Şayet tecrit kaldırılırsa...

  • 09:03 7 Kasım 2024
  • Kadının Kaleminden
 
“Demokratik ulus modeli coğrafyamıza en uygun yönetim biçimidir. Dolayısıyla bir muhataplık sorunu söz konusu değildir. Kürt Halk Önderi, tüm Mezopotamya coğrafyasında yaşayan halkların birlikte eşit, özgür bir yaşamın teminatıdır. Doğal olarak en güçlü muhataptır. Bu amasız, fakatsız, lakinsiz bir realitedir.”
 
Leyla Güven
 
 “Hangi dağ efkârlıysa oradayız; perişan edilen her şey bizimdir. Yağmur oluyoruz hangi ırmak kurusa; gülüşümüz çocuk, adımız eşkıyaya çıkmıştır bizim.” Bir halk direndi, bir halk haykırdı, bir halk “tecrit insanlık suçudur” dedi. Zindanlar destansı direnişlere tanıklık etti. Kürtler, bulundukları bütün alanlarda haykırdılar: “Bu tecrit, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şahsında bir halka uygulanıyor.” Yüreği yaralı barış anneleri, meydanlarda her türlü hakarete ve şiddete maruz kalma pahasına, “Em we tecrite na peyrinin” diyerek direndiler. Bu direnişler muktedirlere yetmedi; daha fazla bedel isteniyordu. Hal böyle olunca, 14 Temmuz ruhu zindanlarda yeniden canlandı. Zülküf’ler, Ayten’ler, Medya’lar, Zehra’lar, Mahsun’lar, Yonca’lar, Siraç’lar... Zindanlarda, parlak yürekleri, kor cesaretleri, sonsuz bağlılıklarıyla “Bir halkın iradesine tecrit uygulayamazsınız” dediler. Fedai ruhları, kuş misali İmralı Adası’nın duvarlarını aşarak Önderliğimize ulaştı.
 
AKP tecridin 23 yılından sorumludur 
 
İmralı Adası’ndaki Önderliğimiz ve üç arkadaşımıza da yasalardan doğan hakların tanınması için canını ortaya koyarak ölümsüzleşen ve halkın yüreğinde her daim yaşayacak olan bütün hevallerimizi saygı ve minnetle anıyoruz. Bu süreç yaşanırken Türkiye’de çok ağır bir sessizlik hâkimdi. Bu belli ki bir stratejiydi; adeta ölü taklidi yaparak, ‘Kimse bu sesi duymaz’ dediler. AKP iktidarı bu hukuksuz tecridin 23 yılından bizzat sorumludur. Despot, hukuk tanımayan bir iktidara "Neden tecrit uyguluyorsun?" demek çok da anlamlı değildir; zira baskı, beslendikleri yegâne yöntemdir. Ancak bu iktidara karşı pozisyon alan tüm kesimleri anlamakta çok zorlanıyoruz. Kürt Halk Önderi İmralı Adası’na getirildiği günden bu yana 26 yıldır, bu ülke yasaları defalarca askıya alındı ve aleni bir şekilde tecrit uygulandı. Hak, hukuk, adalet diyerek yol kat edenler, bu tecrit uygulamalarını görmemekte direndiler. Kendi politikalarıyla çelişmek pahasına, bu hukuksuzluğun karşısında suskun kalmayı tercih ettiler. Muhalif kesimler, tecridin kime uygulandığına bakarak korkak ve ürkek bir yaklaşımla hareket ettiler. Kürt hareketinin, “Eğer İmralı tecridi kırılmazsa, bu tecrit tüm cezaevlerine ve topluma yayılacak” çağrılarına kulak vermediler.
 
Bu uğurda düşenlere selam 
 
Dolayısıyla bu tecrit tüm cezaevlerine ve muhaliflere uygulanmaya başladı. Ama birileri “atı alıp Üsküdar’ı çoktan geçmişti.” Ne acıdır ki, 2019 yılında cezaevlerinde 7 gencecik insan, İmralı Adası’nda uygulanan tecridin duyulması ve kaldırılması için canlarını feda etmek zorunda kaldı. Ve bugün, ülkenin en milliyetçi partisinin başkanı, “Eğer tecrit kaldırılırsa” diyerek bu hukuksuz tecridi en üst düzeyde kabul edip dile getirdi. Evet, Kürt halkı ısrarla, emekle, özveriyle bu istikrarlı tecride “hayır” dedi. “Bir halkın önderliği tecrit edilemez; kalıcı, onurlu bir barış için kendisi özgür olmalı ve misyonunu yerine getirmelidir” diyerek sonunda bunu başarma noktasına geldi. Bu uğurda düşenlere bin selam olsun.
 
Biz hep söyledik: “Çözülmeyen denklem kilitler” dedik. Orta Doğu’da yaşananlara bakılırsa, Kürt ve Filistin meseleleri tüm sistemleri kilitlemiş durumdadır. Tüm bölge ülkeleri kaçınılmaz olarak bir çıkış yolu arıyor. Dört parçaya böldükleri, asimile edemedikleri, mankurtlaştıramadıkları, katletmekle de bitiremedikleri Kürtler için bir arayış içindeler. Sykes-Picot ve Lozan’da olduğu gibi yine Kürtsüz bir çözümün peşindeler. Oysa Amed’in, Van’ın, Mardin’in meydanlarına gitseler, halkımız onlara en sağlıklı yol haritasını gösterecektir. Bizim açımızdan, 26 yıldır İmralı tecrit koşullarına karşı muazzam bir direniş gösteren, hem Orta Doğu hem de Kürdistan’a dönük plan ve proje önerisi olan yegâne insan Kürt Halk Önderi’dir. Demokratik ulus modeli, coğrafyamıza en uygun yönetim biçimidir. Dolayısıyla bir muhataplık sorunu söz konusu değildir; Kürt Halk Önderliği, tüm Mezopotamya coğrafyasında yaşayan halkların birlikte, eşit ve özgür bir yaşamının teminatıdır. Doğal olarak, en güçlü muhataptır. Bu, amasız, fakatsız, lakinsiz bir realitedir.
 
Abdullah Öcalan ile yapılan görüşme 
 
43 aydan sonra, vekilimiz Ömer Öcalan’ın gidip Önderliğimiz ile görüşmesi ve kendisinin iyi ve sağlıklı olduğunu belirtmesi, tüm Kürt halkı ve dostlarının yüreğine su serpmiştir. Hem kendisinin hem de adadaki üç arkadaşımızın gayet iyi olduğunu ve tecrit kalktığı takdirde bu sürece her anlamda hazır olduklarını anlıyoruz. Bu da Kürt sorununun kalıcı, barışçıl çözümüne dönük umudumuzu perçinliyor. Öte yandan, Devlet Bahçeli’nin maske düşüren açıklamaları tartışılmaya devam ediyor. Bu tartışmalar elbette olacaktır; sonuçta 100 yıllık bir mesele söz konusudur. Bu ülke topraklarında yaşayan tüm toplumsal kesimlerin söz söyleme, katkı sunma ya da eleştirme hakkı vardır. Ancak ortaya çıkan tablo, hiç bilmediğimiz ya da belki de yanlış bildiğimiz bir durumu açığa çıkardı. Kendi adıma, yan yana durduğumuz birçok eylem ve etkinlikte aynı şeyleri haykırdığımız, ortak paydada buluştuğumuz dostlarımızın Kürt halkının iradesine bu kadar saygısız yaklaşabileceğini beklemediğim için büyük bir duygu kırıklığı yaşıyorum. Tabii ki böyle düşünmeyen, her koşulda dost olabilmeyi başaran insanları tenzih ediyorum.
 
Ortalama bir siyasi bilgiye sahip olan herkes bilir ki sol, sosyalist, demokrat ve insan haklarına saygılı her insan, kurum, kuruluş ya da parti, halkların kendi kaderini tayin hakkına saygılı olur. Ancak Devlet Bahçeli’nin Önderliğimizin Meclis’e gelmesi önerisine karşı ilk tepkiyi verenlerin, yan yana yürüdüğümüz kesimler olması düşündürücüdür. Adeta bize, “Yanlış yapıyorsunuz; sizi o kişi değil, bu kişi temsil edebilir” diyorlar. Biz de kendilerine diyoruz ki, belirttiğiniz “o kişi” de “bu kişi” de Kürt halkının bağrından çıkmış, halkımızın iradesini temsil eden saygıdeğer insanlardır. Dolayısıyla despot iktidarların yıllardır bizi “şahin”, “güvercin” gibi tanımlarla ayrıştırmaya çalıştığı durumu, şimdi de kendilerini Cumhuriyet’in gerçek sahipleri addedenler yapıyor. Örneğin, Deniz Zeyrek’in “Öcalan Meclis’e gelirse, şehit anneleri kendisini Meclis kapısında yakar” diyerek yol göstermesi; bir diğerinin “Ben sosyalist olarak Öcalan’ın Meclis’e gelmesini kabul edemem” demesi ve Kübra Par, Ece Üner gibi birçok sunucu, gazeteciliğini unutup en üst perdeden halkımıza koordinat belirleme hadsizliğine girebiliyor. 
 
Hangi kardeşlik? 
 
Bu yaklaşımın hiç kimsenin haddi olmadığını belirtelim. Konformist yaşamlarından bizi anlamalarını zaten beklemiyoruz. Ne zaman bir umut ışığı belirse, aynı yaklaşımlar ortaya çıkıyor. Madem bu Cumhuriyet sizin, Meclis sizin, devlet sizin; o halde bize neden “kardeşiz” diyorsunuz? Hangi kardeşlik? Doğrusu, ekranlardan gazetecilik yaptıklarını sanan, yalnızca askeri üniforması eksik olan ve Kürt halkının her düzeydeki iradesine hakaret eden kişilere hiçbir şekilde saygı duymadığımızı belirtmek isteriz. Bütün TV ekranlarının bu süreçte A Haber’e dönüşmesi çok trajik bir durumdur. Evet, açıkça belirtmeliyiz ki izleyecek kanal, okuyacak yayın bulamıyoruz. “Anadolu’dan Görünüm” vb. yayınlardan bu yana kısmen de olsa değişen her şeyde başa döndük. En büyük zararı da ülkenin demokrasisi görüyor. İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler bu anti-demokratik düzeni hak etmiyor. Ülkelerini sevdiklerini ve koruduklarını sananlar bilsin ki yeni bir Malazgirt, Çanakkale durumu ile karşı karşıyayız. 
 
Önderliğimizin “Ortak vatanda eşit ve özgür bir yaşam mümkündür” önermesini doğru ele alıp değerlendirmek hayati önemdedir. Orta Doğu’da yeni bir dizayn söz konusuyken bu kısır, dar, elit ve üstenci dil hiç kimseye kazandırmaz. “Keşke yüreğimize taş basmasaydık” demek istemiyorum. “Barış iradesinden bu kadar korkmayın” deriz. Elbette bu konuda öneriler ve eleştiriler olabilir; ancak bu, karşıta dönüşmemelidir. Kısaca dün AKP-MHP’nin kullandığı dili bugün Kürtler hariç herkes kullanıyor. Dolayısıyla biz de bir kez daha hatırlatalım: Kürt halk önderi Abdullah Öcalan ve diğer tüm değerlerimiz kıymetlidir. Çok klişe bir deyim ama yine de belirtelim: Bu değerlerimizi ağzınıza alırken dikkat edin; zira demir leblebi misali dişleriniz kırılabilir. Sonuç olarak, Mevlana’nın sözünü hatırlatalım: “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” diyoruz.