Simten Coşar: Kadın emeği üzerinden kurulan piyasa derinleşiyor 2025-05-09 09:06:28     Melike Aydın   İZMİR - ABD’nin Çin’e uyguladığı yüzde 134’lük gümrük vergisinin, Türkiye’de kadın emeğine dayalı ucuz iş gücünü daha da yoğunlaştıracağını belirten Akademisyen Simten Coşar, piyasanın da parçası olduğu bu küresel savaş ortamında, yerelden genele uzanan bir örgütlülükle komünal ekonomilerin mümkün olabileceğine dikkat çekiyor.   ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisan’da ithal edilen mallar için en az yüzde 10, “en kötü suçlular” olarak tanımladığı ülkelerin başında gelen Çin için ise önce yüzde 85, karşılık olarak Çin’in de yüzde 85 vergi artırmasının ardından ise yüzde 134 gümrük vergisi tarifesini ilan etti. En kötü suçlular arasında yer alan Avrupa Birliği, Vietnam, Lesotho gibi ülkelere ise yüzde 30, bu gruba girmeyen Türkiye’ye ise yüzde 10 gümrük vergisi uygulanacak. Bu durumun, Türkiye’nin Çin ürünlerinin pazarı haline gelebileceği, Türkiye’ye yatırımların artması ile sonuçlanacağı şeklinde yorumlar yapılsa da merkezinde kadın emeği bulunan ucuz iş gücünün yoğunlaşacağı değerlendirmeleri de yapılıyor.    ABD’nin gümrük vergilerini artırmasını, bu durumun Türkiye’ye ve kadınlara etkisini, alternatif komünal ekonomilerin mümkünlüğünü Siyaset Bilimci akademisyen Simten Coşar ile konuştuk.    “Orta sınıf, ABD demokrasisinin, o liberal demokrasinin bel kemiğidir; o çöktükçe liberal demokrasinin kendisi de çöker.”   * ABD dünya hegemonyasını kaybetme riski yaşıyor. Yaşadığı bu krizin yansıması olarak son seçimlerde, özellikle orta sınıf beyaz erkeklerin desteklediği Donald Trump seçildi. Öncelikle bu krizi nasıl yorumluyorsunuz ve Çin’e artırılan vergilerin bu krizle ilişkisi var mı?   Dünya çapında epidemik bir kriz gibi. Özellikle ABD’nin çok yerleşik bir yönetim stratejisi vardır; dış politika, partilerden bağımsızdır. Partileri bağlayan şey, dış politikada izlenecek militarist ve sömürgeci uygulamaların yoğunluğu ile bunların açıklanma biçimidir. Partiler, iç politikada ve mikro alanlarda; kadınlar, LGBTİ+’lar, sağlık, eğitim politikalarıyla ilgilenerek öne çıkar. Trump, kendi şahsına münhasır bir kişilik olsa da sui generis bir kişi değildir. Neoliberal dönemin 70–80’li yıllardan itibaren, özellikle sağ muhafazakâr kesimlerin ve Evanjelistlerin artan etkisiyle, Trump’ın birinci dönemi gelinen son noktayı işaret ediyordu. İkinci döneminden itibaren patlak veren döneme “şahsiyetçi siyaset” diyorum. Bu, sadece ABD’ye özgü bir durum da değil.   ABD’nin, dünyadaki en büyük dış ticaret açığına sahip olduğu söylenir. Ülke ağırlıklı olarak, tam da sömürgeci mantıkla, diğer ülkelerdeki üretime, imalata dayanır. ABD’de üretim ekonomisi değil, ağırlıklı olarak hizmet ekonomisi vardır. Bununla bağlantılı olarak finans sektörünün belirleyici olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Sağlık politikası ve sağlıkla ilgili ekonomik göstergeleri çöküyor. Obama dönemindeki Medicare tampon görevi taşıyordu ve bir çıkış yolu sağlama derdiyle, en azından yoksulları bir parça rahatlatmak için uygulanmaya başlanan bir programdı. Çünkü dış ticaret açığına bağlı olarak gittikçe büyüyen bir gelir uçurumu var. Orta sınıfın ortadan kalkışı var. Bunun nedeni Trump’ın ve Cumhuriyetçilerin iddia ettiği gibi yasa dışı göçmenler, Çin’in büyüyen ekonomisi, giderek daha fazla rakip olması değil; ABD yönetiminin kendi uyguladığı politikalar, finans sektörüne yönelmesi, milyarderleri desteklemesi. Çünkü asıl yönetenler onlar. Orada bir savunma sanayi sektörü, bir de oligarşi dediğimiz, en yüksekteki varsıllar vardır. Onlar da finans sektörünün kodamanlarıdır. Orta sınıf, ABD demokrasisinin, o liberal demokrasinin bel kemiğidir; o çöktükçe liberal demokrasinin kendisi de çöker. Çok uzun süredir bunun işlemediğini görüyoruz.   “Savaşlarda çok fazla insan ve insan olmayan türlerin kaybı olur. Bir de savunma sanayi palazlanır. Bu da bir piyasadır.”   * Çin ve ABD rekabetini Üçüncü Dünya Savaşı'nın bir yansıması olarak ele alabiliriz ve bu savaş, vekil devletler eliyle; sömürge toprakları, piyasa, hammadde, ticaret yolları hâkimiyeti üzerinden gelişiyor. Çin’e uygulanan bu yüzde 135’lik verginin Çin açısından sonuçları ne olacak? Ayrıca bunu küreselciliğin sonu olarak değerlendirmek doğru olur mu?   Dünya savaşı olmasının nedeni, lider addedilen ülkelerin aktif olarak savaşa katılmasıyla ilgili. Zaten Orta Doğu, bir küresel oluşum olarak 1950’lerden sonra kurulduktan sonra gördüğümüz şey, belirli bölgelerde savaşların, çatışmaların hiç bitmemiş olması. Savaşlarda çok fazla insan ve insan olmayan türlerin kaybı olur. Bir de savunma sanayi palazlanır. Bu da bir piyasadır. 2000’lerde Orta Doğu’da yeniden oluşum, en son İsrail’in hepimize yaşattığı vahşetle birlikte, yine Orta Doğu’da bu savaşların Üçüncü Dünya Savaşları olarak devam ettiğini gösteriyor. Özellikle ticari açıdan güçlü devletler, küresel silah ticareti ve savunma sanayi patronları bu savaşlardan pay alıyor. Savaşlar da doğrudan birbiriyle çatışmak yerine ticaret üzerinden gerçekleşiyor.   ABD’nin başında Trump gibi birinin olması, politikanın yitimidir aslında. Bangladeş'e yüzde 30, Hindistan'a 30 gibi vergi uygulayacağı söylenen tarifeler var. Avrupa Birliği (AB) ülkelerini 90 günlük bir ertelemeye tabi tuttuğunu söyledi. Danışmanı “planlanmış bir strateji” dese de gözlemciler, “bu Trump stratejisi, yani strateji değil; onun gündelik politikası” diyor. Bunu devlet siyasetinin çöküşü olarak da tanımlayabiliriz. Dünya genelindeki birçok ülke açısından artık devlet politikalarından ziyade, teker teker erkeklerin uygulamalarından bahsedebiliyoruz.   * ABD’nin gümrük vergilerini artırdığı ülkeler arasında, kendi tedarik zincirini sağlayan ülkeler de var. Bu vergi hesaplamalarını bir formüle bağlı olarak uygulasa da, Çin’e olan vergi artırımında bir kurala uymadığı, vergi oranını karşılıklı yükseltmelerinden anlaşılıyor. ABD bununla neyi hedefliyor?   Trump yönetimi, gümrük tarifelerinin yükseltilmesini ABD’nin Çin’deki deniz aşırı şirketleri kapatıp ya da çok uluslu şirketlerden çekilip, South American adlı şirketleriyle imalatı içeriye çekmesi şeklinde açıkladı. “Amerika’yı yeniden büyük yapacağız.” Gümrük vergilerinin yükseltildiği gün, “kurtuluş günü” olarak adlandırıldı. Yani dış bağımlılıktan kurtuluş günü. Ekonomistler diyorlar ki, muhalif kanallarda bunu yapması imkânsız; çünkü ABD’de artık imalat sektörünün altyapısı yok. Değil iki yıl, on yılda kurulabilecek bir şey değil. Bunu yatırımcı da istemez, oligarklar da; çünkü zaman alıyor. Ülkenin iç dinamiklerine bakınca kolay değil.   “Orta sınıfsız ve işçi sınıfsız bir dünyaya evrilmesi ihtimali taşıyor.”   * Yapay zekâ teknolojileri gelişirken, karanlık odalarda insansız, tamamen robotik üretim modelleri ortaya çıkıyor. Yani artık işçilik de değişiyor. Bu durum dünya piyasasını nasıl etkileyecek? ABD’nin koyduğu gümrük vergisiyle ABD şirketlerini ülke içine çekmesi hedefinin bu durumla bir ilgisi var mı?   İşçiliğin farklı bir formda olması, daha fazla prekaryalaşması zaten vardı. ABD yönetiminde söz sahibi olanların ağırlıklı olarak Silikon Vadisi’nden çıkması, finans sektörünün ya da iş erkeklerinin ağırlıklı olarak orada palazlanması vardı; artı bu, otokrasi üzerinden gidiyor. O da Trump’ın yönetim politikası. Buna Carole Cadwalladr ‘broligarşi’ diyor. Erkek kardeşlik oligarşisi gibi bir şey. Elon Musk’ın danışman olması zaten çok şey anlatıyor. Yoksullara, ayrımcılığa uğrayanlara karşı özensizlikleri; insan hakkı, sosyal adalet konusunu gündeme almamaları; bunu bir entelektüel devrim olarak sunmaları; yapay zekânın yükselişiyle birlikte giderek “insansız bir dünyaya evrilmek” deniyor. Ama insansız değil. Orta sınıfsız ve işçi sınıfsız bir dünyaya evrilmesi ihtimali taşıyor. Bu erkekler oligarşisinde önemli olan, yapay zekâda söz sahibi olanların ağırlıklı olarak erkekler olması.   “Hâlihazırda çok vahşi olan o serbest piyasanın yerini, kadınların ve hegemonik olmayan erkeklerin etini daha fazla ortaya çıkaran bir serbest piyasa sisteminin ve daha vahşisinin ön plana çıktığını söyleyebiliriz.”    * OnlyFans, TikTok gibi dijital medya platformları da erkek egemenliğinin üretildiği sanal mekânlar ve geniş piyasası var.   Biraz ahlakçılığa girebilir ama OnlyFans, bedenlerin pazarlanmasında TikTok’un üst segmenti gibi. TikTok’ta da hak savunusu bile pazarı genişletmek için. Bunun bir taktik olarak kullanıldığını biliyorum. Sistemik baktığımızda hegemonik erkeklik rejimlerini yeniden üretiyor. İmalat sektörünün, hizmet sektörünün fiziksel versiyonlarına dayanan serbest piyasanın çöktüğünü; hâlihazırda çok vahşi olan o serbest piyasanın yerini, kadınların ve hegemonik olmayan erkeklerin etini daha fazla ortaya çıkaran bir serbest piyasa sisteminin ve daha vahşisinin ön plana çıktığını söyleyebiliriz.   *Peki, bütün bunlar Türkiye’yi nasıl etkileyecek?   Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek “bizi etkilemeyecek” demişti. Memleket ekonomisi o kadar kötü ki, “tabii ki etkilemeyecek” demiştim. ABD ile Türkiye arasındaki ilişki çok uzun dönemli bir ittifak ilişkisi ve ben bunun bozulmayacağını düşünüyorum.   *Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına sahip olmasının ve Rusya’nın Boğazlar’da etkinleşmesinin; başka deyişle, Türkiye’nin bir tampon bölge olarak konumunu devam ettirme çabasının bu sürece bir etkisi var mı? 2014’te Kobane Savaşı’nda ABD’nin Kürtleri desteklemesi Türk–ABD ilişkisini bozan bir etkiye sahip mi?   ABD ile ilişkilerin bozulmasını yakın görmüyorum ama yanılabilirim. Kobanê’den beri, iç politikaya dönük olarak Türkiye’deki yönetimin ABD’yi eleştirdiğini biliyoruz. Ama idare ediyorlar. İdare etmediklerinde bozulacak tabii. Türkiye’nin “küstüm” demesi, ara ara protesto etmesi, ilişkileri bozdu gibi gelmiyor bana. Çünkü belirleyici olan Türkiye değil; belirleyici olan boğazlar, Orta Doğu’ya olan sınırlar, Türkiye’nin bir dış politika aktörü olarak işlevsel olmasıdır. Belirleyici olan ABD ve Rusya arasındaki ilişkiler. NATO da öyle. Çin’in gümrük vergileriyle çok büyük ekonomik kayba uğrayacağını biliyoruz. Yoğun bir iş gücü var orada. Ekonomisi zaten sağlıklı değil. Adaletsizlik ve eşitsizlik üzerinden işleyen kapitalist bir ekonomi. Ama Çin yeni pazarlar bulur. Türkiye de bu pazarlardan biridir. Ama bu, Türkiye’nin ABD ile ilişkisini, dış borçlarını, savunma sanayi açısından ilişkilerini olumsuz etkiler mi? Kesin bir şey söyleyemem. Anlık değişen politikalardan bahsediyoruz. Bence, ABD Orta Doğu ile ilişkilerinde Türkiye dışında aracı bulamazsa, olumsuz etkilemez. En fazla restleşmeler olur, dış yardımlarda belirli bir düşüş olur, ekonomi bozulur ama zaten Türkiye’de düzgün bir ekonomi yok. O, Türkiye’nin Çin’le ilişkisine bakacaktır.   *Türkiye ucuz iş gücü cennetine döner mi? Türkiye’nin göçmen politikası nasıl etkilenir? Ucuz iş gücü döngüsünde kadınlar da bu piyasanın bir parçası mı? Üretim araçları değişiyor, belki çok insana ihtiyaç da olmayacak ama Türkiye ise nüfus artışını destekliyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?    Yüzde 10’luk tarife bizi çok etkilemez; “ABD bize iyilik yaptı” gibi. Zaten bir ucuz iş gücü, kölelik ekonomisi söz konusu. Gelinen raddede burası yine ucuz iş gücü cennetine dönüşür. Bu sadece Çin’in imalat sektörünü bu tarafa yönlendirmesiyle de ilgili değil. Dünyada, tekstil imalat ve teknoloji sektöründe düşük ücretler alanlar, hem enformel hem formel koşullarda kadın. Söylemle pratikler düzeyinde bir çelişki var, ama zaten kadınlar aile içinde de ucuz iş gücü değil mi? Aile, çalışırken temizliğe gitmeyin demiyor. Kadınlara “aileyle çalışırken ahlaklı olun, bol bol üreyin, ama aynı zamanda da kayıtsız üretim yapın, bundan da maddi bir karşılık beklemeyin” diyor. Kadınların iş gücüne katılımları bir adım olarak güçlendirici. Ama ezbercilikten çıkmak lazım. Orada adil bir dağılım yoksa, cinsiyetçi bir dayatma varsa, ücretlendirme, çalışma koşulları, pozitif ayrımcılık açısından katmanlı şekilde güçsüzleştirilmesini getiriyor.    Zaten AKP’ye kadın politikaları açısından bir süre muhafazakârlaştırıcı uygulamalarından ve eğilimlerinden gizleyen ve kadın hareketiyle bağlantısını belirli bir süre tutan, tam da böyle bir adaletsiz, cinsiyetçi, eşitsizlikçi uygulamalardı piyasa sektöründe. Kadınlar eğer devletten alacaklarsa ev içi emeklerinin karşılığını, dışarıda sömürülmek yerine devletten alınacak ücretle kompense etmeyi tercih ederler. Bu, gayet piyasa rasyonalitesine uygun bir tercihtir. Ama bir aşama sonrasında, daha aileci, cinsiyetçi anlamda tanımlanan, alternatif aileleri dışarıda bırakan politikalarla iki taraftan da kıstırılmış oluyor.   “Madem ücretsiziz, madem köleleşiyoruz, öyleyse alternatif bir iktidar, ekonomik düzenleme mümkün, öyleyse biz bunun kurucuları olalım.”   * Ekonominin mucitleri aslında kadınlar ve aslında erkek egemenliğinin son aşaması olan kapitalizm, ekonominin yok edilmesi demek. Kadın özgürlükçüler, feministler nasıl bir dünya istiyor? Modern teknolojiler aslında demokratik bir şekilde kullanılması halinde çok imkân sunuyor. Günümüz koşullarında komünal bir ekonomi kurulabilir mi? Kadınlar bu sürecin nasıl öznesi olabilir?   Korumacı ekonomi politikaları doğrudan kadın karşıtı. “Zaten kapitalizm kadın emeğini değersizleştirir, yeri geldiğinde iş gücünün kendisini de kadınlaştırır; çünkü sömürüyü sürekli yeniden üreten, başka türlü yaşayamayan bir ekonomik üretim modelini destekliyor ya da onun üzerinden işliyor. Böyle girdiğimizde, kadınların özneliğini, kadın iş gücünün ve üretiminin belirleyiciliğinin alternatif ekonomi, üretim tarzları ve alma-verme ilişkilerinin mümkün olduğunu bize gösteriyor. Burada önemli olan, kadınların özneleşmesi ve cinsiyetçiliğe karşı mücadelede sadece sistemik değil, sisteme alternatif olacak formülleri göz önüne alarak devam etmesi. Yani eşit işe eşit ücretin bir belki iki adım ötesine giderek; “madem ücretsiziz, madem köleleşiyoruz, öyleyse alternatif bir iktidar, ekonomik düzenleme mümkün, öyleyse biz bunun kurucuları olalım.” Bunun dünyada küçük küçük örnekleri var. Bazı yerleşim alanlarında, parayı, ücretlendirmeyi tamamen ortadan kaldıran; üretimin farklı aşamaları arasında niteliksel ayrımları niceliğe dönüştürmeyen ekonomik modeller geliştiren köyler, şehirler, yaşam alanları var. Bunlar şehirden köye göç etmiş, kentleşmeden, burjuva hayattan bıkmış, kolektif üretime geçmeyi tercih etmiş; ağırlıklı olarak burjuva öznelerin yaptığı değil, yerel burjuva mantığına mesafeli ilişkiler içinde olmayı tercih eden insanların bize somutladığı örnekler.    Bu, yeni bir önerme değil; 18–19. yüzyılda sosyalist, anarşist düşünürlerin ve aktivistlerin bize işaret ettikleri birtakım modeller üzerine gelişmiş pratikler. Bu, kadınların örgütlenmesi üzerinden gidecek bir şey. Ancak şu anda artık neoliberal kapitalizmin krizinin neredeyse bittiği bir dönemde yaşıyoruz. Artık kriz de tanımlayıcı değil; artık ülkeler arası ticaret ilişkilerinin krizinden söz edebiliyoruz. Ama neoliberal kapitalizm neredeyse çökmüş durumda. Savaşların biteviye belirleyici olduğu, bölgesel savaşların dünya savaşı olarak çok rahat tanımlanabileceği; devletlerin ekonomi politikalarının günü kurtarmak üzerinden ama broligarkların gününü kurtarmak üzerinden şekillendiği bir dönemde, ayakları yere sağlam basan kadın örgütlenmesi bunun mümkünlüğünü gösterebilir. Ama kapitalizm öyle bir alıyor ki içine, bunlar anında ticarileşiyor. Para söz konusu olmasa bile bunlar anında burjuva mantığı üzerinden estetikleşiyor.    “Kapitalist sivil toplumlaşma çok güzel böler; hem sol örgütlülüğü hem otoriterlikle, faşizmle bölmüş ve etkisizleştirmiş durumda.”   * Giyim ve gıda ürünleri için yerel ekonomiler geliştirilebilir, ancak konu teknoloji olunca küreselleşme farklı ürünlere erişimi sağlıyor. İletişim teknolojileri dünyanın öbür ucundaki bilgiye erişimi sağlıyor, bağımsız gazeteciliği destekliyor, kripto para gibi merkeziyetsiz sanal paralar bankaları ortadan kaldırıyor. Tabii ki kötü örnekleri de var, kaçakçılık gibi. Ancak eşit, adil, ekolojik yaşamdan yana olanlar bu imkânlardan faydalanamaz mı? Üçüncü bir yol olarak komünal ekonomi nasıl örülür?   Keşke yanıtını bilsem. Ama tarihsel bakışımdan doğru, kapitalizmin öğrettiği öğrenilmiş çaresizlikten çıkabiliriz diyebilirim. Çünkü bunların hepsi insan üretimi, dolayısıyla yıkabiliriz de, daha güzelini kurabiliriz de. Kapitalizmden beslenmemek mümkün değil. Çünkü içinde yaşadığınız şeylerden beslenirsiniz. Onun dışına çıkıp da dönüşüm gerçekleştirilmez. Bireysel düzlemde çıkabilirsiniz. Bahsettiğim şey örgütlülüğü gerektiriyor. Salt yerel örgütlülükleri değil; yerel örgütlülüklerden başlayan, küresel yüzeye çıkan örgütlülükleri gerektiriyor. Bu, homojen şekilde hareket etmek demek değil; yerel örgütlülükten başlayacak ki dinamikler farklı. O dinamiklerle beslenen ama asgari müştereklerde hareket edebilen sol örgütlenmeler gerekiyor. Ama neoliberalizmin bölmek gibi bir başarısı var; hem hak savunuculuğunda hem sivil toplumsallaşma vesilesiyle. Kapitalist sivil toplumlaşma çok güzel böler; hem sol örgütlülüğü hem otoriterlikle, faşizmle bölmüş ve etkisizleştirmiş durumda. Hem de o büyük ideallerin kırılmasını, çaresizliği bir şekilde gündelik hayatın içindeki siyasallığa yediriyor. Fukuyama “tarihin sonu” demişti ama gelmedi, battıkça batıyor. Ama bundan çıkılır.   Bitcoine çok şüpheci yaklaşıyorum. Küreselleşmeyi hiçbir zaman olumsuz bir şey olarak görmüyoruz, içinde dönüştürücü nüveleri taşıyan bir süreç ama bu dönüştürücülüğü bir şekilde yakalayıp yine küresel düzeyde örgütlülük içinden hareket edebilmemiz gerekiyor. Çünkü bahsettiğimiz o teknolojik devrim çok bireycileştirici bir devrim ve ona çok rahat kapılabiliyoruz. Sosyal medyada yazmak çok emek harcatan, tüketen bir şey. Sanki sokağa çıkmayı gerektirmiyor gibi. “Orada bütün beyanım var, isteyenler beni bulabilir.” Oysa öyle bir dünya yok. Ben sosyal medyayı, bir şeyleri değiştirmek, dönüşüm sağlamak için; kapitalizmin bıktırıcı sömürüsünden kurtulmak için sokaktan doğru kullanmak gerektiğini düşünüyorum. Vatandaş gazeteciliği açısından çok önemli.    Savaşlarda güçlü olanlar dışında ne işe yarıyor, barış için ne işe yarıyor? Dolayısıyla yerele dayanan sosyalist örgütlenme, yerelle yetinmeyen, iyi örgütler üzerinden ilerleyen ama sokakta doğrudan değişimi hedefleyen bir sosyalist örgütlenmeye dayanacak. Bunun oluşumları, Dünya Sosyal Forumu’nda vardı bir dönem. Çok ümit vericiydi. Muhalif sosyalist iktisatçıların, siyaset bilimcilerin, aktivistlerin bir araya geldiği. Demek ki sadece bir araya gelmek yetmiyor; bir cüret edip sokağa da geçmek gerekiyor.   “Bir devrim örgütlemesi ancak yerelleri birleştiren, minik minik bölgesel bir şekilde hareket eden; ama bu gittikçe batan sömürü düzeninin merkezi birimlerini al aşağı eden bir şekilde yapılabilirmiş gibi geliyor.”   *Kapitalizmin çelişkilerinden faydalanarak bir ekonomik sistem üretilebilir mi? Yoksa bir savaş verip kurtarılmış bölgeler mi yaratmak gerekiyor?   Örneğin sitelerin olduğu yerde, hayatında bitcoinle ilgili şüpheci bir şey geçmeyen ya da sosyal medyada sürekli kendini gösteren, ağırlıklı olarak orta ve üst orta sınıf insanların mahallesinde oturup kolektif sofralar kurmak, mahalle platformları kurmak. Ama bunu yaparken de küresel düzlemde sosyalist örgütlenmelerle ilgili bir şeyler de ortaya koymak. İkincisi, bu çelişkilerden çöküş çıkar. Bu çelişkiler kullanılarak da alternatif bir örgütlenme ve düzenleme çıkar. Ama karşısında durduğumuz kapitalist yapılanmadan kâr alanlar ve bu kârın sürekli şekilde büyümesi için politika üretenler, devletler ve sanayiler içinden hareket ediyorlar. Oralar ele geçirilmeden kolay bir çözümümüz olmaz. Eğer bir mücadeleden bahsediyorsak, oraların ele geçirilmesi ya da oraların yıkılması gerekiyor. Bu nasıl yapılır bilmiyorum. Savaşların içinden umut doğuran demokratik örgütlenmeler, demokratik yaşam tarzları var; demokratik yönetimler var, susturulmaya çalışılan. Kobanê bunlardan biriydi. Dolayısıyla orada bir ümit var. Bir antimilitarist olarak savaşa karşıyım ama “gel, yanağıma da vur” diyemiyorum. Bir devrim örgütlemesi ancak yerelleri birleştiren, minik minik bölgesel bir şekilde hareket eden; ama bu gittikçe batan sömürü düzeninin merkezi birimlerini al aşağı eden bir şekilde yapılabilirmiş gibi geliyor.