'90’lardan ağırını yaşıyoruz, yine Özgür Basın yazıyor' 2024-08-16 09:03:26     Melike Aydın   İZMİR - İfade özgürlüğünde 1990’lı yıllardan çok daha ağır bir sürecin içinde olunduğunu belirten İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, Kürt Özgür Basınının özellikle Kurdistan’da yaşanan hak ihlallerini yasaklara rağmen duyurmaya devam ettiğini ifade etti.   Türkiye’nin yakın tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biri olan 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından, ifade özgürlüğünü sınırlayan bir atmosfer ortaya çıktı ve bu atmosfer bugün de devam ediyor. Darbeden sadece 6 gün sonra başlatılan ve 7 kez uzatılan Olağanüstü Hal (OHAL) ile Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) aracılığıyla birçok hak askıya alındı. Bu dönemde hukuki zemini oluşturulan hak ihlallerinin ilk hedeflerinden biri, Kürt halkının kazanılmış hakları ve özgür basın oldu.   Özellikle Kürt basınına yönelik baskılar dikkat çekici boyutlara ulaştı. İstanbul 8’inci Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 16 Ağustos 2016’da ‘örgüt propagandası’ suçlamasıyla Özgür Gündem Gazetesi kapatıldı. Daha sonra, 25 Ağustos 2017’de çıkarılan 693 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Gazete Şujin, DİHABER ve Rojeva Medya gibi yayınlar da kapatıldı.   Tüm bu süreçlere tanıklık eden ve Özgür Gündem Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni sıfatıyla yargılanan, aynı zamanda İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı olan Eren Keskin ile ifade özgürlüğü ve Kürt basınına yönelik baskıları konuştuk.   Gerçeği gizlemek için resmi ideoloji oluşturuldu   Türkiye'nin Türk-İslam sentezi olarak adlandırılan resmi ideolojisinin, hukuk sistemini ve yaşamın tüm alanlarını, hatta muhalefeti bile şekillendirdiğini ifade eden Eren, “Bu duruma sonradan ‘Türklük Sözleşmesi’ denmeye başlandı, ancak aslında Türkiye devleti kurulduğundan beri konuşulması yasaklanan konular vardı. Yalan bir tarih öğretildi ve bu yalan tarihin gerçeğini gizlemek için resmi ideoloji oluşturuldu" dedi.   ‘Rahatsız edici dahi olsa ifade özgürlüğü yasalarda koruma altında’   Türkiye’nin imzacısı olduğu Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmelerinde (AİHS) ifade özgürlüğünün ‘rahatsız edici olsa dahi’ güvence altına alındığını belirten Eren “Hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında ‘şok edici de olsa’ diye tanımlanır, düşünceler engellenemez. Ama Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olmadığı için bu uluslararası sözleşmeleri ihlal ediyor. Hatta Anayasanın 90’ıncı Maddesinde ‘iç hukukla uluslararası hukuk çatışırsa uluslararası hukuk esas alınır’ yani bu kadar da Anayasasına yazılmış ama buna rağmen ifade özgürlüğü alanında uygulanmıyor” şeklinde ifade etti.   ‘Talepler yükseldikçe ifade hakkı terör yasasına takılıyor’   Kürt ve Kürdistan sorunları, 1915 ve diğer soykırımları veya Kıbrıs’da Türk askerinin varlığını eleştirenlerin suçlu bulunduğunu belirten Eren ‘Terörle Mücadele Yasasının’ en ufak bir düşünce ifadesini bile terör olarak tanımladığını kaydetti. Bu durumun hep böyle olduğunu dile getiren Eren “Mücadele arttıkça talepler yükseldikçe bu tür hak ihlallerinin de yoğunlaştığını görüyoruz. Mezopotamya ve Jinnews Haber Ajansları gibi yayınların engellendiğini, hatta daha önceki dönem yayın organlarının da hep kapatıldığını, gazetelerin toplatıldığını biliyoruz. Her zaman bir darbe hukuku sistemi devreye giriyor. 1989 yılından bu yana insan hakları hareketi içindeyim, her zaman baskı vardı. Hatta 90’larda hepimize fiziki saldırılar da vardı. Özgür Gündem bombalandı, defalarca kapatıldı, başta Musa Anter olmak üzere gazeteciler katledildi. Yani bu baskılar her zaman varlığını korudu” diye belirtti.   ‘Özgür Gündem Gurbetelli Ersöz’ün Apê Musa’nın gazetesiydi’   Özgür Gündem Gazetesinin 2013 yılında kendi adıyla yeniden yayın hayatına dönerken kendisine genel yayın yönetmenliği teklifinin geldiğini ve kabul ettiğini dile getiren Eren “Benim için çok anlamlıydı. Öncesinde Gurbetelli Ersöz Genel Yayın Yönetmeni, biz de gazetenin avukatları olarak çalışıyorduk. Özgür Gündem benim için her şeyden önce Apê Musa’nın gazetesi. Dayanışma amaçlı adımı Genel Yayın Yönetmeni olarak ilgili bölmeye yazdılar. Ardından Barış Süreci başladı. O dönemde hiç soruşturma açmıyorlardı. Ancak süreç bittikten sonra bombardıman gibi soruşturmalar başladı” şeklinde konuştu.   ‘Barış sürecinin ardından 143 dava açıldı'   Sonradan bazıları birleştirilse de hakkında 143 dava açıldığını belirten Eren, TCK 302 maddesine dayanarak devletin bütünlüğünü tehdit etme suçlamasıyla müebbet hapis cezası istemli davalar da açıldığını ifade etti. Suçlamanın sonradan örgüt üyeliğine dönüştürüldüğünü dile getiren Eren “Bu 143 davanın içinde 1 ana dava üyelikten açılmış. Propagandadan cumhurbaşkanlığına hakarete bir çok suçlamayla davalar açıldı. Şu anda benim hakkımda toplan 26 yıl 9 ay hapis cezası var. Yargıtay’da bekliyor, her an kesinleşebilir. Bunun dışında 8 yıldır yurt dışı yasağım var. Bir gazetede sadece genel yayın yönetmeni olarak adınız geçiyor. Benim yazılarım değil. Tabi ki sahipleniyorum bu gazeteyi ama akıl dışı bir şey örgüt üyeliğinden ceza vermek. Birçok arkadaşım böyle. Hukuken bunu anlatmak çok zor. Ama Türkiye’de yargı böyle işliyor” ifadelerini kullandı.   ‘Davalar netleşmeden tutuklamalar olmuyordu’   Devlet aklının 90’lı yıllarda da aynı olduğunu belirten Eren, ancak 90’lı yıllarda fiili saldırıların, gözaltında kaybetmelerin yaşanmasına karşılık tutuklama kararlarının kolay verilmediğini kaydetti. Eren, “İfade veriyordunuz, sonra dava açılıyordu. Hatta radikal savunmalar yapıyordunuz ama hiçbir zaman tutuklama çıkmıyordu. Ancak hakkınızda ceza verilir ve Yargıtay’dan sonra ceza kararı verilirse tutuklanıyordunuz ki ben 90’larda böyle cezaevine girdim. Şimdiki gibi daha ifade vermeye gittiğinizde tutuklama kararları ev hapsi ya da adli kontrol gibi şeyler yoktu. O anlamda ifade özgürlüğü açısından daha baskıcı bir süreç yaşamaktayız” dedi.   ‘İfade özgürlüğünde 90’lardan daha ağır bir süreç yaşanıyor’   Neredeyse adli kontrolü olmayan Kürt gazetecinin bulunmadığını, bir kısmının cezaevinde bulunduğunu söyleyen Eren, “Adli kontrol rehin gibi yaşamak. Ev hapsi korkunç bir şey, ya da yurt dışına çıkamamak. Ben birçok uluslararası toplantıya davet ediliyorum veya birkaç defa ödül aldığım da oldu ama gidemiyorsunuz. Sizin hayatınızı rehin alıyorlar, bir de her an ceza kesinleşecek, her an cezaevine gireceğim durumu da hayatınızı etkiliyor. Geleceğinizi planlayamıyorsunuz. Ben sürecin daha da ağırlaştığını düşünüyorum. Özellikle halay çekenlerin tutuklanması, slogan attığı ya da şarkı sözleri gerekçe gösterilerek yapılan tutuklamaların hepsi AİHS’ye aykırı. Kaldı ki Yargıtay’ın kararları var. Hukuktan söz edemediğimiz hiçbir öngörüde bulunamadığımız bir süreç yaşıyoruz” şeklinde dile getirdi.   ‘Muhalefet ve iktidar aynı kaynaktan besleniyor’   15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlayan yeni dönemde zaten eleştirilen hukuk siteminin tamamen ortadan kaldırıldığına, gazetelerin bir gecede kapatıldığına, şirketlere el konduğuna dikkat çeken Eren, hayatın KHK’lerle sürdürülmeye başlandığını belirtti. Türkiye’de siyasi yapının parti fark etmeksizin hep iktidarda olduğunu ifade eden Eren, “İktidar kimse, muhalefetle aynı kaynaktan besleniyor. Ana muhalefetin birçok temel meselede iktidardan hiçbir farkı yok. Bu coğrafyada bir yüzde 15 var. Bunda da Kürt hareketi, kadın hareketi, bazı sosyalist gruplar, bazı sendikalar var. Sendikalar çok yetersiz. Bu coğrafyada gerçek anlamda bir muhalefet yok, ne KHK sistemine ne ifade özgürlüğü ihlallerine yönelik” cümlelerini kullandı.   ‘Muhalefet mağdur seçicilik yapıyor’   Muhalefetin mağdur seçicilik yaptığını söyleyen Eren, CHP’nin birçok hak ihlaline sessiz kalırken Ergenekon Davasından tutuklu komutanlar için mücadele ettiğini belirterek, “Bize karşı çok hak ihlali uyguladılar, biz zaten yaşlı ve hasta insanların tutuklanmasına karşıyız. Ama bu CHP’nin asıl gündemiydi. Öne çıkardıkları davalar var. Cezaevlerinde Kürtler, milletvekilleri, gazeteciler, insan hakları savunucuları var ama bunlar muhalefetin gündemine girmiyor. Bu da yine aynı kaynaktan beslenme ile ilgili. Bu coğrafyada o yüzden gerçek anlamda bir değişme olmuyor. Ama biz bunları dile getirmeye devam ediyoruz, yapmamız gereken bu” diye konuştu.   ‘Yaratılan korku toplumu tepkisizliğe neden oldu’   İktidarın büyük bir korku toplumu yarattığını, toplumun korkuyla yönetildiğini ifade eden Eren, “İnsanlar birey olarak işkence görmeyi, cezaevine girmeyi göze alabilirler. Ama KHK’lerle insanları aç bıraktılar. Herkesi açlığa mahkum ettiler. O nedenle de insanlar daha dikkatli davranmaya başladılar, otokontrol uygulamaya başladılar. Bu korku toplumunun da yansımaları oldu. 90’larda çok büyük hak ihlalleri yaşanmasına rağmen çok daha fazla insan sokağa çıkıyordu. Tabi ki sosyal medyada tepki göstererek insanlar bir şey yaptığını düşünüyorlar, bu nedenle sokağa çıkma daha azaldı. Ama 90’larda birçok baskıya rağmen insanlar sokaklardaydı. Yarattıkları baskı ortamı da etkili oldu” şeklinde dile getirdi.   ‘İhlallerden herkesin haberdar olması gerekiyor’   Türkiye’de ifade özgürlüğüne dair değişimin sağlanması için talebin yükselmesi gerektiğini kaydeden Eren, “Muhalefetin gündemine girmesi gerekiyor bu hak ihlalleri. Bizim bütün çabamız bu yönde. Bu coğrafyanın tamamı bu ihlallerden haberdar olabilirse en azından bu ihlallere karşı tepki örgütlenebilirse bir şeyler değişebilir. Bizim de çabamız bu yönde” dedi.   ‘Özgür basın hak ihlallerini yasak olsa da duyuran gazeteciliktir’   Kürt Özgür Basınının Kürdistan coğrafyasında yaşanan hak ihlallerini yansıttığını ifade eden Eren, “O kadar büyük hak ihlalleri işleniyor ki, o kadar büyük acılara tanıklık ettik ki bugün eğer 90’ları akademi çalışabiliyorsa Özgür Basın sayesinde. Tabi ki Türkiye’deki akademisyenler 90’ları Türkiye’de çalışamıyor ama yurt dışında çalışıyor. Özgür Gündem ve muadilleri olduğu zaman ancak açıp oralarda yaşanan olayları anlayabilirsiniz, öğrenebilirsiniz. Duyurulması yasaklanan hak ihlallerini duyuran gazeteciliktir Özgür Basın Gazeteciliği. Bunu da her şeye rağmen yapmaya çalışıyorlar, hala Kürt basını bu anlamda kahramanca bir gazetecilik yapıyor ve devam ettiriyor” dedi.