Sanat evden çıkmadan evden kaçmanın tek yoludur 2020-04-17 09:05:00   “Tüketen toplum yalnız maddi değerleri değil manevi değerleri de tüketir. Bu kapsamda tüketilme tehlikesi tüm toplumsal değerlerin toplamı olan sanat içinde vardır. Postmodern anlayış özel savaş kapsamında kitle araçlarını kullanarak sanatı metalaştırır. Nihai kazandığı zafer gösteri toplumu ve onun şakşakçılarıdır.”   Feride Eylem                                                                                                                                                                                                                              Tarih boyunca sanatın toplumsal değişime etkileri ve sürekli değişim içinde olan topluma öncülüğü en büyük tartışma konularından olmuştur. Sanat ve toplum arasında hem organik hem evrensel bağların olduğu ise toplumlar tarihinin en hakikatli ifadesidir. Sadece toplumları etkileyen değil, kendisi ile aynı misyonu taşıdığı iddiasında olan siyaseti, bilimi, dini, ekonomiyi de etkileyerek aslında incelikli tüm devrimlerin kilit taşı olmuştur.   Bugün kapitalist moderniteye içkin olan korona salgını, egemenler arasındaki rekabet, ekonomik ve politik kodların tehlikede olduğunu ifade ediyor. Sayılar ve uydular dünyasında topluma ölüm verileri her gün aynı saatlerde ifade edilerek korku dolu bir alışma distopyası yaratılıyor. İktidarların tasarruflarının dışında olan ölüm, yaşatırım sloganıyla siyasal iktidarın güçlenmesi için bir argümana dönüşüyor. Yaratılan illüzyon da korku ve panik örgütlendirilerek toplumsal bilincin ve kolektivizmin önüne barikatlar kuruluyor. Bireyselleştirme politikası kapitalizmin kendi yarattığı krizinden çıkışının merdiven basamakları olarak kullanılıyor. Tamda burada kaotik süreci toplum lehine dönüştürmek ve bir hafıza oluşturmak sanatın temel misyonudur. Toplumsal bellek inşasını estetik formlara kavuşturmak ve ulus devlet distopyasının zapturaptı altından çıkarmak sanatın en etkin görevidir.   14.yüzyılda Avrupa vebası ya da Kara ölüm olarak bilinen salgın Çin ve Orta Asya’dan başlayarak İki yüz milyona yakın insanın ölümüne yol açmıştı. Avrupa nüfusunu ve sosyolojisini değiştiren bu salgının etki düzeyi yadsınamayacak durumdadır. Her yeri saran ölüm korkusu normalleşerek toplumun büyük kısmına ‘’o günü yaşa’’ anlayışını getirmiştir. Burjuvazinin yapmadığı işler insan gücünün azalmasından kaynaklı kendilerine kalmıştır. En büyük etki ise kilise otoritesinin sarsılmasıyla ortaya çıkmıştır. Salgının yeryüzü ve gökyüzüne yerleşen kötülüklerden kaynaklı olduğu anlayışına karşı salgına çözüm bulmak isteyenler şarlatanlık, büyücülük astroloji alanlarını geliştirmişlerdir. Ölüm korkusuyla günü yaşayanların dışında önemli ve etkin bir kesim zihni bir atılımı gerçekleştirmiştir. Salgın sonrası Avrupa’da ki en büyük gelişim RÖNESANS sürecinin başlaması olmuştur. Hiç şüphesiz ki kilisenin otoritesinin sarsılmasının da payı büyüktür. Tüm bunlarla beraber dönemin sanatı ve üretimleri bizlere o dönemin sosyolojik hafızasını taşımıştır.   Pieter Bruegel bir tablosunda salgını resmederken ölümün statü ayırmadığına dikkat çeker. Giacomo Borlane de  burchis tablosunda ölülerin şövalye ve piskoposların etrafını sararak gücün ve dinin onları koruyamayacağını ifade eder. Başka birçok eserde açığa çıkan halkın yoksul kesiminin vebadan olmasa bile açlıktan ölme haliyken, dönem burjuvazi sınıfının zevk sefa içinde olduğudur.   Aslında sanatçılar egemen zihniyetlerin topluma yaşattıklarını, imgeleri evrenselleştirerek teşhir ederler. Toplumsal belleğe ait tüm bilgiler dönemi inşa eden, yön veren ve bunu taşıyan sanat ile gerçekleşir. Ve her dönemin sanatçıları bulundukları dönemin gayrı resmi tarih yazıcılarıdırlar.    Evrenin politik şuurunun kıvrımlarında gezinen sanatın en görkemli hali hiç şüphesiz üretici doğadır. Doğa, kendi bilincini toplumlar tarihinin dışında tutanlara onu inkar edenlere ya da suistimal edenlere en büyük cevabını kendi bilincinden yarattığı tanrıçalarla cevap verir. Bu tanrıçalar her zaman doğa bilincini canlı kılmıştır.   Tanrıça ardılı toplumların, çocuklar ana rahmine düşmeden onlar için stranlar bestelediği ve bu stranların çocuklar ölünceye dek tüm yaşamlarında onlara söylendiğini biliyoruz. Tanrıçalar Toplumsal kimlik olarak belleğe akıtılan stranları ritüeller aracılığıyla koruyarak günümüze kadar taşımışlardır. Üretimden kopan, mekana indirgenen ve bu kısırdöngüde belleksizleştirilmeye çalışılan sanat anlayışına en büyük cevap hiç şüphesiz Bilge insandan gelir. Bilgenin bir hücrede yeniden bir halkın tarihini sanatını kültürünü ve dilini bilince, zamanın sınırsız akışı içinde çıkartması en büyük ilham kaynağıdır. Doğanın sanatını en görkemli inşa eden Bilge, toplum, bellek ve mekanın ilişkisini toplumlar lehine yeniden kurar. Postmodern ve pozitivist anlayışın yaygınlaşmasıyla, kolektif belleğin inşasına en büyük darbe bireyselleşen toplum gerçekliğinden gelmektedir. Toplumu özden, estetik ve etiğin bağlamından koparan kitle araçları sürekli tüketimi örgütler. Tüketime dayalı mekanlar inşa edilir ve buradan kendisine meşruiyet zemini yaratır. Tüketen toplum yalnız maddi değerleri değil manevi değerleri de tüketir. Bu kapsamda tüketilme tehlikesi tüm toplumsal değerlerin toplamı olan sanat içinde vardır. Postmodern anlayış özel savaş kapsamında kitle araçlarını kullanarak sanatı metalaştırır. Nihai kazandığı zafer gösteri toplumu ve onun şakşakçılarıdır.   Gösteri perdesinin göz kamaştıran spotları ve kulak tırmalayan alkışları altında, yeteneğini toplumunun inkarı üzerinde yeşertenler hiç şüphesiz özel savaşın kullanım araçlarından olmuşlardır. Meryem Xan’ın bizleri çıkardığı kutsal yolculukta vardığımız yer onun estetiğini yakalayamayan, onu anlamayan, kulaklarımızı zihnimizi gasp eden popüler sanat artıkları olmamalı. Sanatta devrimler yaratacak sanatçılar hiç şüphesiz bireylerin zaaflarından damıtılan tüketim kültürüne başkaldırarak belleği ve mekanı bilgenin ve doğanın öğretisiyle üretime dönüştürmeli.   Tüketimin kendisinin zevk olduğu günümüzde verili olana, dayatılana toplum olarak süzgeç sunmamak ve toplumsal estetiği hatırlatmamak, bireyselliği onun mekanlarını, belleksizliğini sıradanlaştırmak ve meşrulaştırmak olur. Doğa aklıyla barışık kadınlar ve bu dönemin tarih yazıcıları olan sanatçılar, doğanın bugün toplumlara verdiği mesajı doğru bir bilince ve yoruma kavuşturmalıdır. Hudutsuz bir korkunun ve yanılgının mahzenine kapatılmaya çalışılan halklara sanatçılar üretimleriyle hakikatin ışıklarını taşımalıdır. Toplum olarak zihnin sonsuzluğu içinde hakikate cesaretlenmek ardılı olduğumuz tarihin en kutsal öğretisidir. Verili olan aşıldıkça aşılan anlam buldukça, anlam bulan nakşedildikçe, sanat toplum hakikatine dönüşecektir.