2023-2024 eğitim yılı raporu: Eğitim sisteminde sorunlar büyüyor! 2024-06-14 12:13:03     AMED - Eğitim Sen Amed Şubesi, 2023-2024 eğitim yılı yılsonu raporunu paylaşırken, raporda eğitim sisteminde şiddetin arttığına, anadili Türkçe olmayan milyonlarca çocuğun dezavantajlı bir konumda eğitime devam ettiğini söyledi.   Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikaları (Eğitim Sen) Amed Şubeleri, 2023-2024 eğitim yılının yıl sonu eğitim raporunu, 1 Nolu Şube’de basın açıklamasıyla paylaştı. Raporu Eğitim Sen Amed 1 Nolu Şube Eşbaşkanı Saliha Zorlu okudu. Saliha, açıklamanın başında bu sene eğitim alanında çoklu krizler yaşandığına dikkat çekerek, sorunları dile getirdi.   ‘Bilimsel eğitimden uzaklaşılıyor’   Türkiye’de “iktidarın ideolojik aygıtı olarak araçsallaştırılan” eğitim sistemi ile ilgili sorunların toplumu  olumsuz etkilemeye devam ettiğine vurgu yapan Saliha, “Türkiye’de eğitim kamusal bir hizmet olmaktan çıkarılıp özelleştirilmeye ve dinselleştirilmeye çalışılmakta, tekçiliği olumlayan, milliyetçi ve cinsiyetçi ideolojilere dair eğitim politikaları üretilmektedir. Uzun süredir eğitim sisteminde ve okullarda siyasal iktidarın ideolojik hedefleri doğrultusunda yoğunlaştırılmış din dersleri verilirken öğrenciler bilimsel eğitimden uzaklaştırılmaktadır. MEB’in hazırladığı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ de bilimselliği, çok dilliliği ve kültürlülüğü; evrensel değerleri ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bir yerden hazırlanmamıştır” dedi.   ‘Gençler eşit şartlarda eğitim hakkına erişemedi’   Saliha, 2023-2024 eğitim öğretim yılında eğitimde bölgesel, cinsel, sınıfsal gibi eşitsizliklerin derinleştiğini, eğitime erişimde yaşanan sıkıntılar ve anadilinde eğitim gibi en temel sorunların varlığını sürdürdüğünü belirtirken, “6 Şubat depremleri üzerinden 15 aydan fazla süre geçmiş olmasına rağmen deprem bölgesinde eğitim öğretimde yaşanan sorunların sürüyor olması düşündürücüdür. Siyasi iktidarın ülke genelindeki politikalarının eğitimdeki yansıması ÇEDES ve MESEM projeleri olarak karşımıza çıkmıştır. ÇEDES’le okullarda ve toplumsal yaşam alanlarında dini değerler temelli bir eğitim ve toplum yaşamı hedeflenirken, MESEM projesi ile öğrenciler ‘stajyer emeği’ ve ‘beceri eğitimi’ adı altında patronlara ucuz işgücü olarak pazarlanmaktadır” sözlerine yer verdi.   ‘MEB, yıllardır kamusal niteliği ortadan kaldırmaya çalışıyor’   Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), yıllardır eğitimin kamusal niteliğini tamamen ortadan kaldırmaya çalıştığını, öğrenci ve velileri açıkça özel okullara yönlendirme politikasında ısrar ettiğini kaydeden Saliha, bu durumun resmi rakamlara da yansıdığını dile getirdi. Saliha, “Özellikle 4+4+4 dayatması sonrasında, velilerin ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara gönderme oranı belirgin bir şekilde artmıştır.  Neoliberal politikalar ve iktidarın ideolojisi ekseninde dizayn edilen kamusal yaşam öğrencileri ve eğitim emekçilerini yoksulluğa sürükleyerek onları adeta sorunlar yumağının içine hapsetmektedir” dedi.   Saliha, eğitime ayrılan kısıtlı bütçenin de tarikatlara, cemaatlere ve çeşitli vakıf ile derneklere aktarıldığını ifade ederken, MEB’in kamusal eğitime ayırdığı bütçenin miktarının çok düşük olmasının yansımalarından bazılarını şu şekilde sıraladı:   “* Çocukların bir öğün ücretsiz yemek hakkının ihlal edilmesi.   * Küçük yaşta işçi olmaya mecbur edilen çocuklar yani okulda karşılaşmamız gereken çocuklar ile tarlada, fabrikada, pazarda, işletmelerde karşılaşmamız.   * MESEM’lere yönlendirilen yoksul ailelerin çocukları üzerinden sermayedarların ara eleman ihtiyacının çocuk emeği sömürüsü üzerinden karşılanması ve yüzbinlerce çocuğun güvencesiz çalışma koşullarına maruz bırakılması sonucu iş cinayetlerine kurban edilen çocukların olması. Amed’de klima tamiri yaparken yüksekten düşerek yaşamını yitiren Ömer Çakar bu öğrencilerden sadece biridir.   * Ücretli öğretmenlik adı altında emeği sömürülen binlerce eğitim emekçisi arkadaşımızın olması.   * ‘Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi’ ile kamuda tasarruf bahanesiyle eğitime ayrılan kısıtlı bütçeden kesintiye gidilmesi.   * Okulların fiziki koşullarının ve derslik sayısının yetersiz olması.   * Okulların teknolojik donanım bakımından yetersiz olması ve çocukların teknolojiye erişiminin kısıtlı olması.   * Sınıfların nitelikli eğitim-öğretim uygulanmayacak kadar kalabalık olması.    * Ataması yapılmayan yüzbinlerce öğretmenin olması.    * Kız çocuklarının eğitim hakkından faydalanamaması.    * Mevzuata göre karma eğitimin zorunlu olduğu ortaokullardan İmam Hatip Ortaokulları çeşitli gerekçelerle karma eğitimden uzaklaştırılıp tek cinsiyetli okullara dönüştürülmektedir. İMHO’larına yakın yerlerde öğrencilere okul seçiminde alternatifler sunacak okul tiplerinin bulunmaması ailelerin çocuklarını imam hatiplere göndermesini zorunlu kılmaktadır.    * Milyonlarca eğitim emekçisinin yoksulluk sınırının altında açlık sınırına yakın bir ücret alarak yaşamını sürdürmeye çalışması. Eğitim emekçilerinin aldığı ücretin yoksulluk sınırı altında kalması barınma ve ulaşım koşullarını zorlaştırmakta; onları insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmenin fırsatlarından alı koymaktadır.   * Müfredat dışı, ÇEDES vb. protokoller.”   Kamuda tasarruf ve verimlilik paketi   Tasarruf kararına işaret ederken, bununla ilgili olarak emekçilerin gözüne çarpması gereken ilk tedbirin “Personel Harcamaları” olduğunu söyleyen Saliha, “Zira pakete göre, kamuda yeni personel alımı üç yıl boyunca emekli olan kişi sayısıyla sınırlandırılacaktır. Böylece işsizliğin, yoksulluğun şiddetlendiği bir dönemde kamunun istihdam sağlaması sınırlandırılmaktadır. Pakette köprüler, oto yollar ve şehir hastaneleri gibi döviz cinsinden ya da kura endeksli gelir garantilerine ilişkin bir tasarruf tedbirine rastlanmazken, kamu emekçilerinin sayısının sınırlandırılması, servis araçlarının kaldırılması ya da lojman sayısının azaltılması gibi uygulamalarla israf düzeninin, bütçe açığının ve İktidar Blokunun yanlışlarının bedeli yeniden emekçilere yığılmaktadır.  Eğitim emekçilerinin servis, lojman, öğretmen evi, misafirhane vb. kamu hizmetlerinden yararlanamıyor olması aslında hükümetin kamu emekçilerine yönelik daimi bir tasarruf tedbiri uyguladığını ortaya koymaktadır” şeklinde konuştu.   ‘Bu paket emekçilere yoksulluk dayatıyor’   Saliha, bu paketin emekçilere yoksulluk dayatırken yönetenlerin militarist, güvenlikçi, otoriter  politikalardan vazgeçmediğini de ortaya koyduğunu dile getirirken, “Her türden sosyal harcama kısılırken, savunma ve güvenlik harcamalarının bu tasarruf tedbirlerinin dışında bırakılması emek, demokrasi ve barış mücadelesini daha güçlü yürütmemiz gerektiğini gözler önüne sermektedir” dedi.   ‘Anadili Türkçe olmayan öğrenciler yine dezavantajlı’   Saliha, anadili Türkçe olmayan çocukların eğitim sistemi içerisinde dezavantajlı konumda olmaya devam ettiğinin altını çizerken, şunları ekledi:  “Ulus devlet anlayışının temelinde yatan tek dilci anlayış eğitimin ideolojik bir aygıt olarak kullanımını güçlendirerek heterojen toplumların anadilinde kamusal hizmet almalarını engellemektedir. Anadilinde eğitim alamamak, bir yandan akademik becerileri ve başarıyı çocuğun yaşına ve gelişim dönemine uygun düzeyde yakalamasını güçleştirirken, sadece dil ve ifade becerilerinde değil, duygusal ve sosyal gelişim süreçlerinde de olumsuz yansımalar yaratmaktadır. Eğitim bilimi açısından bakılacak olursa bir bireyin anadilini okul yaşamına katmamak, çocukların sağlıklı düşünmesinin ve yetişmesinin okul dışında bırakılması ve okul çağına kadar yaşadıkları, yaptıkları dilsel faaliyetin yok sayılması demektir. Eğitim makbul yurttaşlar yaratmanın bir aracı değildir. Tek dilci eğitim politikaları anadili Türkçe olmayan öğrencileri mağdur etmektedir.”