarbakır’ın tarihine, kültürüne sahip çıkacağız.   *Özellikle 2015 seçiminden bu yana her seçim baskı altında gerçekleşiyor. Zırhlı araçlar, rangerlar, TOMA’lar parti binanızın önünde bekliyor. Böylesi bir baskıyla nasıl bir seçim çalışması yürüteceksiniz ve sonuç ne olur sizce?   İktidarlar her zaman her yerde ‘makul tipler’ yaratmak isterler. Bu iktidarın nerede olduğunun bir önemi yok. Evin içindeki iktidar da olabilir. Şimdi devlet de ‘makul Kürt’ istiyor ama önemli olan bizim o makul Kürt olup olmayacağımız. Hükümet bilinçli olarak o söylemleri yayarak insanların aday olmasının ve oy vermesinin önüne geçmek istedi ama biz halkımızla beraber bu sorumluluğu arayacağız. Düşüncesi ne olursa olsun herkese hizmet edeceğiz. Bu şehir hepimizin çünkü. Baskılar olacaktır elbet, her seçim baskılar oluyor. Biz de isterdik seçimlerde mazbatalarımızı arkadaşlarımızın ellerinden alalım ve sorunsuz geçen bir süreç olsun fakat Kürtlerin kazanımları hedef olmaktan çıkmıyor ne yazık ki, bu nedenle baskı da bitmiyor. Antidemokratik bir ortamdayız, bunu bilerek bu yola çıktık ve çalışmalarımızı bunları bilerek yürüteceğiz. Bu süreci beraber göğüsleyeceğiz. ‘Yaralarına derman oluruz’ diyemiyoruz çünkü biz de yaralıyız ama yaralarımızı beraber sarmanın, birbirimizin yarasına derman olacağımızın sözünü veriyoruz.