İmralı mesajları nasıl anlaşılmalı? 2025-01-24 09:36:45   Dilan Babat   HABER MERKEZİ- Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” modeli, Kürt sorununun çözümünde önemli bir fırsat. Bu noktada iktidarın  şeffaf, kapsayıcı ve samimi bir yaklaşımı benimsemesi, adım atması ve güven vermesi gerekiyor.   Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti Pervin Buldan ve Süreyya Önder, 28 Aralık’ta İmralı adasına giderek PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşme gerçekleştirdi. Görüşmede, Abdullah Öcalan heyete 7 madde sunarak, siyasi partilerin ve Figen Yüksekdağ, Leyla Güven ve Selahattin Demirtaş’ında ziyaret edilmesini ve fikirlerinin alınmasını istedi.    Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmenin ardından heyet bir haftalık görüşme maratonuna başladı. Siyasi partilerle yapılan görüşmelerin olumlu olduğu aktarılırken, siyasi tutsaklar ise Abdullah Öcalan’ın yanında olduklarının mesajını verdi. Abdullah Öcalan’ın sunduğu 7 maddenin tek tek ele alınıp değerlendirilmesi gerektiği yerde başta basın yayın organları ve bazı gazeteciler işin “magazinsel” boyutunu sunmayı tercih etti yada ettirildi. Kürt sorunun tarihi geçmişi ve sürecin ciddiyetinden uzak olan tartışmalar kamuoyunda da haliyle güvensizlik yaratılmasına sebebiyet verdi.   Yıllardır çatışmaların durdurulması konusunda cesaretle adım atan Abdullah Öcalan’ın sunduğu 7 madde yıllardan bu yana güncelliğini korurken, İmralı Heyeti’nin 22 Ocak’ta İmralı adasına giderek, Abdullah Öcalan ile ikinci görüşmesini gerçekleştirmesinin ardından tüm gözler yapılan açıklamada oldu. Heyetin yaptığı yazılı açıklama kimileri tarafından, “mesaj bu kadar mı? Verilen bir mesaj yok” söylemlerine karşılık unutulanı yeniden hatırlatalım. Mesajlar hep göz önündeydi, Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” söylemi derinleştirildiğinde ve bu konuya evrildiğimizde İlk ve ikinci mesajın neler olduğunu görebileceğiz.    Abdullah Öcalan, 1999 tarihinden bu yana Kürt meselesine yönelik kapsamlı bir barış perspektifi geliştirirken, bu perspektif çeşitli mektup ve yazılarla dile getirildi. Özellikle 2013-2015 yılları arasında sürdürülen “çözüm süreci”, Abdullah Öcalan'ın barış söylemleri somut olarak tarihe geçti. Ancak bu dönemde iktidarın “süreci buzdolabına kaldırdık” söylemleri süreç ve söylemler arasında sıkıştırılmaya mahkum edildi.   Abdullah Öcalan, Kürt sorununun çözümünde mücadelenin belirli bir yerde zorunlu olduğunu ancak artık siyasetin esaslı bir şekilde olması gerektiğini vurguladı. Bu doğrultuda, silahların dağıtılmasını ve Kürt hareketinin demokratik siyaset zeminde ve Meclis’te çözülmesini işaret etti.  2013 yılında Amed Newrozu’nda okunan mesajda, “Silahlar susun, fikirler konuşsun” mesajıyla bir kez daha onurlu barışın yolunu gösterdi. Sadece bu mesajı vermeyen Abdullah Öcalan, İmralı heyeti ile yaptığı görüşme sonrasında gönderdiği 7 maddelik mesajda belirtiği “demokratikleşme” maddesini bir kez daha ortaya koyarken, Abdullah Öcalan, Kürt sorunun çözümünü Türkiye’nin “demokratikleşmesi” yolundan geçtiğini tekrar tekrar hatırlattı.   Peki, Abdullah Öcalan’ın yıllardır söz ettiği “Demokratik Cumhuriyet” modeli neydi?   Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği demokratik cumhuriyet modeli, Kürtler ve Türklerin (keza yine 7 madde içerisinde söz ettiği Türk-Kürt ilişkisi) eşit haklarla ortak bir vatanı paylaşılması. Bu model, ulus devletin homojenleştirici politikalarını reddederken, Türkiye’nin üniterliğini koruyarak kültürel çeşitliliği de yani halkların birlikteliğini güvence altına alır. Abdullah Öcalan, Kürt sorununun yalnızca Türkiye'yi ilgilendiren bir mesele olmadığını, bunun için Orta Doğu'nun demokratikleşmesiyle doğrudan ilişkiler olduğunu savundu. Buna göre Orta Doğu'nun farklı halkları (Kürtler, Türkler, Araplar…) arasındaki mesafeler, bir yönetim modeline dayanan konfederal bir sistemle aşılabilir.   Abdullah Öcalan’ın perspektifleri sadece Türk ve Kürt ilişkilerini değil, Orta Doğu’da bulunan tüm halklar için bir model olurken, tarihi fırsat olarak değerlendirilen barış süreci ise siyasi iktidar tarafından daha çok kısa vadeli siyasi çıkarlar çerçevesinde oluştu. Özellikle 2015 genel seçimleri öncesinde, iktidar partisinin milliyetçi tabanını konsolide etmek için barış sürecini sonlandırma gidişatını, toplumsal bir barış inşası olarak değil, seçimlerde oy kazandırılacak bir araç olarak gördü. Barış sürecinin, müzakerelerin şeffaf bir şekilde yürütülmemesi, sürecin başarısızlığında önemli bir rol oynadı. Abdullah Öcalan, çözüm süreci fikri mimarı olmasına rağmen, sürecin geniş kapsamının etkisi kısıtlandı, toplantıları yürüttüğü hükümet süreçleriyle ilgili yeterli bilgi vermedi.   İktidar bir yandan barış söylemleriyle çözüm sürecini hızlandırdığını iddia ederek, diğer yandan Kürdistan’da güvenlikçi politikalarını sürdürdü. Bugüne geldiğimiz de yine iktidarın “sürece” dair net bir söylemde bulunmaması ise iktidarın 2015 sürecindeki gibi samimiyeti bir kez daha haklı olarak sorgulanmaya başlandı. 2015 yılının Haziran ayında görüşmeler fiilen sona erdirildikten sonra ardından yeniden başlayan savaş ve çatışma ile birlikte iktidar, milliyetçi söylemleri arttırdı, bu süreçte, Kürt meselesi, barış eksenli bir çözüm arayışından uzaklaştırıldı ve şiddet politikalarının yeniden merkezî bir konu haline geldi.   Abdullah Öcalan'ın barış söylemleri, Kürt sorununun çözümüne yönelik tarihsel ve kapsamlı bir çerçeve sunarken, iktidarın bu süreçteki ciddi olmayan yaklaşımları, barışa ulaşma yolunda önemli bir engel oluşturdu. Abdullah Öcalan'ın önerisi “Demokratik Cumhuriyet” modeli, Türkiye'de çatışmaların kalıcı bir şekilde sona ermesini hedefliyor ancak iktidarın kısa vadeli siyasi hesapları, samimiyetsizlik ve "güvenlikçi" yaklaşımları, barışın gidişatında en büyük engel olarak ortaya çıktı.  Barış süreci, tarihi bir fırsat olarak görülmesine rağmen, bu fırsatın değerlendirilmemesi, sadece Kürt sorununun değil, Türkiye'nin demokratikleşme çabalarının da zarar görmesine yol açtı.   Bu noktada iktidarın bu “sürece” ilişkin Kürt meselesinde çözüm için sürekli şeffaf, kapsayıcı ve samimi bir yaklaşımı benimsemesi, adım atması ve güven vermesi gerekiyor.