Gülyeter Aktepe: Şiddete karşı mücadele yöntemlerimizi konuşmalıyız

  • 09:03 29 Eylül 2024
  • Güncel
 
Neslihan Kardaş
 
WAN - Kadına yönelik şiddete ilişkin konuşan Aralık Feminist Kolektifi üyesi Gülyeter Aktepe, “İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesinin ve mevcut cezasızlık politikasının erkeklere verdiği bir güç var. Bunun üzerine devletin doğrudan kadın kazanımlarına yönelik saldırıları da bunun bir aşamasını oluşturuyor. Şiddet biçimine karşı mücadele yöntemlerimizi konuşmalıyız” vurgusu yaptı.
 
Kadına yönelik şiddet her geçen gün artarken, her ay neredeyse onlarca kadın katliamı ile karşı karşıya kalıyoruz. Kadına yönelik artan şiddete ve kadın katliamlarının hız kesmeden devam etmesine yönelik hiçbir tedbir alınmazken, cezasızlık politikaları da failleri cesaretlendirmeye devam ediyor. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden çekilmesi sonrası artış gösteren kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları, şiddetin politik olduğunu ortaya seriyor.
 
Aralık Feminist Kolektifi üyesi Gülyeter Aktepe, Türkiye’de artan kadına yönelik şiddete ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Erkek şiddete karşı mücadele hattı kurmalıyız’
 
Bakanlıkların uzun süredir şeffaf bir veri paylaşmaması nedeniyle erkek şiddetinin kategorik olarak arttığına ilişkin ellerinde somut bir veri olmadığını belirten Gülyeter, şiddetten basına yansıyan kısmıyla haberdar olduklarını ifade etti. Gülyeter, “Mesela yakın zamanda bir hafta içerisinde dokuz kadının katledildiği günlere tanık olmuştuk. Ama bunun tarihsel süreçte azaldığı veya arttığına ilişkin elimizde veri yok. Zaten şiddetin artması ya da azalması değil, erkek şiddetinin varlığının olmaması gerekiyor. Hem ataerkil sisteme karşı mücadelemizi sürdürmek hem de erkek şiddetinin hiç var olmaması üzerinden mücadeleyi örmek gerekiyor. Yani sadece bir sene içerisinde bin tane kadının katledilmesi değil, bir tane kadının katledilmesi de bizim mücadelemizin konusu olmalı. Erkek şiddetini ortadan kaldırmaya yönelik bir mücadele hattı kurmalıyız diye düşünüyorum. Şiddet azalsa da var olmaya devam ettiği için bizim gündemimizde olmaya devam edecek” dedi
 
‘Devletin kadın kazanımlarına yönelik saldırıları söz konusu’
 
Erkek şiddetine ilişkin normalleştirme politikasının, siyasal iktidarın politikalarından ayrı tutularak da değerlendirilebileceğini dile getiren Gülyeter, “Tarihsel süreçte siyasal iktidarın kadın kazanımlarına saldırıları, hepimizin malumu. İstanbul Sözleşmesinin ortadan kaldırılması ve feshedilmesine ilişkin süreçten 6284 Sayılı Kanuna kadar, bundan evvel hali hazırda koruyucu, önleyici tedbirlerin uygulanmamasına kadar devletin çok ciddi politik eksiklikleri ve kadın kazanımlarına yönelik saldırıları söz konusu. Ama bu saldırılar önümüze yeni gelmedi. ‘Dayağa karşı yürüyüşten’ beri, feminist politikanın gündeme getirildiği ilk saniyeden beri bunlar mücadelenin konusu. Bu nedenle zaten hali hazırda ‘normalleştirme’ devletlerin her zaman bir şekilde erkeklerle ittifakını sürdürdüklerinde, ataerkil sistemin devletle iş birliği kurduğu her alanda tanık olduğumuz bir mesele” ifadelerini kullandı.
 
‘Cezasızlık politikasının erkeklere verdiği bir güç var’
 
Gülyeter, esas gündemlerine almaları gereken konunun, devletin kadın kazanımlarına yönelik saldırısına karşı izlemeleri gereken mücadele yöntemleri olduğuna dikkat çekti. Gülyeter, “Mesela İstanbul Sözleşmesi feshedildi ama bu sözleşmenin feshedilmesinden sonra gündeme alınan, belli suçların kadınlara karşı işlendiği koşulda bu suçların arttırılmasına ve bunun bir ağırlaştırılmış nitelikte hal olmasına dair düzenlemeler gündeme getirildi. Ama bu düzenlemeler ne kadar uygulandı, mahkemeler bunları uyguluyor mu ya da İstanbul Sözleşmesi feshedilmeden evvel sözleşmenin getirdiği kadın kazanımları ve hukuki düzenlemeler uygulanıyor muydu? Aslında uygulanmıyordu. Sözleşmenin feshedilmesinin ve mevcut cezasızlık politikasının zaten erkeklere verdiği bir güç var. Bunun üzerine devletin doğrudan kadın kazanımlarına yönelik saldırıları da bunun bir aşamasını oluşturuyor. Ama devletin saldırılarına ek olarak, her zaman erkeklerin bundan çıkarlarını ve erkeklerin doğrudan sistem nedeniyle kendilerine hak gördükleri şiddet biçimine karşı mücadele yöntemlerimizi konuşmak gerektiğini düşünüyorum” şeklinde konuştu.
 
‘Özsavunma hayatına sahip çıkmadır’
 
Özsavunmayı “hayatına sahip çıkma” olarak değerlendirdiklerini söyleyen Gülyeter, kadınların erkek şiddetine karşı mücadelelerinin her daim dile geldiğine işaret ederek, “Özsavunmayı tanımlama biçimlerimiz kategorik, ideolojik farklılıklarla değişkenlikler gösteriyor. Bulunduğumuz her alanda hayatımıza sahip çıkmalıyız. Hayatımıza sahip çıkmayı da doğrudan fiziksel şiddetle bir mücadele olarak tarif etmeyip, bir bütün olarak kadınların hayatına sahip çıkması ekseninde değerlendirmek mümkün” sözlerine yer verdi.
 
‘Kadın cinayetleri artık hiç olmadığı kadar gündemde’
 
Gülyeter, kadın mücadelesinin de feminist mücadelenin de yıllardır hem erkek şiddetine karşı hem de içinde bulunulan toplumsal hareketlere yönelik saldırılara karşı aktif mücadele içerisinde olduğunu hatırlattı. Gelinen aşamada kadın kazanımlarına yönelik saldırıların hat safhaya ulaştığını kaydeden Gülyeter, erkeklerin de pervasız biçimde erkek şiddetini uygulamaya devam ettiğini dile getirdi. Gülyeter, “Bu, dün de böyleydi bugün de böyle. Biz mücadele etmezsek, dayanışmanın yollarını aramazsak böyle olmaya da devam edecek. Mesela az önce hayatına sahip çıkmaktan bahsettik. Erkek şiddetini, sadece doğrudan fiziksel şiddet olarak tanımlamamak lazım. Aynı zamanda psikolojik, ekonomik şiddeti gören bir yerden bu değerlendirmeleri yapabilmenin kendisi kıymetli. Ama bir yandan da buna karşı mücadelenin örgütlenme yöntemleri üzerine bugünü tekrardan konuşmak gerektiğini düşünüyorum ve önemli buluyorum. Çünkü kadın cinayetleri artık hiç olmadığı kadar gündemde” ifadeleriyle konuştu.
 
‘Mücadeleyi her alanda örmeye ihtiyacımız var’
 
Eskiden kadın katliamlarının “aşk cinayeti, töre cinayeti, kıskançlık cinayeti” gibi başlıklarla konu haline getirildiğine dikkat çeken Gülyeter şunları belirtti: “Önceden failin kim olduğu belli değildi. Feministler, kadın mücadelesinin öncüleri dediler ki, ‘bunun faili erkek, bunun adı erkek şiddeti.’ Dediler ki, ‘burada ölen kadın, bunun adı kadın cinayeti.’ Bu kavramların adının konulmasıyla birlikte mücadelede ciddi bir safha kaydedildi. Bugün geldiğimiz aşamada kadın cinayetleri, tüm toplumun, tüm kamuoyunun gündemine oturabiliyor. Herkesin reaksiyon verdiği bir politik konu haline gelmiş durumda ama buna rağmen bizim yeniden bugünün güncel politikasını birlikte tartışmaya ihtiyacımız var. Feminist mücadeleyi, kadın mücadelesini her alanda örmeye ihtiyacımız var. Hayatına sahip çıkan kadınların da mücadelelerini gören ve burada hayatına sahip çıkma refleksini gösteren kadınların mücadelesini de görmek gerek. Bununla mücadele etmenin politikasını her güncel durumda birlikte tartışmak, birlikte mücadele etmek ve yol almak için örgütlenmek gerekiyor.”