Siyasi konjonktüre göre oluşan sansüre karşı çözüm: Mücadele 2024-10-10 09:03:04     Elfazi Toral-Rozerin Gültekin   İSTANBUL - “Sansür ve oto-sansür baskısında kültürel kapan” buluşmasına katılanlar, sansürün siyasi konjonktüre göre uygulandığına dikkat çekerek kültür alanında yaratılan tecride karşı ortak mücadelenin geliştirilmesi gerektiğini belirtti.   Temmuz ayında kuruluşu deklere eden Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi, sanatın özgürce ifade edilebilmesi için çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışmalar kapsamında “Sansür ve oto-sansür baskısında kültürel kapan” başlığıyla iki günlük bir buluşma gerçekleştiren inisiyatif pek çok yönetmen, sanatçı, aktivist, yazarın bir araya gelmesine zemin hazırladı. Gerçekleşen buluşmada savaş süreciyle derinleşen tecride karşı nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine dair tartışmalar gerçekleşti.  Buluşmaya katılan sanatçılar, akademisyenler sansüre ve çözüm yollarına dair konuştu.    ‘Nefesi kesilen toplumda soluk açma yolu’   Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi üyesi fotoğrafçı Arzu Filiz Güngör, Türkiye’de sansür ve oto-sansüre maruz kaldıklarını ve buna karşı İnisiyatifin içinde yer alarak baskının karşısında yalnız olmadığını anladığını ifade etti. Arzu, “Bize düşen buna direnmek olmalı. Sanatla uğraşan bir sanatçı yaratıcı olma vasfında olmalı ve bir insan direnmenin yollarında da dayanışmada da yaratıcı olmalı. Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi de buna çağrıdır. Bizim üzerimize ne kadar gelirlerse gelsinler baskı ve hukuk dışı müdahaleler bu tür şeyler olacak her zaman. Biz ne yapıyoruz? Biz edilgen bir şekilde bu zamanı söylenerek, yakınarak kendi kendimize küçük arkadaş çevremizde homurdanarak  geçiriyoruz. Tanıdığımız veya tanımadığımız baskı altındaki herkesle dayanışmak gerekiyor. Benim için bu sanat inisiyatifi nefesi kesilen toplumda nefesi kesilmişler olarak soluk alma delikleri açmaya çalışmak demek. Sanat yaşamla ilişkili bir ifade inşasıdır. Biz eğer yaşadığımız duyguları hayat gerçekliğini ifade ederken kendimizi egemenin çerçevesi içerisinde kalacak şekilde sınırlarsak gerçekten uzaklaşmış oluruz” dedi.   ‘Cezaevleri neden sanatın konusu olmuyor?’   Oto-sansürün ve sansürün cezaevlerinde yaşanan ihlalleri görmemek için de uygulandığına dikkat çeken Arzu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Özgürlükleri sınırlanmış insanlar var. Tedavi edilmiyorlar. Adı konmamış idam cezasının uzun vadeye yayılarak gerçekleştirilerek içeride insanların ölmeleri  bekleniyor ve ölüyorlar da. Ana akım medya da bunu görmüyor ve bu sanatın da konusu olmuyor. Toplumsal olarak arkasında durduğumuz adalet sistemi bizim ayakta tuttuğumuz yapının sonuçlarında birisi. Özgür ve dışarıda diye tarif edebilecek olan ben de tecrit ediliyorum. Tanık olduğum gerçeği söylemekten tecrit ediliyorum. Gerçeklerin ifade edilebilmesine ihtiyaç var. Dayanışarak ancak aşılabilecek bir duvar bu. Herkesi önümüze örülmüş olan aslında çokta kırılgan olan sansür duvarına delikler açmaya ve el ele olmaya davet ediyorum.”   Siyasi konjonktüre göre sansür   Sansür ve oto-sansür uygulamalarından en çok etkilenen alanlardan birinin de  belgesel ve sinema olduğunu söyleyen belgesel film yapımcısı Ayşe Çetinbaş, çektikleri “Bakur” adlı belgesele yönelik baskıların da bunun bir örneği olduğunu belirtti. Ayşe, “Bütün bunları konuşmak, baskıya rağmen nasıl nefes alabiliriz, belgesellerimizi nasıl çekmeye nasıl devam edebilirizi konuşmak için bir aradayız.  2013- 2014 yıllarında barış süreci devam ederken Kürt meselesini konu alan filmlere ya da başka türlü sanat eserlerine hiçbir şekilde sansür konulmadığı gibi tam tersi teşvik ediliyordu. 2024 yılının Türkiye’sinde mevcut iktidar kendi görüşüne yakın olmayan hiçbir şeyi görmek istemiyor ve yok etmeye çalışıyor. O dönem PKK Türkiye’den gerillalarının Türkiye’den geri çekeceğini duyurmuştu. Biz de bu tarihi ana tanıklık etmek için tam bir belgeselci refleksiyle oraya gittik. Ancak oradayken barış süreci durdu. Ve tamamen kamptaki günlük hayatları, neden ordalar, neden mücadele içindeler, daha çok PKK’yi anlatan PKK’nin nasıl var olduğunu falan gösteren bir belgesel çektik. 2013-2014 yıllarında bunu çekmek mümkündü hatta İstanbul Film Festivali tarafından davet edildik. Türkiye’nin konjonktürünün değişmesiyle beraber bizler de nasibimizi aldık. Artık Kürtler tekrardan bir ‘sorun’ haline gelmeye başladı” diyerek sansürün artık yaşamın her alanına girdiğini ifade etti.   ‘Kürdistan’daki direniş umut verici’   Aradan geçen yılların ardından sanatçıların, aktivistlerin, yönetmenlerin bir araya gelmesini çok değerli bulduğunu ifade eden Ayşe, “Ne yapabilirizi, her şeye rağmen nasıl üretebillirizi konuşmak için bir aradayız. Birçok belgeselci arkadaşımız işlerini icra ederken engellenmeye çalışılıyor. Birçok arkadaşımız Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Bizleri yok ederek kendi kültür sanat kurumlarını, etkinliklerini ve kendi sanatçılarını yaratmaya çalışıyorlar. Kültür yolu festivali bunlardan bir tanesi.  Aslında bizim kendi kaynaklarımızdan kendi festivallerini düzenliyorlar. Baskılara karşı da büyük bir direniş devam ediyor.  Özellikle Kürdistan’daki arkadaşlarımızın maruz kaldığı şeyler ve buna rağmen bir şeylerin yapılıyor olması çok umut verici. Devam etmek gerekiyor” sözlerini kullandı.   ‘Tecrit politikalarına karşı çıkabilmemiz lazım’   Sansürün çeşitlendiğini ve artık vekil güçler tarafından sansürün uygulandığına dikkat çeken Akademisyen Sonay Ban da, sansürün kıskacına girmemek için kişilerin kendine sansür uyguladığını ve birçok şeyi görmezden gelmeye başladığına vurgu yaptı. Sonay, “Çoğu zaman sansüre maruz kalmamak için pek çok sebepten ötürü insanlar oto-sansüre yöneliyor. Oto-sansürün tehlikeli olabilecek tarafları var. Belli bir noktadan sonra manevra alanımız artık iyice daralıyor. Barış süreci döneminde sansürü nispeten biraz daha az görebiliyorduk. 2015’te barış süreci biter bitmez Bakur vakasını gördük çok sert bir şekilde. Bu da bize aslında o paralelliği gösteriyor. Devlet şiddeti ne kadar artıyorsa onun sanattaki karşılığını çok açık bir şekilde görebiliyoruz. Kadınlara yönelik her türlü baskının olduğu bir ortamda da sanatta uygulanan sansürün kadınları es geçmesini düşünmek mümkün değil. Çok sesli, çok çeşitli bakışları bir araya getirerek tüm bu tecrit politikalarına karşı çıkabilmemiz lazım” dedi.