Nilüfer Koç: Avrupa’da çözüm anahtarı Kürtlerde 2024-06-27 09:01:01     Melek Avcı    ANKARA - AP seçimlerinin ardından aşırı sağcı faşist partilerin yükselişi tartışılırken, KNK Dış İlişkiler Sorumlusu Nilüfer Koç, bu durumun sürpriz olmadığını belirtti. Nilüfer, “Kürt özgürlük mücadelesi Önder Apo’nun paradigmasına sahip. Avrupa’da çözüm Kürtlerde. Avrupa’nın kapısı kitlenmiş, anahtar Kürtlerde. Eğer anahtarı kapıya yaklaştırırsak, birlikte yaşanabilir bir dünyanın mümkün olduğunu gösterebiliriz” dedi.   Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede, 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) için 6-9 Haziran tarihleri arasında seçimler gerçekleştirildi. AP seçim sonuçları 9 Haziran akşamı netleşirken, birçok ülkede aşırı sağcıların kazandığı görüldü. AP tarafından açıklanan sonuçlara göre; merkez sağdaki Avrupa Halk Partisi (EPP) en büyük grup olarak kalırken, merkez soldaki Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifakı (S&D) da ikinciliğini korudu. Diğer yandan sağdaki iki grup olan Avrupalı Muhafazakarlar ve Reformistler (ECR) ile Kimlik ve Demokrasi (ID) güç kazandı.   Kongreya Netewayî ya Kurdistan (KNK) Dış ilişkiler Sorumlusu Nilüfer Koç, AP seçim sonuçlarını, aşırı sağın nasıl yükseldiğini ve Kürtler ve halklar için olası sonuçlarını değerlendirdi.   “Uzun bir dönemdir hem Almanya hem Fransa 3’üncü dünya savaşı biçiminde bir politik seyre girdiler. 26 üye devletin işlettikleri politika, toplumu daha çok militarizme hazırlamaya yönelik. Özellikle Ukrayna savaşıyla beraber böyle bir atmosfer yarattılar, en başta Almanya’da.”   *Geçtiğimiz haftalarda AP seçimleri gerçekleşti ve sonuçlar aşırı sağın güçlendiğini ortaya çıkardı. Bu sonuçları Avrupa ve dünya geneli için nasıl değerlendiriyorsunuz?   Özellikle Avrupa’nın iki önemli ülkesi Fransa ve Almanya öne çıktı. Avrupa Birliği’nin motor gücü de bu iki ülke; İngiltere Brexit ile AB’den çıkınca, iki önemli güç olarak bu devletler kaldı ve bu iki devletin seçim sonuçlarına baktığınızda sağcı ve muhafazakâr kanat çıktı. Şimdi, tabi bu sonuçtur ama önemli olan bu sonuca nasıl gelindiği. Çünkü toplumda bu sonuçlar şok etkisi yarattı, fakat biz böyle bir sonucun çıkacağını bekliyorduk. Uzun bir dönemdir hem Almanya hem Fransa 3’üncü dünya savaşı biçiminde bir politik seyre girdiler. 26 üye devletin işlettikleri politika, toplumu daha çok militarizme hazırlama; sanki Avrupa’ya gelecek bir savaş varmış gibi. Özellikle Ukrayna savaşıyla beraber böyle bir atmosfer yarattılar, en başta Almanya’da.   Rusya ile girilen savaş nedeniyle enerji politikalarında ciddi sıkışmalar oldu. Gaz ve petrolün, özellikle de gazın Rusya’dan gelmemesi ciddi fiyat zamlarına yol açtı ve bu toplumda da bir huzursuzluğa yol açtı. O nedenle çok da alternatif bulunamadı. Daha çok ne yapıldı? Fiyatlar tavana fırlatıldı artı bunu sürekli gündemde tuttular; savaş, Ukrayna dediler. En son 7 Ekim’den bu yana süren Filistin-İsrail savaşı ve Avrupa’nın Yahudiler konusundaki geçmişi belli. Bununla toplumda bir kutuplaşma yaratıldı. Bu devletlerin silah sevkiyatı ve küresel alanda güç sahibi olmak için kendi sermayelerinin önünü açmak için girdikleri rekabet savaşı, bir nevi savaş atmosferine göre toplumu hazırlama oldu diyebilirim.   Göç, din ve militarizmin sağın yükselişi için kullanımı    Bu savaşın bir diğer boyutu da göç meselesidir. Suriye’ye, Kurdistan’a, Ukrayna’ya birçok silah sevkiyatı yapılıyor. Bu, bir boyutu ama o ülkede sorunların çözülmemesi için de toplum karşıtı hangi rejim varsa onu destekleme söz konusu. Türkiye’deki gibi, AKP-MHP rejimini hala destekliyorlar. Bu rejim ne yapıyor? Faşizmi uyguluyor, insanlara artık nefes aldırtmıyor ve insanlar göç ediyor. Bu göç de sağa kaymanın gerekçesi yapıldı. Yani yeni bir düşman olarak Avrupa’da İslamiyet ve göç meselesi kullanıldı, çünkü genel göç nedir? Afganistan’dır, Suriye’dir, Kuzey Kurdistan ve Türkiye’dir yani ağırlıkta İslam ülkelerinden geliyorlar. İslamofobi yaratarak sağ yükseltildi, çünkü sağı frenleme imkânları da fevkalade var. Almanya için de beklenen sonuç çıktı. Sağcı muhafazakârlar yükseldi. Bu ileriki aşamada ne anlama gelecek? Daha fazla militarizm, daha fazla ırkçılık, daha fazla faşizan yöntemlerle inşa edilecek. Bunun için gerekçeler de hazırlandı. Göçmenler, İslam, Asya tehlikesi, Şanghay tehlikesi diyerek toplum üzerindeki baskıyı arttıracaklar. Sağın özellikle kullanacağı argüman zaten milliyetçiliktir ve şu anda da fevkalade kullanıyorlar. İlginç olan, seçimlerden sonra Almanya’da kazanan faşist parti on binlerce insan toplayıp Almanya’nın ulusal marşını okuttular. Anormal bir durum ama okuttular. “Biz Almanız, gururluyuz” sloganları yükselmeye başladı. Fransa’da da benzer bir durum var, tabi Fransa’nın durumu Almanya’ya göre biraz daha sıkışık. Avrupa’nın en eski sömürgeci devleti olması nedeniyle. Geçen yıl 6 sömürge devletinden ciddi darbeler aldı; Nijer, Burkina Faso vs. Yeni Kaledonya’da da isyanlar başladı. Fransa’nın gelir kaynakları, sömürgelerin başkaldırısıyla azaldı, çünkü Fransa’nın kovulduğu yerlere Çin yerleşiyor. Böyle bir rekabet var. Şimdi sermayesini ayakta tutmak için nereden kesecek? Toplumsal hizmetler alanından, eğitim, sağlık sektöründen kesecek. Bu da toplumu yoksullukla terbiye etme anlamına gelecek. Avrupa’nın geleceği bu anlamıyla çok parlak değil.   “Devlet bürokrasisine karşı korumak gerçekten ciddi sıkıntılı çünkü bu kasıtlı yapılıyor. Bir, ülkesindeki diktatörler destekleniyor yaşam alanı daraltılıyor, kaçışla geliyor ama burada da cezalandırılmaya devam ediliyor çünkü sistem aynı. Anti-toplum sistemlerinden bahsediyoruz.”   *Devletler sıkça göç üzerinden toplumları hatta iktidarları kontrol etmeye çalışıyor, örneğin Türkiye’nin birçok anlaşmada bunu kullandığını gördük. Avrupa Birliği tarafından yeni bir mülteci düzenlemesi yapıldı. Bu açıdan sağ kanat bu argümanı nasıl kullandı?   Göçün kendisi sorunu çözmüyor, sorun neredeyse orada çözülmesi gerekiyor. Kuzey Kurdistan’da ise mücadele ile çözülmeli. Göç gerçekten çare değil, ister ekonomik nedenle olsun, ister siyasal nedenle olsun. Mülteci denilince hep rakamlardan bahsediliyor, bir küme gibi ele alınıyor ama insandan bahsediyoruz. Her insanın dokunulmayacak bir onuru var ama buraya gelince bu onur alınana dokunuluyor. Avrupa’da sokakta sadece ırkçılıkla karşılaşmıyor insanlar. Aynı zamanda devletin yapısal bürokrasisi içinde de tepeden bakma, “bunlar bir şey anlamıyor, hayvanlar” muamelesi yapılıyor. Mesela Almanya’da Kürtler cephesinden gelen gençler arasında çok ciddi intihar vakaları var. Bizim buradaki çalışmalarımızın bir boyutu da bu intiharları önlemek. Birçok nedenle gelmiş ama devlet bürokrasisine karşı korumak gerçekten ciddi sıkıntılı, çünkü bu kasıtlı yapılıyor. Bir, ülkesindeki diktatörler destekleniyor; yaşam alanı daraltılıyor, kaçışla geliyor ama burada da cezalandırılmaya devam ediliyor, çünkü sistem aynı. Anti-toplum sistemlerinden bahsediyoruz.   İster Türkiye’de ol ister burada; belki burada her yerde jandarma görmüyorsun ama burada da bürokrasi üzerinden cezalandırılıyorsun. Korkunç bir cezalandırma yöntemi var, bu bir boyutu. İkincisi, Türkiye’nin işine geliyor Kurdistan’ın Kürtsüzleşmesi. 90’lı yıllarda da özgürlük mücadelesinin arttığı yerlerde sürekli özel politikalarla göçertme politikası başlatıldı. Dikkat ederseniz, 90’larda özgürlük mücadelesinin açılım yaptığı Bingöl alanı aylar içinde birden boşaltıldı. Daha sonra Botan alanı özgürlük mücadelesinin merkezi olunca oraya müdahale oldu. Mesela daha önce Avrupa’ya gelen göçmen işçiler arasında Botan yöresi yok, bulamazsın. 90’lara kadar bazı bölgeler yok, 90’ların ortasında başlıyor. 2000’den sonra da başka yerlere el attılar. Nerede toplumsal bir örgütlenme varsa özgürlük mücadelesine dönük orayı boşaltıyorlar. Dersim, Bingöl neredeyse kuzeyin dört bir yanını boşaltıyor, Kanada’nın, ABD’nin, Avrupa’nın yolunu açıyorlar çünkü bu da soykırım politikasının bir boyutu. Kürdistan’ı Kürtsüzleştirerek, zayıflatarak yapıyorlar. İnsanlar olmazsa kim faaliyet yürütecek? Bir yandan askeri operasyonlar, diğer yandan göçerterek soykırım için zemin hazırlıyor devlet. Onun için kaçmak, gelmek çözüm olmuyor çünkü buraya gelince umduğunu da bulamıyor, ondan sonra bunalıma giriliyor ve bunu bir sürü sorun takip ediyor.   “Burada devlet İsrail, toplum Filistin denklemi çıktı. Bu devletleri ürküttü diye düşünüyorum çünkü bu kadarını beklemiyorlardı. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık yaparken homojen bir Alman toplumu yaratmaya çalışıyor, bunu da milliyetçilikle yapıyor. Bildiğimiz klasik oyunlar. Bana göre deseniz kimin Avrupa’da altın çağıdır diye değişim dönüşüm rüzgarı derim ki Kürtlerin. Çünkü Kürt özgürlük mücadelesi Önder Apo’nun paradigmasına sahip.”    *Seçimlerde sağ bir zafer aldı evet, fakat ardından sokak eylemlerine şahitlik ettik, lise önlerinden kentin sokaklarına sağ karşıtı gösteriler örgütlendi. Toplumda bu dinamik varken sonuçların böyle çıkmasını nasıl ele alıyorsunuz ve Kürtler seçimin neresindeydi?     Bence sağcı kanatın yükselmesinde hükümetlerin birebir payı var. İsrail-Filistin çatışmasında çok net bir denklem çıktı; devletlerin hepsi İsrail lehine, toplumlar ise Filistin lehine oldu. Sol, ileri görüşlü, vicdan sahibi insanlar Filistin lehine konuştu. Yüzbinlerce, milyonlarca insan sokağa döküldü, bu haksızlığa, adaletsizliğe “hayır” dedi. Burada toplumun çok dinamik olduğu görüldü. Geçen yıldan bu yıla son 8 ayda bu dinamik görüldü, böyle bir dinamik var. Özellikle yürütülen orantısız savaşa karşı, doğrudan sivilleri hedefleyen bir savaş söz konusu. Şimdi, bence bu ayaklanma da toplumun dinamik olması da devletleri korkuttu. Onun için ne yaptılar? Etiketlemeye başladılar; öncülük yapanları anti-semitizmle suçlayarak susturma. Hem Fransa’da hem de Almanya’da bu yapıldı, diğer ülkelerde de aynı durum yaşandı. Burada devlet İsrail, toplum Filistin denklemi çıktı. Bu devletleri ürküttü diye düşünüyorum çünkü bu kadarını beklemiyorlardı. Dini çevrelerde sahip çıktı gibi. Bu da sağın güçlenmesi için bir gerekçe oldu.    Dikkat ederseniz seçim reklamları çok pahalı işlerdir. Bu paraları kim veriyor, nereden geliyor? Milyonları aşan finans kaynakları gerektiriyor, o zaman bu paralar nereden geldi? Çünkü sağcıların kendi tabanları çok değil ama demek ki bir yerlerden bu paralar geliyor. Sermaye çevresinden geliyor. Sermaye faşizmi ne yapacak? Toplumu korkutacak. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık yaparken homojen bir Alman toplumu yaratmaya çalışıyor, bunu da milliyetçilikle yapıyor. Bildiğimiz klasik oyunlar. Birinci Dünya Savaşı’nı da böyle kazandılar, İkinci Dünya Savaşı’nı da şimdi Üçüncü Dünya Savaşı sürecinde de halkları birbirine karşı kışkırtarak yapıyorlar. Sermaye bu politikada başat rol oynayacak; faşist ve sağcı kesimleri güçlendiriyor. Her ülkede böyle bir durum var. Şimdi buna karşı, seçim sonrası solun içinde bir kırılma yaygınlaştı çünkü yapılan yorumlardan bizi şaşırtan da şu oldu, birçok solcu lider “biz sonuçlara şaşırdık” diyor. O zaman şunu soruyoruz, şimdiye kadar ne tür politika yaptınız, nasıl şaşırırsın? Sen öncüsün. Yani şaşırtacak bir sonuç çıkmadı, bu demektir ki sen toplumdan çok kopuksun ve devlet denilen, hükümet denilen aygıtla ciddi olarak uğraşmamışsın, anlamamışsın. Bazıları da halkı suçlamaya başladı, “bizim gerici halkımız” gibi terimler kullananlar oldu. Bazılarında da şöyle bir eğilim çıktı: “aman tehlike geliyor, sol birleşmeli” ama bu azınlıkta olan bir şey.   Avrupa’yı bekleyen iki denklem    Sanırım önümüzdeki süreçte iki denklem ortaya çıkacak. Bir, yenilgi psikolojisini yaşayan ama bunun özeleştirisini vermek yerine sürekli suçu dışarıda arayan bir sol eğilim var. Bir diğeri de ideolojik yaklaşan ve tehlikenin nereye gittiğini görenler. Bunlar azınlıkta da olsa eğer doğru örgütlenebilirse, sorunu kökten ele alanlar, bu denklemin tek Avrupa sorunu olmadığını, küresel çapta Üçüncü Dünya Savaşı’nın gerçekliğinin bir payı, ülkelerin yansıma payı olduğunu görebilseler toplumu şu anda örgütlemek daha kolay. Filistin-İsrail savaşında bunu gördük, toplum canlı ve bazı şeyleri kabul etmiyor. Ahlaki politik değerler hala toplum içinde var. Solun yüzünü topluma dönmesi gerekiyor çünkü sağ halka gidiyor; işte yaşlılar yurduna gidiyor, toplumsal tabakalar neredeyse oraya iş yerlerine, üniversitelere, emeklilerin yanına. Her tarafa yayılıyorlar, her toplumsal kesim için bir argümanları var. Sol maalesef elit bir kesimle kendisini sınırlandırıyor, toplumun renklerine göre araç gereçlerini geliştirmemiş, öyle bir sıkıntısı var.   Kürtlerin burada oynayacağı bir rol var. Elbette biz de burada göçmeniz fakat neden göçmen olduğumuzun farkında olan bir toplumuz ve biz burada örgütlüyüz. Bizim örgütlülüğümüz anti-cilik üzerine inşa edilen bir örgütlenme değil, kapsayıcılık üzerinden, farklılıkların bir arada olabileceğine inanan bir bakış açısına sahibiz. Bunu Avrupa’da da gerçekleştiriyoruz, Rojava’da da, Kuzey Kurdistan’da da. Sorunun çözümünün milliyetçilikte, cinsiyetçilikte, dincilikte olmadığına inanıyoruz, bu çerçevede bir örgütlülüğümüz var. Bana göre deseniz, kimin Avrupa’da altın çağıdır diye, değişim dönüşüm rüzgarı derim ki Kürtlerin. Çünkü Kürt özgürlük mücadelesi Önder Apo’nun paradigmasına sahip. Şöyle diyeyim, Avrupa’da çözüm Kürtlerde. Avrupa’nın kapısı kitlenmiş, anahtar Kürtlerde. Eğer anahtarı kapıya yaklaştırırsak, birlikte yaşanabilir bir dünyanın mümkün olduğunu gösterebiliriz, çünkü bunu uygulama tecrübesine sahibiz, sadece teorik olarak bundan bahsetmiyorum. Rojava’da, Kuzey Kurdistan’da son seçimlerde, demokratik diyelim, biraz demokrasiye yanaşan, Kemalizm’in son kanadı olan, kendini vatanseverlik üzerinden AKP-MHP faşizminin batışa gittiğini görenler dahil herkese bir siyasi mesaj verdik; birlikte yapalım. Sonuçta da Erdoğan’ın 22 yıl aradan sonra çok muazzam bir yenilgisi oldu.   “Abdullah Öcalan ismi çözüm anlamına geliyor. Yani kitabını okuyan neyi kast ettiğini anlıyor ve Önder Apo’nun ürettiği çözümler Avrupa içinde geçerli. Belki biz Kurdistan özelinde bunları uyguluyoruz evet ama milliyetçilik burada da bir sorun dincilik burada da bir sorun.”   *Bu seçim sonuçları önümüzdeki süreçte Kürt halkı için ne tür sonuçlar oluşturabilir? Sonuçta uluslararası kurumların yolu buradan da geçiyor ve birbirine bağlı birçok kurum, CPT’den tutalım OPCW’ya kadar Kürt halkı ve tecride dair söz kurmaktan çekinen birçok kurum.   Seçilen Sosyal Demokratlar, liberaller, sol ve muhafazakar çevrelerle diyalog var, sağ ve faşistler hariç çünkü onlar insanlığa karşılar. Bizim özgürlük mücadelemizi hepsinin gündemine girmiş. Kürt sorunu, Kürtlerin ne istediği önemli oranda anlaşılmış, en fazla da sol ve sosyal demokratlar arasında. Kürt diplomasisinin ağırlık verdiği kesimler ve diğerlerine kıyasla daha duyarlı olanlar. Şimdi geçen yıl biliyorsunuz “Önder Apo’ya Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesi başlatıldı ve ciddi bir ilgi var. İsrail-Filistin çatışmasında da biraz toplumsal sorumluluk duyan ilerici kesimlerin bir ilgisi var ve anlıyorlar. Abdullah Öcalan ismi çözüm anlamına geliyor. Yani kitabını okuyan, neyi kast ettiğini anlıyor ve Önder Apo’nun ürettiği çözümler Avrupa içinde geçerli. Belki biz Kurdistan özelinde bunları uyguluyoruz evet ama milliyetçilik burada da bir sorun, dincilik burada da bir sorun. Dincilik burada nedir? Kapitalist yaşam tarzıdır. Bireysellik kutsanmış durumda, ne kadar bencilsen, ne kadar rekabetçiysen, hani derler ya kapitalizmin ilk felsefesi “insan insanın kurdudur” diye. İnsanları kurt yapma üzerinden inşa edilen bir sistem var ve bu toplumu çürütüyor. Bunun farkına varanlar var çünkü depresyon var, toplumsal bunalım yaratılmaya çalışılıyor bu liberal özgürlük felsefesiyle. Buna karşı da biz, komünalizm, ortaklık, kolektivizm dediğimiz kavramlarla bütünlüğü tekrar yaratmaya çalışıyoruz. Bu biraz yansımış, toplumsal değişim dönüşüm, toplumun hangi katmanına bakarsanız sistem gereği hepsi sınıflandırılmışsa da biz bütün bu sınıflar içerisinde kadınların bir sınıf olduğunu, burjuvasından, işçisine, emekçisine, memuruna tüm meslek alanlarına bakarsanız ikinci sınıf vatandaş olan kadındır. O zaman kapitalizmin zemini eğer bütün bu mesleklerde erkek egemenlik biçimi olarak yansıyorsa bunu kökten değiştirecek olanlar kadınlardır. Bu nedenle Önder Apo’nun dediği çok yerinde: “kadınlar kendi başına bir sınıf bir ulustur.”   Hala Avrupa’da emek sektöründe kadın erkek aynı iş yerini paylaşıyor, kadının aldığı maaş erkeğinkinden daha az. 21. yüzyılda, bu kadar feminist mücadeleye rağmen hala aşılamayan gerçekler var Avrupa’da. Bu anlamıyla Avrupa’daki anti-sistem mücadelesi bütün katmanları içerisinde kadınların örgütlü mücadelesiyle değişebilir. Bunun da sırrı Kürt kadın hareketinde. Bu açıdan Kürt kadın hareketi bu rol ve misyonunu bilerek öncülüğü yapmalıdır, bu hem Türkiye hem Avrupa açısından böyledir. Bunu söylerken “vay her şeyin merkezi biziz” demiyorum ama şimdi biz de dünyanın ne kıtası varsa günlük olarak takip ediyoruz ve anlamaya çalışıyoruz ve görüyoruz ki Önder Apo’nun analizleri çok doğru. Yani giderek artan yapısal devlet şiddeti ve buna dahil olarak erkek egemenlikli şiddet, hepsinin dayandığı patriarkal ideolojidir. Bunu kadınları bir araya getirerek çözmenin mümkün olduğunu düşünüyoruz. Bugün üçüncü dünya savaşının kaderini belirleyecek olan kadın özgürlüğüdür, hem Avrupa’da hem de Türkiye’de.   “Mekanizmaya girdiğin zaman o mekanizmaya tabisindir, biyolojik olarak kadın olman çok şeyi değiştiremez. Böyle bir yanıltma var. Bunları neden söylüyorum çünkü bakıyoruz bu sağcı gelişim, faşizmin gelişmesi, militarizm, patriarkal hepsi bir kökene dayanıyor. O halde kim bunları aşacak? Kadınlar.”   *Kadınların çözüm olduğunu söylerken neyi kast ediyorsunuz, açar mısınız?   Şu anda CHP’nin yaptığı gibi Kemalist kadınları öne çıkararak sorunu çözemeyiz; şu anda model kadın yaratılıyor, Almanya’daki Dışişleri Bakanı gibi. Hatırlarsınız, geçen yıl NATO zirvesi oldu ve çok tuhaf bir tablo vardı. Yarısı kadındı ve manşet aynen şu; NATO ne kadar demokratik! Pembe elbise giymiş kadınlar, içinde kadın var diye ne kadar demokratik. Dedim, manşete bakın, aklımızla dalga geçiyorlar. NATO neyin kurumu? Askeri, militarist bir yapıdır, orada pembe elbise giysen ne, lila giysen ne? Sonuçta bu kapitalizmin olgusudur. Topluma karşı, kim ağzını kapitalizme karşı açarsa onu susturan, ülkeleri yerle bir eden bir şey, orada kadın olsa ne olur? O mekanizmaya girdiğin zaman o mekanizmaya tabisindir, biyolojik olarak kadın olman çok şeyi değiştiremez. Böyle bir yanıltma var; feminist dışı politika yapıyoruz. O zaman silah satma, NATO Alman sermayesinin önünü açıyor. De ki “yapma” çünkü NATO militarizm üzerinden sermaye ile buluşunca savaşlara yol açıyor, başka bir örgüt değil ki burada feminist dışı politika nasıl yapılıyor? Özellikle devrime öncülük yapacak orta sınıf kadınları bununla avutuyorlar Avrupa’da.   Özellikle de aydın, akademisyen kadınlara hitap ederek “bakın biz feminist dışı politika yapıyoruz, NATO’da pembe elbise giyiyoruz”, böyle bir yanıltma var. CHP de şu anda Türkiye’de bunu uygulamaya çalışıyor; “Atatürk’ün militan kadınları.” Ne alakadır? CHP, halkların soykırımına imza atmış bir partidir, onu düzelteceğine, CHP’nin tarihiyle yüzleşme sağlayacağına, o zihniyet yapılanması üzerinden bunu yapmıyor. Türkiye’de bunlarla yüzleşmeye gitmek kadının öncelikli görevidir CHP veya başka bir partide. Bunu yapmıyorlar, böyle bir maske ile yürüyorlar. Bunları neden söylüyorum? Çünkü bakıyoruz bu sağcı gelişim, faşizmin gelişmesi, militarizm, patriarkal hepsi bir kökene dayanıyor. O halde kim bunları aşacak? “Yaşasın Devrim, Yaşasın Proletarya” diyerek bunu çözemiyoruz çünkü bir tanımı yok artık.   Bunu Avrupa açısından söylüyorum. Belki Asya’da sanayi sektörünün olmasından dolayı hala bu kavram kullanılıyor fakat kim bütün bu sistemlerden en fazla zararı görüyor ve kim kendi içinde en fazla çözümü barındırıyorun cevabı bana göre kadın cephesidir. Avrupa’da da bunu yapmak gerek, onun için bu maskeyi indirmek gerekiyor, feminist dışı politikaymış gibi maskeleri indirmeliyiz çünkü devrimin esas öncü gücünü perdeliyor bu ideolojik manipülasyonlar. Bizim burada sunabileceğimiz en büyük katkı, birlikteliği aramaktır, farklılıkların bir aradalığını sağlamak. Bunun için de demokratik bir zihniyete ihtiyaç var ve solun içinde bu yok. Mesela İsrail-Filistin konusunda parçalandılar, yani devletin gazabına uğradılar çünkü Hitler rejimi ne yapar? Karşısındaki gücü çeşitli yöntemlerle parçalar, ondan sonra kontrol ederdi. Sol da kutuplaşarak kendi içinde parçalandı. Bir araya getirişi kim sağlayacak şimdi? Kadınlar, çünkü kadını işin sadece mağduru olarak görmüyorum, tarihsel olarak çözüme, diyaloğa daha yatkın, savaşa daha mesafeli, militarizme, şiddete yapısal veya fiziksel olarak daha mesafeli diye düşünüyorum. Onun için 21. yüzyıl kadın özgürlük yüzyılı olacağı tespiti, bu sağın gelişimiyle bunu ne kadar teyit ettiğini gösteriyor.   “Şöyle bir haksızlığı da yapmayalım, evet Önder Apo bizimdir ama ürettiği çözümler bizler üzerinden halklara ulaşmalı, ezilenlere, umut bekleyenlere, çözüm arayanlara ulaşmalıdır. Bu da bizim görevimiz ve büyük düşünmeliyiz.”   *Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?   Türkiye’deki seçimlerde elde ettiğimiz başarı neyin sonucu oldu? Birlikteliği aramamızın. Birlikteliği nasıl aradık? Kendimizi milliyetçilik, cinsiyetçilik ve dincilikten arındırarak yaptık. Yoksa biz de bu özellikleri barındırmış olsaydık biz ittifak politikaları yapamazdık toplumlarla. Eğer 31 Mart’ta zafer çıktıysa, Van bunu isyanıyla gösterdiyse, bu Kürtler olarak nitelik farkımızı gösteriyor. İkincisi, Avrupa’da bütün her şeye rağmen en örgütlü güç biz Kürtler isek bize düşen, Kürtlerin de verebileceği şeyler var. Buna inanmak, daha büyük düşünmek. Cidden, şöyle bir haksızlığı da yapmayalım, evet Önder Apo bizimdir ama ürettiği çözümler bizler üzerinden halklara ulaşmalı, ezilenlere, umut bekleyenlere, çözüm arayanlara ulaşmalıdır. Bu da bizim görevimiz ve büyük düşünmeliyiz çünkü büyük düşündükçe ülkemizin geleceğini garantiye alacağız. Şunu söylüyorum, Kurdistan’a biçtiğimiz misyon şu: Kurdistan artık 21. yüzyılın devrim merkezidir çünkü orada ortaklık, komünalizm, kadın özgürlüğü, inançların ortaklığının mümkün olduğu ortadadır. Bunu gösteriyor, uyguluyoruz. Kurdistan bu dünyada bir yerde, bu uygulamalarımızı, deneyimlerimizi halklarla da paylaşmamız gerekiyor, sorumluluğumuz daha da arttı. Sınırlarımızı artık aşmalıyız Kürtler olarak. Bunu yaparsak hem ülkemiz bundan faydalanacak hem Ortadoğu hem de diğer kıtalar. Önder Apo’ya inanıyorsak böyle olmak durumundayız.