Farklı yaşamlar aynı sözde buluşuyor: Özgürlük (22) 2025-11-22 09:01:46   ‘Demokratik toplum erkek devlet aklının panzehiri’   Melek Avcı   ANKARA - DEM Parti Milletvekili Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, Rojin Kabaiş dosyasındaki ihmallerden Kürdistan’da derinleşen özel savaş politikalarına kadar kadınlara yönelik şiddetin devlet eliyle sürdüğünü belirterek, “Demokratik toplum, Türkiye’de açığa çıkmış olan erkek devlet aklının panzehiridir” diyor.   Kürdistan ve Türkiye'de kadınlar, her yıl olduğu gibi bu yıl da 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne, şüpheli kadın ölümleri, cezasızlık politikaları ve derinleşen özel savaş uygulamalarının gölgesinde giriyor. Gülistan Doku’dan İpek Er’e, Pınar Gültekin’den Rojin Kabaiş’e kadar yüzlerce dosyada gerçeklerin açığa çıkarılmaması, devletin sistematik ihmal zinciri ve erkek devlet aklının süreklileşen politikaları kadınların öfkesini ve adalet talebini büyütüyor.   Kadınlar, Kürdistan’da derinleşen özel savaş politikaları, kayyum uygulamaları, artan şüpheli kadın ölümleri ve yargıdaki sistematik cezasızlık karşısında 25 Kasım’a örgütlü mücadeleyi büyüterek hazırlanıyor.   Dosyamızın bu bölümünde DEM Parti Wan Milletvekili Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, kadın katliamlarına dair devletin sorumluluğunu, yargının cezasızlık pratiğini ve kadınlara yönelik politikanın sürekliliğini değerlendiriyor.   ‘Rojin’e ne olduğu açıklanırsa devlet kısmen kendini temize çıkarabilir’   Rojin Kabaiş dosyasına dair gelişmelere değinerek sözlerine başlayan Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, Rojin Kabaiş’e ne olduğunu ortaya koyarak devletin bugüne kadar gösterdiği cezasızlık politikalarından kısmen arınabileceğini ifade ediyor. Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, “Rojin’e ne olduğunu net bir şekilde ortaya koyacakları her çalışma, devletin bugüne kadar yapmadığı, sürekli kadını yok sayan, cezasızlık politikası, iyi hâl indirimi uygulayan politikalarından kısmen onu kurtarabilir, kısmen temize çıkarabilir. İlk günden itibaren Rojin’in intihar etmediğini ailesi defalarca ifade etti, kamuoyu sahiplendi. Ciddi ihmaller zincirinden bahsedebiliriz. Türkiye’de benzer durumların yaşanmaması için bazı şeyleri tekrar tekrar ifade etmek, üzerinde durmak, peşini bırakmamak gerekiyor. Çünkü maalesef ülke artık öyle bir düzeyde ki, kamuoyu sahiplendiğinde, örgütlü bir mücadele ve kadın dayanışması güçlü bir şekilde açığa çıktığında devleti gerçekleri açıklamaya zorlayan bir atmosfer de ortaya çıkıyor” diyor.   ‘Yargı yürütme ve siyasetin örgütlü kötülüğünün özetidir’   Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, olaya dair ilk günden beri ciddi ihmaller zinciri olduğunu belirterek, “Şimdi yurt sorumlularının bunda ciddi bir suçluluğu var, çünkü Rojin o akşam yurda gitmemesine rağmen aileye sonraki gün bilgilendirme yapılıyor. Kamera kayıtlarının olmaması ya da kamera kayıtlarının incelenmemesi, ilk günden itibaren olaya intihar şeklinde yaklaşılması, öyle bir algı oluşturulmaya çalışılması aslında yargı, yürütme ve siyasetin hepsi bir arada örgütlü bir kötülüğü ortaya koyduğunun da özetidir. İlk günden itibaren iki erkeğe ait DNA örneğinin olduğunu bilen görevliler, kamuoyu baskısı sonucu ve özellikle Baba Nizamettin Kabaiş’in mücadelesi sonucu 10 Ekim’de iki farklı DNA örneğinin olduğunu açıkladılar. Baştan beri yine bulaş riski üzerinden gidildi. 134 kişiden DNA örneği alındı ama onlar da eşleşmedi ve o bulaş riskinin olmadığı da açığa çıktı” ifadelerini kullanıyor.   ‘Rojin katledildi ve bunun arkasında çok güçlü birileri var’   Üzerinden bir yıl geçmesine rağmen gerçeklerin ortaya konulmamasını eleştiren Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, “Koskoca devlet, bütün yapılarıyla eğer bir kadının nasıl katledildiğini ortaya koyamıyorsa bu devletin kendi belirlediği politikanın sonucudur. Yani bilerek, isteyerek bunu yapıyor. Bir yıl boyunca bir telefon şifresini kıramayan bir gerçeklikten söz ediyoruz” diyor ve şöyle devam ediyor: “Güvenirliğini yitiren ATK’nin bir yıl boyunca bilmesine rağmen bunu saklaması, ilk görevlendirilen savcının olayın üzerine çok fazla gitmemesi, valinin daha ilk günden babaya ‘kızın intihar etti’ demesi… Bunların hepsi bu örgütlü kötülüğün, bu erkek devlet aklının birlikte organize nasıl hareket ettiğini ortaya koyuyor. Rojin intihar etmedi. Rojin katledildi ve bunun arkasında çok güçlü birileri var. Özellikle iki erkeğe ait DNA örneği açığa çıktıktan sonra her gün oradaki öğrenciler direniyor ve Rojin’e ne olduğunu soruyorlar. Ama devlet aklına baktığımız zaman bunun peşine düşüp açığa çıkarması gerekirken, sosyal medya hesaplarını kapatma, özellikle o olayı açığa çıkaran, gündem yapan, kamuoyu oluşturmaya çalışan özgür basın emekçilerinin sosyal medya hesaplarını kapatan, binlerce paylaşıma erişim engeli getiren, sosyal medya üzerinden kimsenin gerçeği bilmemesi için çaba sarf eden bir akılla karşı karşıyayız.”   ‘Rektör bir yılda tek bir destek paylaşımı yapmamış’   “Kendim de Rektör Hamdullah Şevli’nin sosyal medya hesabının bir yıllık paylaşımlarını taradım, inceledim. Rojin ile ilgili bir yılda attığı tek bir tweet var, o da üniversitenin başsağlığı mesajını RT etmek…” diyen Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, şöyle devam ediyor: “Onun sorumluluğunda olan bir yer ve birincil dereceden sorumlu Hamdullah Şevli. Ama ısrarla konuşmadı, otopsiye girmediğini bile bir yıl sonra ifade etti. Israrla öğrencilerle bir araya gelmedi. Devletin Rojin ile ilgili bu saatten sonra ortaya koyacağı pratik belki erkek devlet aklının bugüne kadar işlediği günahları bir şekilde azaltabilir. Tamamıyla ortadan tabii ki kaldıramayacak. Çünkü Rojin şu an en güncel örneği; yoksa bu topraklarda her gün kadınlar katlediliyor. Biz burada bu röportajı verirken bile şu an bir yerlerde kadınlar katlediliyor, bir yerlerde çocuklar istismara uğruyor, bir yerlerde kadınlar şiddete maruz kalıyor. Bu devletin gerçekten kötü karnesi belki Rojin Kabaiş olayını açığa çıkarmasıyla birlikte bir nebze olsa aklanacaktır. Baştan itibaren bir el saklıyor ve bir el bunun intihar olduğuna ikna etmek için çaba sarf ediyor. Hamdullah Şevli susuyor, yargı susuyor.”   ‘Özel savaşın güncellenmiş halidir’   Tüm bu şüpheli ölümler ve Kürdistan’daki kadın katliamlarının özel savaşla bağına dikkat çeken Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, 90’larda erkek devlet aklıyla açığa çıkarılan bu politikaların bugün güncellenerek karşımıza konulduğunu söylüyor. Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, “Önceki dönemlerde köy boşaltmalar, köy yakmalar, insanların zorla göç ettirilmesi, gittikleri mekâna uyum sağlayamayarak orada asimilasyon politikalarına uğramaları, o dönem açığa çıkan özel savaş politikalarının bir boyutuydu. İpek Er davası, Gülistan Doku’nun doku bulunmaması, yine Bitlisli olan Pınar Gültekin ve Rojin Kabaiş davası, erkek devlet aklının özellikle Güney Kürdistan’da özel savaş politikalarını sürece göre güncelleyerek getirmiş halidir.   Bugün bakıyoruz kayyumlar atandığı zaman hem eşbaşkanlık sistemine yönelik bir irade gasbı açığa çıkıyor hem de geldiklerinde ilk yaptıkları kadın kurumlarını kapatmak oluyor. Kadın çalışanları işten atmak ya da kadın çalışanlara mobbing uygulamak oluyor. Ya da ana dilinde eğitim veren kreşlere müdahale oluyor. İlk kayyum politikalarıyla başlıyor. Ama şu an Bakur Kürdistan’a baktığımız zaman fuhuşun ve uyuşturucunun bizzat bilinçli bir şekilde getirildiği, orada dağıtıldığı, yerleştirildiği ve 9 yaşına kadar indirildiği bir devlet politikasından bahsediyoruz.” diye belirtiyor.   ‘Kürdistan’da kırım noktasına ulaştı’   Gülcan Kaçmaz Sayyiğit şöyle konuşuyor: “Kafelerde üniformalılar eliyle açığa çıkan olaylar var. Benzer örneklerini Van’da gördük. Uzman Çavuş’un kadına yönelik tacizi ya da Şırnak’ta yine İpek Er örneğinde olduğu gibi. Her ne kadar tüm dünyaya baktığımızda kadına yönelik şiddetin her geçen gün farklı şekilde karşımıza çıktığını görsek de yüzümüzü Bakur’a, Kürdistan’a çevirdiğimizde bu gerçekleşen kadına yönelik politikaların, tacizin, şiddetin ve katliamın Kürdistan’da kırım noktasına ulaştığını görebiliriz.   Örgütlü kadın mücadelesi arttıkça devletin özel savaş politikasının da o oranda arttığına da şahit olabiliyoruz. Özellikle Tevgera Jinên Azad’ın açığa çıkarmış olduğu örgütlü mücadele, bilinçlendirme politikaları, atölye çalışmaları… Nasıl örgütlü kötülüğe karşı örgütlü iyiliğin, direnişin örgütlendiği bir süreci görüyorsak devlet de bir o kadar örgütlü kötülükle Bakur ve Kürdistan’a yöneliyor. Bugün baktığımızda kadın sığınma evlerinden kadın yaşam evlerine, Alo Şiddet hatlarına kadar ciddi bir ihmalkârlık dizisi var. Apolitikleşen, örgütlü mücadeleye katılmayan bir gerçeklik açığa çıkarmaya çalışıyorlar. Böyle bir politika yürütüyorlar.”   ‘Bu sağlam köklerin yayılması gerekiyor’   Tarihsel açıdan kadınların mücadelesine dikkat çeken Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, “Tabii ki bunun karşısında kadınlar yüzyıllardır mücadele ediyor ve her geçen gün bu mücadeleyi daha da üst boyuta taşıyorlar. Taşımaya da devam edecekler. Ortak noktamız kadın olmamız; Türk’ü, Arap’ı, Kürt’ü, Laz’ı ya da dünyanın herhangi bir yerine dokunalım kadınların yaşadığı acılar ortak acılar; kadınların yaşadığı olaylar benzer olaylar. Örgütlü bir sesin daha güçlü bir şekilde açığa çıkması lazım. Tevgera Jinên Azad bu noktada öncü bir güç. Yine Kürt kadın hareketi bu noktada öncü bir güç ve açığa çıkarmış olduğu direniş, tüm dünyaya da örnek teşkil edebilen, tüm dünyaya ilham veren bir direniş. Bunun kökleri sağlam yerlerde ama bu köklerin daha fazla yayılması gerekiyor. Kadına yönelik şiddet politikalarına karşı bizim tek reçetemiz, tek ilacımız örgütlü mücadele. Örgütlü mücadeleyi büyütmek, kadın bilinci geliştirmeye zorlamak ve devlet aklının kadın mücadelesi sayesinde değişip dönüşümünü sağlayabilmek gibi sorumluluğumuz da var” diye kaydediyor.   ‘Kazanırsak hep birlikte kazanırız’   Devam eden Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin 25 Kasım’a yansımasına ilişkin değerlendirmesinde Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, “Demokratik Toplum süreci Türkiye için çok ciddi bir şans, çok ciddi bir kapı araladı ve bu kapı sadece kadınlarla ilgili değil. Türkiye’de yaşanan her türlü olumsuzluğun pusulası demokratik toplumun inşa edilmesi. Böyle bir pusulamız, reçetemiz var. Şimdi Türkiye bu noktada üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğinde tabii ki en çok kadınları etkileyecek.   Bu savaşın en çok etkilediği kesimler kadınlar ve çocuklar. Göç politikalarının en çok etkilendiği kesimler yine kadınlar ve çocuklar oluyor. Haliyle demokratik toplum inşa edildiğinde kadının açığa çıkarmış olduğu güç daha rahat bir şekilde yayılabilecek ve daha rahat bir şekilde yayıldığı zaman kadına yönelik şiddet azalacak. Neden diyorum bunu? Demokratik toplum, Türkiye’deki açığa çıkmış olan erkek devlet aklının panzehiri olarak da karşımıza çıkıyor. Bu panzehirin tüm alanlara yayılması, her yerde hayat bulması Türkiye’deki kadın mücadelesi noktasında da ciddi bir ivme açığa çıkaracaktır. O yüzden Türkiye’nin, yetkililerin bu fırsatı gerçekten iyi değerlendirmesi gerekiyor. Kazanırsak hep birlikte kazanırız, kaybedersek hep birlikte kaybederiz. Tabii ki kadınlar mücadeleyi veriyor, vermeye de devam edecek. Ama demokratik toplumun inşa edilmesi, demokratik entegrasyon yasalarının hayat bulması ile beraber devlet aklında da bir değişikliğe gidilecek” diye ekliyor.