Sevilay Çelenk: Eğitimden kültüre her alana bir sızma görüyoruz 2024-06-10 09:01:15     Melek Avcı   ANKARA - DEM Parti Milletvekili Sevilay Çelenk, iktidarın eğitimden kültüre birçok alana bir sızma ve şekillendirme içinde olduğunu söyleyerek, “Eğitimi bir yapboza dönüştürüyorlar. El yordamıyla kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar” dedi.   Kabul edilen “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ”adlı eğitim modeline yönelik eleştiriler sürerken, müfredata dönük birçok dernek ve sendika iptal ve suç duyurusunda bulundu. Müfredata yönelik Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Amed Milletvekili Sevilay Çelenk ile konuştuk.     “60 bin görüş aldık, 38 bini öğretmenlerden geldi’ gibi bilgiler paylaşıyorlar. Bunlar da sıkıntılı, kısa sürede kimsenin detaylı inceleyip, alanın uzmanı değilse görüş bildirmesi kolay değil.”   *MEB yeni bir eğitim müfredatıyla karşımıza çıktı ve onayladı. Birçok itiraza rağmen bunun 10 yılda “titizlikle” hazırlandığı iddia edilen müfredata ilişkin siz ne düşünüyorsunuz?   En başta kimse bunun 10 yılda hazırlanmış bir müfredat olduğunu ikna olmadı. Bu tabi ki çok önemli bir şey mi, süresinin 3 yıl 5 yıl olması çünkü bazen 1 yılda da büyük bir ciddiyetle bir araya getirilip sonra tüm paydaşlara sunulup ikinci senesinde de tamamlanabilir ama 10 yılda hiçbir şey de yapılamayabilir. Esasen neden bu gerçek bir bilgi gibi gelmiyor çünkü son 10 yılda eğitime o kadar çok müdahale ettiler ki zaten 4+4+4 sistemi 2012’dedir. Bunu yapar yapmaz 2 sene sonra buna mı başladılar? 2017’de yine kapsamlı bir müfredat değişikliği yaptılar; birçok alanı kapsayan imam hatiplerden ilköğretime hatta okul öncesi eğitimi de içine alan bir müfredat çalışmaları vardı. Hatta Eğitim-Sen’in bununla ilgili raporları da oluyor. Onun için “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”nin 10 yıl olmadığı açık. O kadar hacimli bir şey önümüze geldiğine göre zaman harcanmış ama esas önemli kısmı bu müfredat çok kısa bir sürede askıda tutuldu ve sözüm ona çok yüksek geri dönüş alındığı söyleniliyor; “60 bin görüş aldık, 38 bini öğretmenlerden geldi” gibi bilgiler paylaşıyorlar. Bunlar da sıkıntılı, kısa sürede kimsenin detaylı inceleyip, alanın uzmanı değilse görüş bildirmesi kolay değil.   “Gülen Cemaati de eğitim alanında çok yayılmacı, yurtiçi-yurtdışı çok büyük bir odaklanmayla hedeflerine ulaşmaya çalıştı çünkü biliyorlar ki bir ideolojiyi yerleşik kılmanın en önemli yol kanallarından biri eğitim müfredatına sızmak.”   *Düzenledikleri çalıştayların olduğunu ve birçok görüş aldıklarını da iddia ettiler, ama bu görüşlerin hangi kurumlardan alındığı açıklanmadı, Eğitim-Sen dernek ve tarikatların müdahilliğinden bahsediyor çünkü ülkedeki çok renkliliği göze aldığımızda tek dinli bir eğitim müfredatı oluşturulmuş. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?   Çok sıkıntılı bir konu tabi ki; esas olarak eğitimde dinselleşme meselesi bir Sünni Müslüman perspektifin dışlayıcı bir biçimde diğer dinsel topluluklara hiç hitap etmeyen, kapsamayan ve hatta onları bir tür “sapma” olarak gören anlayışla bir müfredat hazırlanıyor. Eşitlikçi değil, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı değil, dinsel toplulukların farklı, hatta farklı demek bile doğru değil çünkü şu anlam çıkıyor bir merkez var ve bir de bunun etrafında farklı olanlar; şunu diyebiliriz bu ülkedeki mevcut dinsel toplulukların kapsanmadığı bir çalışma yapıyorlar. Tabi bunun içine cemaatler, tarikatlar girince de gelecek ufkumuza çok ciddi bir kaygı çöküyor çünkü bugüne kadar eğitim alanında yaptıkları diğer şeyleri hatırlıyoruz. Ben hep bunu söylüyorum, bizim artık bir AKP hafızamız var. Bizim gibi 50’li yaşlardaki insanların ömrünün yarısı, sizlerin de ömrünün tamamı onlarla geçti. Bu süreç içinde gördüğümüz şey eğitim alanına çok yoğun bir müdahale ve bir türlü ne yaptıklarını bilemeyen, zaman zaman kendi içlerindeki hakimiyet mücadelesi nedeniyle bir oraya bir buraya çekilen eğitim çalışmaları yapıldı. Yani eğer farklı tarikatlar, cemaatler varsa belli ki onların bu iktidar savaşı da eğitim alanı üzerinden sürüyor. Öncesini hatırlıyoruz, Gülen Cemaati de eğitim alanında çok yayılmacı, yurtiçi-yurtdışı çok büyük bir odaklanmayla hedeflerine ulaşmaya çalıştı çünkü biliyorlar ki bir ideolojiyi yerleşik kılmanın en önemli yol kanallarından biri eğitim müfredatına sızmak. Şimdi bu Türkiye’de ilk kez mi oldu eksisi ve artısıyla birlikte buna da bakmak lazım. Cumhuriyet yüzyılı tarihine baktığımız zaman, öncesine baktığımızda kendi alanımızda, sosyal bilimciler olarak ben de bir akademisyen olarak her zaman eğitimin bir endoktrinasyon konusu olduğunu; cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Kemalist bir endoktrinasyonun müfredata sızdığını, bu ideolojinin Türkiye’ye yerleşmesinin aslında bununla birlikte kurulduğunu görmüştük. O da eğitim alanındaki çalışmalarla olmuş ve çok kapsayıcıydı; halk biliminden, folklordan, müziğe her alanı düzenleyen bir şey vardı. Kendi adıma uzun zaman Türkiye modernleşmesi popüler kültür dersi verdim, birçok kaynağa bakarak ve buralarda da bu yukarıdan aşağı şekillendirme meselesini eleştirdik. Dolayısıyla çok daha içimiz rahat, tek taraflı bir kutuplaştırma içinden bunu söylemiyoruz. Lisansta, lisansüstünde, doktora derslerinde hep kendi tarihimize bakarken alanımızda da popüler kültür, sinema, medya gibi bir çalışma alanı olunca bütün buradaki o kurucu ideolojiyi de görmek gerekiyor.   “Biz Türkiye’deki bu pratiği tanıyoruz, biliyoruz; yaşamı, hayatı, çocukları seven, böyle bir gelecek duygusuyla birlikte geleceği işleyen bir Tanrı sevgisi eğitimi olmuyor. Hep bir öte taraf, tevekkül, rıza öğretme, itaatkarlık ve bunları ‘değer’ diye yutturma,  Sünni Türk bir Müslümanlık yaratma görüyoruz.”   *Eğitime yönelik bu tarz yaklaşımlar sürekli eleştirildi, fakat “FETÖ” yapılanmalarıyla ve sonrasında da sürdürüldüğünü gördük maneviyat güçlendirme ve din argümanını kullanılmasına şahitlik ediyoruz. Sizce gerçekten amaç bu mu?   Bunları hep eleştirdik, üzerine birlikte düşündük ve nasıl olması gerektiğine kafa yorduk. Bugün de elbette Türkiye’de cemaat örgütlenmesinin yeni yeni dikkat çektiği bir dönemde çok erken tarihlerde bu konu üzerine yazılmış bir tez hatırlıyorum ki sosyal bilimciler o devamlılık içinde buraya da baktılar ve bunun tehlikelerini göstermeye çalıştılar. O zaman da bu tür eleştiriler hedef oldu. Yapılanmayı hatırlarsanız yurt dışında okullar açtılar, aslında bir tür misyonerlik çalışmasıydı ve dışarda da sürdürüldü. Kültürümüzü tanıtma, dilimizi sevdirme meselesi değildi bu çok açık. Bazı ülkelerde Gülen Cemaati’nin bu okulları tepki gördü çünkü bir tür misyonerlik faaliyeti olduğunu düşündüler. Dinsel çalışma yapma özgürlüğüne belki de herkes her yerde sahip olmalı ama sonuçta her ülkenin bununla ilgili politikaları var. Türkiye’de birileri böyle bir şey yapmaya kalksa hayatlarına kast ediliyor ki hatırlarsanız Malatya’daki korkunç olayı, misyoner oldukları iddiasıyla öldürülen Hristiyanları.  Demek istediğim bu dışarıdaki faaliyetleri masumane bir kültürü tanıtım meselesi değildi. Kaplamacı, yayılmacı bir ideolojiydi. Genel durumu görmek açısından anlatıyorum ve içeriye baktığınız zaman ise okul öncesi eğitimden başlayarak yapmaya çalıştılar, örneğin bir ara sübyan mektepleri dediler ve merdiven altlarında, mahallelerde her yerde açtılar. Deprem bölgesini hatırlayalım, çadırlar kuruldu neredeyse 4-6 yaş gruplarına bir sürü dinsel terapi mi diyelim eğitim mi diyelim bunu verdiler. Hâlbuki bu çocukların ihtiyaç duyduğu şey bu değildi. Biz Türkiye’deki bu pratiği tanıyoruz, biliyoruz; yaşamı, hayatı, çocukları seven, böyle bir gelecek duygusuyla birlikte geleceği işleyen bir Tanrı sevgisi eğitimi olmuyor. Görüyoruz ki okullarda çocuklara “sabır” öğretmek için sınıfların ortasına annelerinin farazi mezar maketi kuruluyor. Korkunç bir anlayış. Biz hep bu örnekleri gördük, daha iyisini çok görmedik. Sonuçta dini sadece basitçe bir maneviyat güçlendirmesi olarak görüyorsalar başka türlü yaklaşmaları gerekiyor ve hayatı sevdirmeye dönük, eğer yaşam bir yaratıcının eseriyse onu sevdirmeye dönük olması gerekirken hep bir öte taraf, tevekkül, rıza öğretme, itaatkarlık ve bunları “değer” diye yutturma, Sünni Türk bir Müslümanlık yaratma görüyoruz. Bu okul öncesi eğitimde de var, okullarda giderek din derslerinin zorunlu hale getirilmeye çalışılması, bununla beraber diğer mezhep ve toplulukların itirazlarının hiç dikkate alınmaması gibi birçok problemli yaklaşım hatırlıyoruz. Şimdi de önümüze bu geldi. 4+4+4 geldiği zaman da çok ciddi kaygılar yaratmıştı; kız çocuklarını okuldan uzaklaştıracağı, zorunlu kesintisiz eğitimden uzaklaşınca bir okulsuzlaşmaya yol açacağı konusu çokça vurgulanmıştı. Nitekim kısa süre sonra bunun gerçekten bir okulsuzlaşma getirdiği anlaşıldı.   “Her şeyden önce bir gelecek var ve o geleceğe yönünü çevirmeden, gelecekte eşit, demokratik, özgürlükçü, seküler, laik bir eğitim anlayışı olmadıktan sonra yapılan hiçbir şey bugünün dünyasında uzun boylu olamaz. Bu da olmayacak.”   *Tüm bu “yeni” eğitim politikalarıyla birlikte ve önceki dönemde hem üniversiteler de hem eğitimin her alanında müfredat ve eğitimcilere yapılan müdahaleleri düşündüğümüzde tüm gidişatı nasıl ele alıyorsunuz?    “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” de baktığınızda çok kapsamlı her şeyi içine alan ama bir yandan da bu özetlediğim anlayışın tamamen hakim olduğu bir müfredat. Sadece ana hatlarıyla incelediğimizde veya üzerine yazılan raporları okuduğumuzda bunu görüyoruz. Üniversiteye yaptıkları müdahaleleri de düşündüğümüzde KHK’larla büyük bir darbe vurdular, hakim olamadıkları köklü nitelikli eğitim kurumlarını dağıttılar. Ama barış imzacılarının imzalarını bahane ettiler ama cemaat bağlantılı olduklarını iddia ederek orada da çok mağduriyet ürettiler. Biliyoruz sahiden de Gülen Cemaati üniversitelere de çökmüştü; özellikle belli üniversitelerde büyük hukuksuzluklar üreterek, oraların kadrolarını liyakate uymayan biçimde ele geçirerek. Birçok örnek biliyorum ama bu KHK’lar böyle bir şey de olmadı, bu anlamda bile neyi neyden ayırt ettiler, o yerleştirmelerle mi uğraştılar yoksa kendilerinden olmayanlar mı diye baktığımız zaman işte bu barış imzacıları gibi ya da sendikal alanlarda aktif olanların ihraçlarına baktığımızda görüyoruz ki orada da bir şey var. Bunun yanında her yere, apartman gibi cadde kenarlarına, taşraya üniversite kurdular. Bunun üzerinde düşünülmesi gerektiğini söylerim; ben Diyarbakır’da doğdum, büyüdüm ve bizim gibi insanlar için bazen gitmek gerekebiliyor, tabi gitmeden de çok iyi eğitim alanlarımız oldu örneğin Dicle Üniversitesi’nin çok köklü kurumlarında. Fakat gidenler için de çok farklı ufuk imkânları vardı. Şimdi tutup, Diyarbakır, Mardin gibi büyükşehir de olmayan İç Anadolu’nun çok kapalı şehirlerine üniversite kurduğun zaman aslında oradaki gençliği oraya, o kalıba mahkûm etmiş oluyorsun. Ekonomik imkânsızlıklarla birleşiyor ve hareketsiz bırakıyorsun, kendi dünyasının dışına çıkma ihtimalini de bu okullarla elinden alıyorsun. Hâlbuki oralara okul kuracağına, onları iyi okullara getirmenin yollarını aramalısın; yani herkes neden annesinin dizinin dibinde okusun. O ekonomik imkânlarla okul kurulacağına yurt kurulabilir, kontenjanlar buna göre düzenlenebilirdi. Bütün bunlar eğitimi bir yapboza dönüştürüyor. Sınav sistemi de buna dâhil, bu maarif modelini bütün bunları konuşmadan ele alamayız. Her yaptıklarını iki sene sonra başa sardırdıklarına göre hiç de öyle uzun boylu düşünmüyorlar, el yordamıyla kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. Şimdi de karşımızda bu var. Değil şimdiki çocukların, bizim kuşağın bilmediği sözcükler yerleştirmelerini görüyoruz. Her şeyde sözüm ona eski sağlam bir geçmiş var oraya götüren bir anlayışla hareket etme var, televizyon dizilerine baktığımızda bile bunu görüyoruz ama böyle bir şey yok. Her şeyden önce bir gelecek var ve o geleceğe yönünü çevirmeden, gelecekte eşit, demokratik, özgürlükçü, seküler, laik bir eğitim anlayışı olmadıktan sonra yapılan hiçbir şey bugünün dünyasında uzun boylu olamaz. Bu da olmayacak. Bugün sosyal medya ile dünyanın her yerine ulaşan gençlere bu müfredatla hiçbir şey yapamazsın. Gerçekten ancak mutsuz bir gençlik yaratılmasına yardımcı olursunuz. Dünya değişiyor ve ona vaat ettiğin tek şey bir güçlü dinsel bir eğitimse hiçbir şeyi karşılayamazlar diye düşünüyorum.   “Sürekli bu memleket için halk için kaygılanmakla geçiyor zamanımız, niye; bütün bunların işleyen bir sızma, ideolojik dönüştürme, bir toplum mühendisliği olduğunu bildiğimiz içindir.”   *Siz de değindiniz okul önce eğitimden başlayan bir “sızma” karşımıza çıkıyor. Buraları sivil kurumların ziyaret edebileceğine ilişkin yönetmelik çıktı ve bu kurumların daha çok dernek ve tarikatlar olacağı vurgusunu duyduk. Diğer taraftan baktığımızda bir “aile genelgesi” yayınlandı. AKP her yerde “makul aile makul birey” söylemi ile politikaları işliyor; kültür, aile, eğitim her açıdan şekillendirmeye çalışan bu sızmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?   Kendi adımıza açıkçası artık bir kaygımız yok çünkü biz ne olduysak olduk artık bundan sonra iyi bir dünya için, başka türlüsü elimizden gelmediği için buna kafa yoruyoruz. Bir şey var, bu ülkenin, çocuklarının, gençlerinin, kadınlarının, yurttaşlarının hayatlarını etkileyecek. Bu ülkede bir birikim var, her birimizin orada bir emeği var. Emeğimiz olmasa bile bu ülkenin insanına, halklarına reva görülen gelecekle bir sıkıntımız var. Bu eğitim elbette bir sızma ve genellikle kategorik lafları damgalama gibi olduğu için sevmiyorum ama bu tam da sızma olarak geliyor karşımıza. Küçücük çocuklara 4-6 yaş gruplarına kuran kursları açıp oradan mezuniyet törenleri düzenletiliyor. Eskiden de aileler çocuklarını mahallelerdeki kurslara gönderirlerdi ama hatırlıyorum neredeyse herkes buralardan geçmiştir, cami vardır bir bilsinler denilir ve çok geleneksel bir yerden bu yapılırdı ama bir dünya ideolojisi aşılamaya çalışan ve böyle bir kültürel hegemonya savaşının bir parçası gibi olan bu tür değerler eğitimini sürdüren biçim yoktu. Yani sadece okullarda merdiven altı dediğim sübyan mektepleri gibi tanımladıkları okullarda değil bakıyorsunuz ilk ve orta okullarda hatta özel okullarda bile bunu yaptılar. Özel okullarda çat kapı birileri gelip “biz burada değerler eğitimi yapacağız” diye müftülük yazısıyla kapı çalıyorlardı. Öyle bir korku iklimi topluma yaydılar ki, bilhassa büyük günahı kendilerine ait olan darbe girişiminin ardından vakıf üniversiteleri olsun, özel liseler olsun ailelerin dünya para vererek çocuklarını gönderdiği yerlere de girip kapıyı tıklatıp ‘değerler eğitimi yapacağız’ dediğinde okul yönetiminin buna hayır diyemediği bir durum var. Bunlar elbette ki sızmadır. İktidarını kullanarak dayatmaktır. Sözüm ona istek üzerine ama istek öyle işlemiyor ki o kadar yoğun bir baskı ortamı, nasıl ki medyada kendiliğinden herkes bir oto sansürü içselleştirdiyse oralarda da hayır denemeyecek bir dönem yaşandı. Şimdi yakın tarihte bu korku iklimi dağılmaya başlandı; yoğun yaşandığı dönemler oldu, 7 Haziran seçimleri sonrası atıldı bu durum ama arkasından darbe girişimi yaşandı, yeniden benzer süreçler yaşandı, çözüm süreci akamete uğradı ve toplumu birçok anlamda “sersemleten” bir oturup düşünüp kendini gerçekleştirmek için zaman yaratamayan insanlara dönüştük. Sürekli bu memleket için halk için kaygılanmakla geçiyor zamanımız, niye; bütün bunların işleyen bir sızma, ideolojik dönüştürme, bir toplum mühendisliği olduğunu bildiğimiz içindir.