Aynılığın dayanılmaz ağırlığı ve uzlaşmaz farklılığımız 2021-05-18 09:04:06     “Ataerkilliğin tüm kodlarından kurtulup, kendi anlamlarını tarihin girizgâhlarından geçirip erkeğin kadın değerlerini ilk öldürmeye başladığı yerden yeniden doğurtmak gerekiyor tüm bilmelerimizi.”   Derya Nil   “Nereden yaralanıyorsa ve acıyorsanız orası kimliğiniz olur” der Milan Kundera. Çağın benliklerimizi ruhsuzluğun hükmüne teslim etmeye meyil ettiği nice zamanların içinden geçtik geçiyoruz. Zamanın tüm akışları içinde varoluşumuzun anlam arayışı kadar yabancılaşma tarihidir aynı zamanda ilk varoluşsal krizin başlangıcı. Belki de ilk kimlik yaramızın, acı duyumsamamızın kendini varoluşumuzda bir anlama kavuşturma süreci. Ataerkilliğin bedenimize ve anlam dünyamıza saldırısının yarattığı tarifsiz acı. Tarihin tüm akışlarında tüm “değişimlerin” içinde değişmeden kalan yitirmenin yarattığı o yabancılık duygusu.    Yaralandığımız, acısını tüm benliğimizde hissettiğimiz, varlığımızın oluş aşamalarında yarım kalmışlıkların derin krizine girdiğimiz ilk kimliğimiz. Coğrafyası, dili, ulusu, bilinci ne olursa aynı acıyı duyumsamamızı sağlayan bitmeyen hakikat. Tüm yitirişlerin içinde yitirilmeyen anlam dünyasının, ruhumuzda bilincimizde belleğimizde hala yer edinme kudreti. Bundandır bitmeyen krizli çatışma ve arayışımız.   Ondandır hala en çok acıyan ama en köklü kimliğimiz kadın olur  tüm mücadeleler içinde. Yine de “kadın doğulmaz kadın olunur” sözleri düsturdur varoluşumuzu anlamlandırma arayışımızda. Erkeğin o ilk yalancı sözleri, çarpık hakikati,  anlamsızlığı anlama çeviren kurnazlığının tüm zihin dünyasını tahakküme çevirdiği tarihten beri. Düşün ve düş dünyamızı bizden çaldığı günden beri. Ve bu tarihle birlikte başlayan erkeğin kendine “makul” kadını yaratma çabası. İştar’ı etkisiz kılmak isteyen erkek tanrıların karşısına kendi yarattıkları kadını ona karşı savaştırması ile başlar kadın bedeninde erkek aklın varolma süreci. Zeus’un alt edemediği kıskançlık sinsiliğinde devam eder bedenin kadın olmasının yetmeme hali. Her şeye sahip olmanın yanında, kendi doğasının sanki bilmişçesine izin vermediği doğurma eksikliğini alt etme çabası ile kafasından doğurduğu Athena’nın doğuşu. Ve devam eder muktedir olmak isteyen erkeğin yok edemediği için kendine menkul “ makul” olan kadını yaratma hikayesi. Ondandır bedenin görünümünün ve biyolojik benzerliklerin derin uçurumlar yaratması. Bedenin içinde varlığın önce kendine, sonra kendinden olana yabancılaşması böyle başladı.   Ondandır “kadın doğulmaz kadın olunur” sözünün geçerliliği, hakikatin en çok çarpıtıldığı modern çağın her şeyi muğlaklaştığı süreçlerde olması.  Kadın bedeninde erkek aklı ile “makul”  hanımların dilinden dökülen sözler ancak bu denli çarpık bu denli eğreti durur.  Çünkü yaralar ve bilinçler farklılaşmıştır. Bilinç kendine ait olmayan kendisini ötekileştirenin denetiminde oluşmuştur. Oysa kadın olarak kendi varoluşumuzun anlamı bizi ötekileştiren tüm erkek bilim ve bilgilerin sorgulamasında başlar. Binyılların oluşturduğu cinsiyetçiliğin tüm yaşam alanlarını ve bu alanlar içinde ya tabi olmayı ya yok olmayı düstur edinen erkeklik “doğruları” ile mücadele etmek ile kendini var eder. Ataerkilliğin tüm kodlarından kurtulup, kendi anlamlarını tarihin girizgâhlarından geçirip erkeğin kadın değerlerini ilk öldürmeye başladığı yerden yeniden doğurtmak gerekiyor tüm bilmelerimizi. Mekanı, tarihi fark etmeksizin vurulduğumuz, yok sayıldığımız, yakıldığımız, öteki olmaya başladığımız yerde kanar durmadan yaralarımız. O zaman anlarız kadın ölümlerinin münferit olmadığını. Erkekliğin beden ile ilintili ama beden ötesi bir tahakküm zihniyetini temsil ettiğini.    Düşünürken tüm bunları biyolojik benzerliklerimizle diğer kadınlar gelir aklımıza.  Aynılığın dayanılmaz ağırlığı kapsar benliğimizi. Sonra fark ederiz uzlaşmaz farklılıklarımızla ayrıştığımızı. Kendimizi nasıl tanımladığımız gerçeğinde tüm sır.  Onun için bir “kadın”,  “kadınlar öldürülüyorsa kadınların hiç mi suçu yok” diyecek kadar erkek aklı ile konuşmakta. Diğer makul hanım “çıplak arama varsa neden kadınlar sessiz kalmakta” diyecek kadar erkek iktidarın sözcülüğünü yapmakta. “Makul” olmanın gerekliliğidir tabi olunanın adına konuşmak. Çünkü kendine ait ne varsa yitirmiştir yok sayıp boyunduruğuna girdiği egemenin izdüşümü olmuştur. Kadın bedeninde, erkek aklının bilmeleri ile düşünmeye başlamıştır artık. Ondan dolayı ölümlerin faili sorgulanmayıp kadın da suçun bulunmasına yabancı değiliz tüm bu yabancılıklar içinde. Tacizi “tahrik etti” tecavüzü  “ bu saatte dışarıda ne işi var” şiddeti “söz dinleseydi” ölümü “acaba ne yaptı” ile hak etmişliği meşrulaştıran bu sözlere aşinayız ne yazık ki. Çıplak aramalara karşı AKP vekili özlem zenginin “ neden önceden şikayet etmediler” demesi şiddete uğrayan kadınlar için “ hiç mi suçları yok” diyen Konya vekili Hülya Atçı Nergis’in sözleri de kadın olmak ile “makul” olmak arasında ki tercihle ilgilidir. Ve bazıları için “makul” olmak muktedir erkeğin erkeklik tarihinin başlangıcı kadar eski olup sürdürmektedir kendini var etme tercihinde.  Onun için biyolojik olarak kadın olma başlangıcımız, tüm erkek değerlerin sorgulamasından geçip değerlerimiz ile kendimizi var etmede bulur kendini. “Kadın doğulmaz kadın olunur” sözünün önemi buradadır. Bizi aynılık görünümümüzden farklılaştıran hakikatte budur. Sadece doğduğumuz değil bilincini oluşturarak var ettiğimiz hakikattir asıl olan.