Turnalar Güneş'e uçar... 2018-03-06 09:03:07   "Sen hiç yitirmedin, çocukluğundan arı gülüşlerini seher yelim. Kadına yoldaş oluşunu okudum gözlerinden. Yüreğini  adayanların payansız duyuşunu. Uykusuz gecelerini dinledim yoldaşlardan. Erkeğin zulmüne öfkeni, yüreğinle bilincinin çeperlerini dövmen. Hiç büyümüyorsun içimde, gözlerin yaşarıyor çocuk kahkalarından."   Barana Nûr    Bir masal taşıyışıydı anam. Sesinin ahengiyle uyurduk. Uzak diyarların parıltısı, meçhul zamanların tadı konuklardı gecelerimizi. Zîn’den Adûle’ye Çin, Maçin diyarlarına uzanan. Biriktikçe acıları, unuttu masaları, çoğalttı ağıtları anam. On dokuzunda yitirdiği kardeşinin ömürsüzlüğüne tam elli yıl sayıp yanı zemheri gününde, kayan yıldızlarda görünce torunun çehresini, derviş yollara vurdu dal-taban anam kehanetlere döndü anam.    Sen kâhin gözlerin daldığı yollara yolcu değilsin ki dalyan boylum. Yularsız çığlara su değilsin. İlk sözünden son mermisine, en sancılı deminden ve yatağına sığmayansın yine.    Suskunluğun da anlattı seni yorgunluğunda. Yaşam henüz küçücük, gamzeli bir bebekten ördü hikâyeni.  Toprağında işbirlikçiliğin, tırşıkçılığın zulmü ve melaneti vardı doğuşun kadar tazeydi özgürlük müjdesi. Etrafını, yüreğini toprağa özgürlük tohumu diye ekenler sarardı. Sen “Bavo ji min re tegeke bıkîre” derken dilinde, ömrünün ufku uçkun vermiş kehaneti vardı.     Ufkuna varamamışlığın sancısındayım delal. Bulamadan yitirmişliğin devasız kahrında. Bir ukte durur içimde sessizliğin. Bin ukte büyütür sensizliğim. Derviş misali yürüyüşünü duydum ekmeğe tuz katık edişini. Gidenlerimizin andıyla yürüyüp adını koynunda saklayışını. İnatçı bileklerinden, emekçi ellerinden öpüyorum toprak yüreklim. Acılarımı topladım koynuma, omuzlarımda ödenmiş milyon borcun ağırlığı. Vasiyeti yarım kalmış ömürlerin, sevdalarını düşlerin. Ben sende yalnızlıklarda çoğalan sevgilinin şavkını, nurunu gördüm. Divaneyim, özüne izine yüz sürmeye durdum. Gözlerimde ağu resimlerine de bakmama izin vermiyor. Zemheri kuyuları derinlerimde, dolmuyor dağ ateşim, dolmuyor. Ellerimde Ruhani çocukların sıcaklığı. Ben gülüşüne vurgundum, gülmüyor.     Beni anmaz sessizliklerde koydun narçiçeğim. Ferat’a benzerdi akışın. Sesini derinlere derinlere akıtan sularımıza çığırtkan eksikliğin harcı değildi bu topraklarda akmak. Gördün, bekledin ve benzedin:  su ve ateş aşkına yakamoza dönen canlarımıza. Gözlerimde yaban yağmur demleri titriyor, itiyor, bakıyorum. Yüzünde buharlar tomurcuklanmakta. Hangi ayaz demindedir kar çiçeğim, baharlar böyle yas tutmakta…   Sen hiç yitirmedin, çocukluğundan arı gülüşlerini seher yelim. Kadına yoldaş oluşunu okudum gözlerinden. Yüreğini  adayanların payansız duyuşunu. Uykusuz gecelerini dinledim yoldaşlardan. Erkeğin zulmüne öfkeni, yüreğinle bilincinin çeperlerini dövmen. Hiç büyümüyorsun içimde, gözlerin yaşarıyor çocuk kahkalarından.  Sonra bir hüzün oturuyor gözbebeklerine. Dudağında mahzun ve masum bir gülüş. Veda ağırlığında büyütüyor bakışın. Yokluğuna inanmazlıkla kesiliyor nefesim. İrkiliyor içimde hazan, sen böyle yıldızlardan yangınlar mı büyütecektin içimizde, can ey can.    Onurumsun, asmin gülüşlüm. Bütün o yakın dağ çiçekleri içinde, birde toprağımın esmer hüznünü taşıyan sesinin o derin tınısında yankıyor çağlayan. Heybetlidir Salih kandalların Cuma Takların inadı. Abdurrahmanlar geçti o yoldan. Besmeleydi Halil Çavgun, doğurdu ve direndi Hilvan. Sen benim gözbebeğimle şavkıyan nursun ay yüzlüm. Korkunun dehlizlerinde geçen, bataklık uzamaları lotusu. Yüreğimi yüreksizliğin hükmünden damıtan.    Yirmi sekiz yıl sonra güneşe döndü toprağım. Yirmi sekiz yıl sonra adınla yitik sesine kavuştu köyüm. Asi zamanlarını andı özledi Ferat. Yirmi sekiz yıl sonra dirilen Simurg tu, ölü toprağını silk inç devdi ihanetlerden yaralı, zulümlerden yorgun. Yirmi sekiz yıl sonra çocuklarının Zê vadisinden yankıyan sesiyle Newroz’a durdu Siverek, Hilvan.   Ben şimdi sensiz yaşam tasavvurlarının çalkalandığı uçurumdayım sensizliğin sığdığı hiçbir kuytu yok göğsümde. Hangi bucağa dokunsam kar. Hangi geçide yönelsem katran, usumun hükmüne gelmiyor kalbim. Kalbim ki aydınlığa lal, yürüyüşüne hayran. Şimdi yokluğunlar tağyan. Ben seninle dorukları adımlamak istedim düş çiçeğim. Yorgunluğunu soluklamak seninle.  Yaslandığın taş olmak, yürüdüğün yollara omuzdaş olmak istedim. Varamadım.    Olurda bir gün varırsam o diyarlara, yüz sürersem izlerine. Baş koyarsam gömüt gömüt yıldızdan topraklara. Biliyorum bakamam, bakmak şafaklara. Gülüşlerin eksik olacak. Bakamam semalara, aydan ve umuttan hikâyemizi anlatan, sonsuzluğa akan yıldızlarla dolacak. Her çiçek seni, her meltem seni, dağ rüzgârları seni anlatacak.   Ben seninle yaşama durmak istedim gönüldaşım. Yahut Zê vadisinin uçurumlarında ölmek. Sen bana dünyamı emanet ettin, dağlarımızı Güneşi…  Yollarıma ışığını ektin. Şimdi bendsiz bir tayttır senden bana uzanan, içimde taşan ırmak. Ardından yürümek adınla yaşamak, adınla ölmek.   Mehmet Nuri MAÇ (Baran Urfa) arkadaş şahsında Egid Caf, Zindan Şiyar, Gerge Ayhan, Arteş Hewal, Cahit Kobani, Erdal İsyan, Özkan Garisive Tufan Botan yoldaşları saygıyla, bağlılıkla minnetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.