Gülazer Akın’dan mektup: Görülmüştür

  • 09:02 9 Temmuz 2020
  • Kadının Kaleminden
“Biz 7 kadın arkadaşın nefessiz kaldığı, tsunami sonrası bir yıkımın içindeyken, çok ağır zamanların ardından hepimiz kendimizi boşlukta asılı kalmış hissederken, gardiyan mazgalı açıp bir mektup uzattı…”
 
Gül Güzel
 
Yıllara ve zindanlara izlerini bırakan kadınlar vardır. Gülazer gibi özgürlük sevdalıları kadınlar. Zaman zaman yorulsalar da heybelerinde bitmeyen yollar birikir. Bazen geride kalan Hüzün, ama en çok da hiç bitmeyen bir avuç umut vardır geleceğe dair…
 
Birileri için zindanlara dair “orası mücadele alanlarımız” denilse de zordur fiziki mahkumiyetler. Hele birilerinin ömrüne dağılır veya ömrü oralarda biterse bazen... Tarihte, özgürlük mücadelesi ve karşıt imha araçları, 20 ve 21’inci yüzyıldaki kadar yaşanmamıştı. Bu yüzden “Medeniyet” maskesine ‘’Demokrasi’’ kalıbını uyduranlar çoğaldıkça, vahimleşiyor “zindan” anlamı ve anlayışı. 
 
Aylardır süren koronavirüs “tedbirleri”, zindanlarda da oldukça etkin yaptırım ve kısıtlama(!)larla sürüyor. Ziyaretçi kısıtlaması gibi diğer zaruri ihtiyaçların da kısıtlandığı süreç devam ediyor. Ancak dışardan gönderilen bir kart veya mektubun, tutsak arkadaşlarımız için ne kadar mühim olduğunu da belirtmek istiyorum.
 
Ben fazla yoruma girmeden sizleri Gülazer Akın’ın Kayseri Bünyan Cezaevi’nden gönderdiği mektupla baş başa bırakıyorum. 
 
Sevgili Arkadaşım Gül,
 
Merhaba, kaç zamandır yolunu gözlüyorum. Bir ses, bir haber, bir selam yani senden gelecek bir sağlık haberine çok ihtiyacım vardı. Malum ağır, garip aylardan geçtik. Koronalı günler daha bitmese de psikolojimizi en alt üst ettiği zamanlarda en çok seni merak ettim. Evet biliyorum gençsin ama az biraz sağlık sorunlarının olması, hele bir de Avrupa’da oluşun beni korkutuyordu. O açıdan annem onlarla konuştuğumda, “Gül’ün iyi olup olmadığın bana bildirin mutlaka” dedim. Yani ben aslında sadece iyi olmanı duymak istiyordum. Sonra sağ olsun yeğenim Demine iyi olduğunu, merak etmememi salık verince rahat ettim. Sonra, işte bu mektubun geldi. 21 Nisan 2020 tarihli mektubun. Hem de nasıl bir anda...
 
Mektubun gelmiş
 
Biz 7 kadın arkadaşın nefessiz kaldığı, tsunami sonrası bir yıkımın içindeyken - hemen beş dakika öncesi bir kıyamet geçmişti üzerimizden-  gerçekten hiç abartmıyorum, çok ağır zamanların ardından hepimiz kendimizi boşlukta asılı kalmış hissederken, gardiyan mazgalı açıp bir mektup uzattı. Ben hiç yerimden kalkamadım. Mektubu alan arkadaş adını görünce bir çığlık attı, “Aa Gül Güzel’den” dedi. Zira koğuşun hepsi artık seni çok iyi tanıyor. “Zindandan MEKTUP var” kitabını okuyorlardı o günlerde çünkü. Ve kitabın eksik anlattığını ben tamamlıyordum. Çünkü sen o kitapta anlatılanların çok ötesindesin. Dur konu dağılmasın. İyi değildik ya, tanrıçalar halimizi görmüş seni bize yollamıştı. Ve arkadaşların hepsi, “Hele sesli oku biz de dinleyelim” dedi. Bense hiç tereddüt etmeden başladım okumaya. Sahiden her cümlesi sadece bana değil herkese merhem oldu. Havamızı değiştirdi, bir anda kendimizi güçlü hissettik. O üzerimizden geçen silindir misali ağır durumdan sonra senin mektubunla dizlerimize derman geldi. Yani çok ama çok teşekkür ederim arkadaşım. Tam Hızır oldun yetiştin. Resim için de ayrıca sağ ol. Dediğin gibi hala genciz. Baktım bıraktığım gibiymişsin. Öyle genç, dinç, öyle güzel, öyle ışıl ışıl. Belki de insanın bekledikleri olduğundan güç kuvvetten düşmüyor.
 
Tüm engeller pes edecek
 
Özlemler, hayaller, beklentiler... Biz bu anlamda kavuşabilme ihtimalinin neresindeyiz hala tam keşfedemiyorum ama biliyorum biz direnmeye devam ettikçe, çıkış kendiliğinden gelip karşımızda duracak. “Hayat sürprizlerle dolu” klişesi gerçekten de doğru. Sadece beklediğimiz ve tasarladığımız biçim ve zamanda gerçekleşmiyor ama biz böyle hayata ve hayallere aşkla asıldıkça, eni sonu tüm engeller pes edecek ve bize yol verecek...
 
Bünyan Kapalı Cezaevi’ne dair
 
İyiyim can dostum. Korona belalı günlerde tüm karantina tedbirlerine rağmen öz savunma temelinde biz de ayrıca kendi tedbirlerimizi aldık. Bir de zaten bu cezaevine korona bile uğramaz diye teselli ediyoruz kendimizi. İnan ki burası kendine has bir yer. Düşün ki bugün 3 Haziran ama ben yatağıma hala sıcak su alıyorum. Havası çok temiz, kuru. Sağlığıma da epey yaradı. Ama günde dört mevsim yaşanıyor. Sabah gömlek, öğlen tişört, akşam üzeri mont giyiyoruz neredeyse. Böyle tutarsız bir hava. Yine de buraya gelmekle yani Gebze’den çıkmakla çok iyi ettim. Gebze her açıdan kötüydü. Bana hiç bir faydası dokunmadı. Tersine orda kaldığım 8 yıl boyu hep kemirdi. Sağlığımı, ruhumu, duygularımı, zihnimi... O açıdan buranın çok zorluğu olmasına rağmen iyi ki geldim. 5 koğuşuz zaten, tabi korona yüzünden görüşemiyor, birbirimizden haber alamıyoruz. 
 
Gazete ve dergi yasakları zinciri...
 
Gazete de ancak rötarlı geliyor, o da Evrensel. Ne Yeni Yaşam ne de başka bir gazeteyi okuma şansımız var. Dışarıdan gelen gazete ve dergileri de kabul etmiyorlar. Amed’den ‘ZİRİNG’ dergileriyle ‘Xwebun’ gazeteleri gelmişti. Hiçbirini vermediler. Genelge öyle diyormuş. Ben de hukuk yoluna başvuracağım. Anayasa Mahkemesi’ne götürmeyi düşünüyorum. Tutsak da olsam benim istediğim gazete ve dergileri okuma hakkım olmalı. 
 
Pijama ve iç çamaşıra varan kısıtlamalar
 
Burada her şey sınırlı ve yasaklar çok tuhaf. Tabi abartılıyor. Gece pijama takımının içliğinin üzerinde küçücük bir yazı var diye - görsen yazı mı, çizgi mi olduğunu anlayamazsın - vermiyorlar. Sabahlığın bez kuşağını vermiyorlar. Mutfak önlüğü, bilinen lif bile yasak. Zahir lif ülkeyi böler, bilmiyorum ki başka ne için verilmiyor? Zamk, bant, makas, firkete yasak. Hatta silici bile yasak. Yazı yazınca kullandığın dakstil var ya onu da vermiyorlar. Liste o kadar kabarık ki. Kaş makasını bile vermiyorlar. Arkadaşlar tırnak makasıyla kaşlarını düzeltiyor. Bazen elbisemin bir tarafını kısmen düzeltmem gerekiyorsa makas yerine dişimi kullanmak zorunda kalıyorum. Bu tür ayrıntılardaki yasaklar insana bir başka dokunur, incitir. Okuma fenerimi bile vermediler. Gece okuma alışkanlığım vardı, yıllardır öyleyim. Şimdi feneri vermedikleri için uyanıyor, saatlerce öyle bekliyorum ki yeniden uykum gelsin diye...
 
Makas verilmeyince, 
 
Bir de saçımı bu aralar kazıttım. O kadar dökülüyordu ki psikolojim bozuldu. Akşama kadar saç topluyordum. Şimdi boyu bir santim olmuş. abinin gönderdiği şapkayı da takıyorum. Tutarsız gelip, giden güneşe çıkıyor, iki adımlık havalandırmayı turluyorum. Bir kaç arkadaş da kaşlarını jilete vurdu. Tabi Yüzüklerin Efendisi filmindeki Smeagol’nun kız kardeşine dönüştüler. Kaç günlük eğlencemiz o kaşlar. O kaşlara ne kadar gülsen az kalıyor...
 
Bitireyim artık değil mi, çok uzattım. Seni çok seviyorum. Mektubum eline geçince bizimkiler yoluyla haber et olur mu? Sağlığına dikkat et. Güneş geç de olsa bize de doğacaktır. O heyecanla sımsıkı kucaklıyor, öpüyorum.