Öykü tadında anmalar: Pervane söyle bana gerçek algımın neresinde? 2020-05-29 09:08:03   "Bu manevi andacın ana ve kelimelere yansımasına gelince gerçeğin parçalanıp, ekleme ve çıkarmalarla artık bütünün algılanamayacağı kadar çekiştirildiği günlerden geçiyor olmamızdır belki de…"   Huriye Yıldız Kara   Bundan 22 yıl önce Hindistan’da bir üniversitenin Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümünün Tıbbi ve aromatik bitkiler koleksiyon parsellerini geziyorduk. İngiltere’den bir grup olarak çalışma turuna gidilmişti. Grubumuzda daha çok Afrika ülkelerinden arkadaşlar vardı. Yeni bir parselin önüne geldiğimizde şaşkınlık yaşadım. Bana çok tanıdık olan, türlü renkleriyle anayurdumda park, bahçe, balkonların kanaatkar güzel süsü pervane, vinka ya da rozet çiçeği diye adlandırdığımız bitkinin parseliydi bu. İçimden bu çiçeğin tıbbi aromatik bitkiler parsellerinin içinde ne işi var diye geçirdim. Annem güzel çiçek açan ve güzel koku saçan bitkilere çok meraklıydı. Balkon saksılarında rengarenk görmeye alışık olduğum bitkiyle karşılaşmak eski bir dostla buluşmak gibi de gelmişti bana gurbette.    Ama şaşıran yalnızca ben değildim. Hemen yanımda duran Tanzanyalı beş çocuk annesi ilginç arkadaşım içinden geçirmedi, dışarı ses verdi: “Aaa bu otun ne işi var burada. Ben evde bahçemde kurtulacağım diye yolmaktan yorulmuşum." Bu arkadaşım daha önce de hijyen konusunda o günlerimde çektiğim sıkıntıya da “Tatlım ne kadar haklısın. Benim evimde de fare var. Ama onlar benim temiz farelerim” diyerek ortak olmuştu!   İkimiz de Hindistanlı araştırmacıdan gelen açıklamayla üçüncü gözden de bilgilendik. Pervane ayurvedik tıpta önem taşıyan bir bitkiydi. Anavatanı Afrika; Madagaskar adası, zakkumgiller; apocynaceae familyasından, latince adı catharanthus roseus ya da sinonim adı; vinca roseus idi.    Kognitif psikoloji, biyoçeşitlilik dahil görünürde çok farklı konularda yoğunlaşarak tarım doğa insan ilişkileri üzerine kafa yorduğum bir dönemdi. Ancak o zamanlarda biyolojik çeşitliliğin tür boyutuna doğal sistemi içindeki ve diğer sistemlerle ilişkileri yönüyle bakıyordum. Biyolojik anlamda tür ve tür altı özellikleri ile biyokimyasıyla insan ilişkileri daha sonra kapsama alanıma girdi.   Bu yaşanmışlığın üzerinden yaklaşık 7 yıl geçtiğinde pervane deneyimi organik tarım eğitimlerinde “biyoçeşitlilik ve ekosistemler” konulu dersimde sunularımda yerini bulmuştu. İnsan evladının doğal kaynaklara ve biyolojik çeşitliliğe ne kadar farklı anlamlar yükleyebildiğinin açıklamasını örnekliyordu.    Bu derslerden uzun yıllar sonra ekosistemler arasında ve ekosistemlerin öğe ve ilişkilerinde hızlı geçişlere kavuşabildiğim olgun ve dingin dönemlere girmiştim. Kompost içinde yanıp dönüşmelerimle biyoçeşitliliğin doğada, tarımda ve insan boyutundaki çarpmalarından ve sapmalarından kurtulmuştum.    Pervane uluslararası dergilerde içeriği ve tıbbi kullanımı ile ilgili pek çok bilgiye rastlamama rağmen benim sağlığım açısından kullandığım bitkiler arasında yerini almadı. Ancak dıştan farkında olarak değil ama sanırım içsel kavramayla her daim gözüm önünde, yetiştirdiklerimin içinde yerini buldu. Kim bilir; annemin hatırasını yaşatmamın yanında 3 insanın algısının ölümsüzleştirdiği o an için olabilir. Tanzanyalı ilginç 5 çocuklu kadın, Hindistanlı ayurvedik bitki uzmanı, Toroslardan kompost ana Huriş Alatus’a bir güzel destek verdi. Pervanenin değişmez gerçekliğinin yardımıyla, insanın elindeki samimi parçaların, bütünün içine yerleştirilme gayretinde yol almalarda. Bu manevi andacın ana ve kelimelere yansımasına gelince; gerçeğin parçalanıp, ekleme ve çıkarmalarla artık bütünün algılanamayacağı kadar çekiştirildiği günlerden geçiyor olmamızdır belki de.   ****************************** Cücü barsağı, kuş, sarı sabır   “Kapıdan çıkmadan önce ‘ekmek, su, toprak, cücü barsağı, sarı sabır eksiğin neyse tamamlayasın, fazlan neyse eksiltesin geldiğimde seni burada görmeyeyim’ dedim ve gittim…”   41 kere maşallah bahar şenliği öncesi bilgisayarın başında şifalı bitkilerle ilgili sunum ve bilgilerimi toparlamaya çalışırken büyük kızım yakınlarımda oturuyordu. Ben stellaria media: cücü barsağını (bizde Doğu Akdeniz’deki adı, Ege’de kuş otu denir) kapak yaptığım bir sunuya bakıyordum. O sunuda aloe vera: sarı sabır ve cücü barsağına neden olduğunu hatırlamadığım şekilde çok ağırlık vermişim. Bitki kimyasalları, şifa, zehir, bireye, zamana zemine uygunluğu yarar-zarar ilişkisi gibi konuları bu iki bitki üzerinden vermişim. İçeriklerindeki o güne değin tespit edilmiş tüm maddeleri toplayıp örneklemeler yapmışım. Kim bilir belki de bu bitkileri vermemin nedeni şu an yazıya dökmelerim içinmiş.    Cücü barsağı otu, Doğu Akdeniz Yörük kültüründe kış döneminde saç böreğinin vazgeçilmezidir. Bol soğan kavrulup birazda çökelek lor hiçbiri yoksa süzme yoğurt ilavesiyle börek içi olur. Tıbbi kullanımı bu kültürde yoktur. Japonların her yıl Ocak ayının 7’sinde nanakusa-no-sekku: 7 ot festivali günü yaptıkları çorbada kullandıkları 7 ottan birinin cücü barsağı olduğunu araştırıp sunuya koymuşum. Batı kültüründe de bu ot civciv otu diye geçiyor ilginç bir bağlantı. Sarı sabırın tarihsel süreçte tıbbi ve kozmetik kullanımı ve günümüzde yaygın olarak ticari ürünlere yansımışlığı malum.   Neyse sunuya baktıkça kızımla bu konuda sohbette ilerliyordu. O ara balkona çıktım. Baktım bir güvercin geziniyor. Yerde de saksılardaki cücü barsaklarından koparılmış birkaç dal dikkatimi çekti. Kuşumuzun görüntüde gitmeye niyeti de yok. Ailecek kahvaltıya oturduk. Kuşta balkondan içeri girdi. En yakındaki reyhan saksısının içine girip toprağı bir güzel eşeledi gagaladı, döktü saçtı. E tabii biraz fazla oldun hadi dışarıya komutunu kaptı, tekrar balkona geçti. Ortanca çocuğumda merhamet hissi fazlacadır. Suya ekmek doğradı. O ara elimde bir sarı sabır vardı. İçini açıp hadi şifan belki budur dedim. Epeyce jel de doğrandı kaseye. Bu ara herkes evden dağıldı. Kapıdan çıkmadan önce “ekmek, su, toprak, cücü barsağı, sarı sabır eksiğin neyse tamamlayasın, fazlan neyse eksiltesin geldiğimde seni burada görmeyeyim” dedim ve gittim. İkindiyi geçkin saatlerde geldiğimde baktım balkon demirinde artık ama beklemede. Bu arada kasedeki ekmeğe hiç dokunmamış ama jelli suyu bitirmişti. “Senle anlaşmadık mı, kendin usulünce uçacak mısın, ben mi uçurayım” dedim. Döndü, “Anladım hadi hoşça kal” dedi ve uçtu.    ********************************* Sen tilkiysen ben de kuyruğuyum    “Yaralar ve çilelere razı olup öğüdü kürkü kaybetmeden tutmak gerek…”   Annemin “Sen tilkiysen ben de kuyruğuyum” deyişi geldi bugün hatırıma. Bir vakitler annem bu sözü neden, ne zaman kullanırdı diye üzerinde çokça düşünüp biraz da araştırmıştım. Sonunda kendime gereken dersi de çıkarmıştım. Şimdi de paylaşılmayan bilginin hamallığından kaçıp anısına yöneldim sizlerle.   Yetişkin bir tilkinin uzunluğu kuyruğu ile birlikte bir metre civarında. Tilki aslında küçük bir hayvan ama neredeyse kendisi kadar oldukça kalın ve tüylü bir kuyruğu var. Meğer özellikle tilkide kuyruk deyip geçmemek lazımmış. Avını kovalarken kuyruğu dengesini kaybetmeden yön değiştirmesine yarıyor. Boyut olarak küçük olduğundan kışın uykuda hareketsizken donma tehlikesinden kuyruğuna örtünerek korunuyor.   Tilki neredeyse yeryüzünde tüm iklim kuşaklarında yaşıyor, çölden kutuplara. Tilkide kuyruk meselesi yalnız bizleri değil örneğin Finlileri de meşgul etmiş. Fin mitolojisine göre “kuzey ışıkları”, karlarda hızla yürüyen bir “tilkinin kuyruğunun” kar taneciklerini gökyüzüne saçmasıyla oluşmuştur.   Doğada daha çok bataklık alanlarda, derelerde ve göllerde yaşayan tilki kuyruğu bitkini ise birçok akvarist akvaryumdaki nitratı azaltmakta kullanır. Zira su kalitesini dengelemekte başarılıdır. Karma akvaryumda yavruların korunmasını sağlar. Su üstünde yüzmesine izin verildiğinde yavruları diğer aç balıklardan koruyan mükemmel bir sığınak halini alır.    “Ben sana yön vermesem, dengeleri sağlamasam, örtüp korumasam senin kendini zeki ve kurnaz sanmaların kürkçü dükkanında sonlanır” diyormuş meğerse annem. Yaralar ve çilelere razı olup öğüdü kürkü kaybetmeden tutmak gerek.