Akademisyen Sevda Alankuş: Kadın odaklı habercilik etik ve politik bir tercihtir 2025-11-09 09:02:08     Melike Aydın   İZMİR - Savaş haberciliğinin kadını ötekileştiren bir dil olduğunu ve genel-geçer haberciliğin buradan yükseldiğini ifade eden akademisyen Sevda Alankuş kadın ve hak odaklı olarak barış haberciliğinin ise etik ve politik bir tercih olduğunun altını çizdi.   Türkiye’de Kürt sorununun çözümüne ilişkin tartışmalar yaşanırken barış haberciliği yeniden gündemde, erkek egemen kodlarla şekillendirilen genel-geçer habercilik de savaş haberciliği olarak nitelendirilerek yeninden sorgulanıyor. Akademisyen Prof. Dr. Sevda Alankuş, konuya dair değerlendirmelerde bulundu.   ‘Gazetecilik kadının ötekileştirildiği ortamlarda gelişti’   Siyasal iradenin barıştan yana olduğu zamanlarda durum değişse de tecrübelerin bu tutuma fazla güvenilemeyeceğini ortaya koyduğunu ifade eden Sevda Alankuş “Çünkü o çok stratejik bir şey. Dolayısıyla genel geçer gazeteciliğin aslında bir yandan kadın hakları ihlali yapan bir gazetecilik iken aynı zamanda da savaş gazeteciliği olduğunu söyleyebiliyoruz. Aslında bunun tarihsel nedenleri var. Gazeteciliğin ilke ve kodlarının ortaya çıkışı kadınların uzaklaştırıldığı, marjinelleştirildiği haber merkezlerinde oluşuyor. Bu yapı böylece evrenselleşiyor. Kadınların haber merkezlerine girmesi durumu biraz değiştiriyor ama o kadar da değiştiremiyor. Öte yandan kadın olmak başlı başına barış gazeteciliği yapmayı getirmiyor. Çünkü barış gazeteciliği etik ve politik sorumluluk duymakla ilgili” şeklinde dile getirdi.   ‘Savaş dili kadını ötekileştiren, ötekini kadınlaştıran, ikili karşıtlıkların dili’   İlksel ötekinin kadın olduğunu ve gündelik hayatın dilini kurarken kadının ötekileştirildiğini ötekinin de kadınlaştırıldığını dile getiren Sevda Alankuş, kadına yöneltilen aşağılayıcı, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gösterilen, taciz niteliğini taşıyan ‘kahpe saldırı’ gibi dil kullanımlarıyla karşılaşıldığını belirtti. Sevda Alankuş, “Ötekiyi kadınlaştırarak kadına atfettiğimiz bütün negatiflikleri ötekilere atfediyoruz. Bu yüzden bu ikili karşıtlıklar üzerine kurulu dilin, biz ve onlar karşıtlığını, medeni olanı, uygar olanı ve tabii erkek olan aklı temsil edeniz. Öbürleri ise irrasyonel olan, duygusal olan; öteki yani rasyonel kararlar alamayan, barbar olan. Böyle bir ikili karşıtlıklar içinden dünyaya bakıyoruz ve bu ikili karşıtlıklar içerisinde kurarken aslında kafamızda kadın var ve o kadına atfettiklerimiz üzerinden duygusallık, irrasyonellik, tekinsizlik, ne zaman ne yapacağı belli olmazlık vesaire var. Bunu da ötekilere atfederek böylece hayatımızı basitleştiriyoruz. ‘Basitleştirerek’ anlamış oluyoruz. Biz ve onlar karşıtlığı böyle bir şey kuruluyor” şeklinde belirtti.   ‘Öteki için değil ötekiyle birlikte düşünmek’   Barış odaklı habercilikte bu ikili karşıtlıkların üzerinden düşünmeyi bırakarak, öteki için değil ama ötekiyle birlikte, kendini ötekinin yerine koyarak düşünmek gerektiğini işaret eden Sevda Alankuş, “Aynı zamanda bu kadın olur, Arap olur, mülteci olur, Kürt olur, Alevi olur. Onları yerinden dünyaya bakarak düşünmek hak odaklı barış gazeteciliğin başladığı bir yer. Aslında kadın odaklı hak haberciliği yaptığınızda barış odaklı habercilik de yapmış oluyorsunuz” dedi.   ‘Barış gazeteciliği etik ve politik bir tercih’   Barış gazeteciliğinin mevcut kutuplaşmış siyasal atmosferde icra edilmesinin çok zor olduğunu kaydeden Sevda Alankuş, “Ana akım medyadan beklemiyorum, ya da samimi bulmuyorum. 2010'larda başlayan süreçte birden bire barış dilini konuşmaya başladılar. Ama siyasal irade orada geri adım attığında medya da gene eski diline çok kolayca döndü. O yüzden hep şunun altını çiziyorum; etik ve politik bir tercih bu. Editöryal bir tercih de olabilir ama sizin dünyada hayata nasıl baktığınızla da ilgili bir şey. Editöryal tercih değişince siz o yana doğru gidiyorsanız aslında hiçbir zaman samimi bir şekilde barış gazeteciliği de yapmış olmuyorsunuz” ifadelerini kullandı.   ‘Barış haberciliği hayatın tüm çatışmalarına dairdir’   Barış haberciliğinin sadece çatışma durumları ile ilgili değil gündelik hayatın bütün çatışmalarına dair olduğunu kaydeden Sevda Alankuş, trafik kazasından, deprem haberleştirilmesine kadar gündelik hayatın bütün çatışmalı ilişkilerinde bir rehber olması gerektiğini dile getirdi. Sevda Alankuş, “Bu yüzden bu sektörel yapı, bu politik durum içerisinde de bir yandan zor ama bir yandan da çok kolay. ‘Gündeme bomba düştü’ diye bir başlık atmazsanız, ‘kahpe saldırı’ demezseniz, yani kadın odaklı, işçi odaklı habercilik yaparsanız. Aslında bir arada yaşamanın gerekliliği anlamında gazeteci olarak üzerinize düşen sorumluluğu yerine getirmiş olursunuz” dedi.   ‘Barış gazeteciliği zor değil’   Barış içinde bir arada yaşama hakkının üçüncü kuşak insan haklarının bir parçası olduğunu, bunun da bir arada yaşama kültürünün ancak barış içinde oluşabileceğini varsayan bir insan hakları yaklaşımı olduğunu dile getiren Sevda Alankuş, bu yaklaşımın da gazeteciye zaten böyle bir sorumluluk yüklediğini kaydetti. Sevda Alankuş, şunları söyledi: “Barış gazeteciliği zaten proaktif bir gazetecilik, durup bekleyen bir habercilik, gazetecilik değil. Sorun çatışma çıkmadan önce ya da çatışmanın zaten nerelerde olduğunu bilerek onun savaşa ya da başka bir şeye dönüşmesine önlem alacak habercilik demek. Bunun çeşitli yöntemleri var. Mesela eğer çözüm sürecine doğru gidiyorsanız benzer sorunların yaşandığı yerlerde sorun nasıl çözümlenmiş bir kutucuk açarak haber yaptığınızda barış gazeteciliği yapmış oluyorsunuz. Çünkü dünyanın pek çok yerinde benzer sorunların nasıl çözümlendiği bir insanlık deneyimidir. Evrensel bir barış kültürü oluşturuyor. Özetle hem çok zor hem de aslında çok kolay.”    ‘Editöryal tercihler önemli’   Neyin haber olup neyin haber olmaması gerektiğine karar verenlerin editör olduğuna göre barış gazeteciliğinin de editöryal bir seçim olduğunu dile getiren Sevda Alankuş, “Bir zamanlar mesela Doğan Yayıncılık barış gazeteciliğini ilkeleri arasına almıştı. Ama bu sektörel yapı içerisinde okunma tıklanmanın önemli olduğu, Google'da algoritmaların üzerinden haberlerinizin okunduğu dönemde hakikaten editöryal seçimler çok barış gazeteciliğinden yana çıkmıyor. Zaten de çoğu zaman değildi. Sonuç olarak editörün de etik ve politik sorumluluğu önemli. Ama belki iyi olan şey şu; bence bu dijital habercilik döneminde editöryal sorumluluğunla birlikte bireysel olarak gazetecinin duyduğu sorumluluk da çok önemli hale gelmeye başladı. Yani editörü atlatabilirsiniz. Ama çok okunma, tıklanmayı sağlayacak algoritmalar meselesine müdahale edebilir misiniz, onu bilmiyorum. Ama dijital dünya bize olumlu ve olumsuz anlamda türlü imkanlar sunuyor” diye belirtti   ‘Basında nefret diline karşı önlem alınamaz mı?’   Nefret söylemi üzerine geliştirilen hukuki düzenlemelerin sadece İslam dinine hakaret bağlamında kullanıldığını hatırlatan Sevda Alankuş, basında çıkan nefret söylemlerine dair bir düzenlemenin sonuçlarının kaygı verici olacağını ifade etti. Sevda Alankuş, devamla “Oysa nefret söylemi dediğiniz şey ötekilerin nefret söyleminin nesnesi, giderek de nefret suçunun nesnesi haline gelebildiklerini ve medyanın bunda önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Yani ben hukuki düzenlemelerle bunun aslında çok fazla yapılabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Zaten uygulanmıyor. Ombudsman uygulaması ne kadar geçerliydi? Bir dönem Hürriyet Gazetesinden Faruk Bildirici bunu çok iyi yaptı. Hâlâ bireysel olarak yapmaya devam ediyor. Ama ne kadar yaptırımı vardı bilemiyoruz. Basın konseyinin etkili olduğunu söyleyebilirim. Türkiye Gazeteciler Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi, uluslararası düzenlemeler hepsi çok önemli ama ‘barış gazeteciliği mecburidir’ diye bir hukuki başlık attığınızda bu peşinden sansürü de getirebilecek bir şey” dedi.   ‘Gazetecilerin kendilerini nerde konumlandırdığına bakması gerekiyor’   Nefret söylemi konusunda hukuki düzenlemeler olarak pek çok anlamda ileride olunduğunu ancak gündelik hayatta, yargıda, güvenlik güçlerinin yaklaşımında hukukun uygulanmadığını belirten Sevda Alankuş, “Zihniyetle ilgili bir şey. Bizim yapmamız gereken erkeklik ideolojisinin nasıl bu hale gelmiş olduğu üzerine düşünmek. Cezasızlık, erkeklik ideolojisini besleyen şiddet kültürü bunun bir parçası. Niye toplum olarak bu kadar şiddet sever olduk, bunun üzerine düşünmemiz lazım. Ki o şiddetin arkasında da son derece eril bir zihniyet yatıyor. Bunu dünyada, hayatta kendinizi nerede, nasıl konumladığınıza bağlıyorum. Özellikle bunun üzerine düşünmek lazım” diye ifade etti.   ‘Dijital okur yazarlık geliştirilebilir’   Özellikle gelişen teknolojiyle birlikte dijital okur-yazarlığın çok daha kıymetli ve önemli hale geldiğini dile getiren Sevda Alankuş, son olarak şunları dile getirdi: “Hepimiz kullanıyoruz, sosyal medya için içerik üretiyoruz ama sosyal medyada karşımıza çıkan içeriklerin ne kadar doğru olduğu, ne kadar yanıltıcı olduğu meselesinde o kadar bilgili ve eğitimli değiliz. Oysa yeni sosyal medya nefret söyleminin, savaş terminolojisi savaş yanlılığının, kadın düşmanlığının, mobbingin, tacizin en fazla olduğu mecralardan biri.”