İstanbul Sözleşmesi için hep beraber mücadele 2020-07-22 09:03:51       “İstanbul Sözleşmesi’nin geri çekilmesi etrafındaki girişimlerin, toplumun tüm kesimlerin kazanımlarına yönelik topyekün saldırının bir parçası olduğu gözler önünde. Bu yüzden de bu mücadele sadece kadınların değil tüm demokrasi güçlerinin mücadelesi olmak durumundadır, zorundadır…”   Gülistan Azak   Ajansımız Jinnews ve kadın örgütlerinin verilerine göre Türkiye’de her ay en  az 20 kadın erkekler tarafından katlediliyor, en az 50 kadın yaralanıyor. Kadına yönelik şiddet pandemi sürecinde artarken, çocuk istismarları, çocuk katliamları da giderek artıyor.    Haziran ayında katledilen 27 kadından 23’ü şüpheli bir şekilde yaşamını yitirirken, kayıtlara ise “intihar” olarak geçti. Kadınların çoğunluğunun vücutlarında şiddet gördüklerine dair bulgular, tanıklar vardı. Maalesef sadece yaşanmışlığıyla kaldı…   Temmuz ayında ise 3 günde 8 kadın katliamı yaşandı. Çocuğa yönelik istismar da cezasızlık zırhına sarılıp olağanlaştırılarak devam ediyor.   Şırnak’ta 14 Temmuz günü 1’inci Jandarma Komando Tugayı’nda görevli Uzman Çavuş Aslan A.’nın bir çocuğu cinsel istismara maruz bıraktığı ortaya çıkmıştı. Ertesi gün Batman’ın Beşiri ilçesine bağlı bir köyde yaşayan 18 yaşındaki kadının şüpheli şekilde yaralandığı bilgisine ulaşıldı. Ajansımızın edindiği bilgilerin sonucunda, ağır yaralanan kadına uzman çavuş M.O’nun tecavüz ettiği ortaya çıkmıştı. Tecavüzün açığa çıkmasının ardından M.O. gözaltına alınmış ancak ertesi gün çıkarıldığı mahkemece serbest bırakılmıştı.   Peki bu gerçeklikler karşısında İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak hangi sorunu çözecek? Üstelik, Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu ve kadın hareketinin büyük çabasıyla hazırlanan bu sözleşmeden vazgeçmek nasıl düşünülür, nasıl bu kadar basit olabilir?   Aslında nedeni dünden belli. AKP son yıllarda birkaç kez kadınların kazanımlarına yönelik hamle yaptıysa da kadın çevrelerden ve kamuoyundan gelen tepkiler karşısında geri adım atmak zorunda kalmıştı.   Amacına ulaşamayan AKP, kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırıyı bu sefer İstanbul Sözleşmesi’ni de hedefe koyarak yapmak istemekte. Bu nedenle öncelikle muhalefet odağı olarak gördüğü kadın mücadelesini  pandemi koşullarını lehine çevirmeye çalışarak etkisizleştirmeyi amaçlamakta.   Peki kadınlar pandemi sürecinde  neler yaşadı?   Koronavirüs (Covid-19) salgını sürecinde tüm dünyada kadına yönelik psikolojik, cinsel ve fiziksel şiddet ile birlikte çocuk istismarında  artış yaşandı. Salgının ilk olarak duyurulduğu 11 Mart tarihinde “Evde kal” çağrıları yapılırken, kadınlar kendilerine şiddet uygulayan erkeklerle bir arada yaşamak zorunda bırakıldı.   6284 sayılı kanun askıya alındı   Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) ise kadın örgütlerinin etkin uygulamasını istedikleri 6284 sayılı kanun  hakkında “tedbir kararlarının koronavirüs kapsamında sağlığı tehdit etmeyecek şekilde değerlendirilmesi gerektiğine” karar verdi. Bu karar ile kanun askıya alınmış olurken, mahkemelerin evden uzaklaştırma tedbirini uygulamamasına, tedbirlerin etkinliğinin azaltılmasına neden olmasının önünü açtı.    Sığınaklar kadınları almadı   Şiddet faili ile aynı evde kalmak durumunda olan kadınlar, salgın süreci boyunca sığınma evlerine ulaşmada zorluk yaşadı. Aile Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü’nde (KSGM) gerekli önlemlerin alındığı bilgisi verse de KSGM’nin 3 Nisan tarihinde yayınladığı ek açıklamada sığınaklarda sağlık kontrolü, düzenli dezenfektasyonun yapılması gibi bilgelerin yanı sıra can güvenliği tehdidi olan kadınlar dışında sığınaklara kabul yapılmadığı belirtildi.   Failler evlerine gönderildi   İnfaz kanunun değişikliği kapsamında 13 Nisan’da Meclis’ten geçirilen yasa ile şiddet failleri evlerine gönderildi. Bu yasa değişikliği ile “cinsel saldırı”, “reşit olmayana cinsel saldırı”, “cinsel taciz” suçlarından süreli hapse mahkum olanlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan mahkum olanlar, dörtte üç koşullu salıverme oranı ile evlerine gönderildi.   Rosa Kadın Derneği’ne ve TJA aktivistlerine baskı   Kadına ve çocuğa dönük her türlü suçu teşhir eden Rosa Kadın Derneği’ne polis 22 Mayıs’ta baskın düzenledi. Gözaltına alınan kadınlardan 9’u tutuklandı. 14 Temmuz günü başta Diyarbakır ve Antep olmak üzere birçok kentte siyasi operasyonlar kapsamında sabah saatlerinde ev baskınları gerçekleştirildi. Baskınlarda aralarında ajansımız Jinnews'in editörü Ayşe Güney, Tevgera Jinên Azad (TJA) sözcüsü Ayşe Gökkan ve TJA aktivistleri, sivil toplum örgütü üyeleri, Halkların Demokratik Partisi (HDP) yönetici ve üyelerinin de olduğu onlarca kadın gözaltına alındı.   Kayyımlarla eşbaşkanlığa saldırı   Eşit temsiliyetin simgesi olan HDP’li 13 belediyeye atanan kayyımlarla, pandemi sürecinde dahi kadına yönelik baskı devam etti. Kayyım atanan belediyelerin eşbaşkanları gözaltına alındı, tutuklandı.   Çocuk istismarına af yasası   AKP-MHP’nin hazırladığı “çocuk istismar faillerine evlilik yoluyla af” getiren düzenleme de infaz yasası ile geçirilmek istendi. Kadınların tepkisiyle geri adım atılırken, düzenlenen mecliste getirilmesi gündemde. Bu düzenleme sadece çocuklara istismarda bulunan faillerle de sınırlı kalmayarak söz konusu suçlara yardım edenler ve azmettiriciler hakkında da infazın kaldırılması ve açılan kamu davasının düşürülmesini içeriyordu.   Tüm bunlar yaşanırken AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in “Bu ülkede AK Parti gelene kadar ‘kadın’ kelimesinin adı yoktu” sözleri şok etkisi yarattı. Özlem, bu sözlerle yetinmedi ayrıca “Türkçe’de kelimelerin dişil ve erili olsaydı AK Parti dişil bir kelime olurdu. Bir kadın kelimesi olurdu. Çünkü AK Parti’yi inşa eden en önemli unsur kadınlardır” dedi.    Ancak her nedense şüpheli kadın ölümlerinin araştırılmasını isteyen önerge AKP ve MHP’li vekillerce reddedildi.   Bu durum, memleketin en temel dertlerinin nasıl ele alındığını da gösterir mahiyette doğrusu.   Geçtiğimiz salı günü yapılan AKP MYK toplantısında Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın,  Bulgaristan, Hırvatistan ve Macaristan’dan örnekler vererek Türkiye’nin de Sözleşme’den çekilmesi gerektiğini söylediği ve bunun için hazırlık yapılmasını istediği belirtildi. Burada örnek olarak Bulgaristan, Hırvatistan gibi Avrupa’nın en geri, Macaristan gibi birçok ülkenin “faşist bir rejim” olarak gördüğü bir ülkeyi örnek göstermesi, iktidarın nereden ilham aldığını göstermesi bakımından oldukça manidar.     Özcesi, İstanbul Sözleşmesi’nin geri çekilmesi etrafındaki girişimlerin, toplumun tüm kesimlerin kazanımlarına yönelik topyekün saldırının bir parçası olduğu gözler önünde. Bu yüzden de bu mücadele sadece kadınların değil tüm demokrasi güçlerinin mücadelesi olmak durumundadır, zorundadır…